18 Aralık, 2010

Güzeller içinden bir seni seçtim.

Sessiz sakin bir yemeğin ardından evde oturup televizyon izledik demek isterdim fakat yemekte baya bir konuştuk. Eğlendik falan. Edgar'a laf çarptım sürekli ne zaman gidiyorsun tarzından ama o şirin şirin gülümesemeye devam etti. Yemekten sonra masayı Pelin'in toplamasının ardındansa dışarı çıkmak için hazırlanmaya başladık. Pelin'in kokoş dolabının önüne geçtik doğal olarak. Kız hayvansı bir içgüdüyle dolmuş alışveriş yapmak için. En sonunda kıyafetlere karar verdik. Ben siyahlı grili bir elbise seçtim, Pelin kırmızı mini bir elbise. Benim elbisem makul boydaydı neyse ki. Giydiği ayakkabılarsa altın vuruşu yaptı. Giydiğinde iki Pelin boyutuna ulaşmıştı! Ben hafif topuklu bir çizmeyle kurtardım kendimi ve Edgar'ı anlatmaya kelime nasıl bulunur bilemiyorum.
Spor bir pantolon giymiş. Üzerine kareli yeşil-siyah bir gömlek ve içinde siyah düz bir tişört vardı. Atkısını da karizmatik bir şekilde bağlamış, bizi bekliyordu kapıda. Amerikalılar harbiden zevkli insanlar.

Donanmış gelin gibi süslenmiştik ama tek sorun nereye gideceğimizdi. Koyver gitsin dedim, gençlerin tekelinde olan bir mekana soktum bunları. Geçtik oturduk. Ama bariz yani dikkat çektik. Birkaç kız Edgar'a bakıp bakıp gülüyordu. Dedim ki Amerikalıya ''Sen ingilizce konuş, havan olur.'' Harbiden işe yaradı. Birkaç kızdan ikram, birkaçından teklif aldı. Reddetti tabii. Birkaç kere göz göze geldik, hherife bakmaya doyamıyordum. Loş ışıkta baya hoş görünüyordu. Göz göze gelince benim içim zaten bir hoş oldu. Başkasına bakamaz oldum. Pelin'se radarları açmıştı. Karşıdan bir çocukla kesişiyordu. Dedim ''Sen o çocuğun yanıan gidip tanışıp, sohbet edemezsin.'' ''Yaparsam napıcaksın?'' dedi. '' ''Ayakkabı alırım sana.'' Gözlerinin nasıl parladığını görmeliydiniz. ''Çocuk cepte.'' dedi ve çalım ata ata masalarına gitti. Ama nasıl kırılıyor konuşurken, çocuklar hipnotize olmuş zaten. Oturdu yanlarına, konuştular baya bir süre Kalkarken bir kağıda bir şeyler yazdı-büyük ihtimalle telefon numarasını- ve yüzünde bir zafer edasıyla yanımıza geldi. Sanki Çanakkale cephelerinden birinde komutan arkadaş.

- Ayakkabımı ne zaman alıyorum?
- Öff. Bir ara çıkar alırız.
- Neyse şimdi gitmem lazım, başka bir mekana gidiyorlarmış, parti varmış, onlara katılıcam ben. Siz takılın. Geç kalmam eve.

Vay be dedim. Biz hala Edgar'la oturmuş kola içiyorduk. El mahkum ama, madem mecburum Amerikalıya alışmaya, tanıyalım birbirimizi diye, sohbet çabalarına karşılık verdim. Gerçi ben dünden razıyım onu tanımaya. Özene bezene yaratılmış gibi. İngilizce konuştuk, hem pratik oldu bana da. Ama bendeki havayı bir görseniz. Şarap gibi adamla oturmuş konuşuyorum falan, kızlar beni parçalamak istiyor, ben halimden memnunum.

Hava atmaktan dikkatini toplayabildiğim sürede hikayesini öğrendim. Farklı bir şey yok. Liseyi bitirmiş, gap year için Türkiye'ye gelmiş. Yani bir işe girip çalışması lazım. Yardım istedi, müsait bir zamanda halletmek üzere söz verdim.

Pelin'le Amerika'daki maceralarından bahsetti. Eğlenceliydi onu dinlemek ve saat ilerlerdiğinde, eve döndük. Pelin gelmemişti henüz, tahmin ettiğim gibi.

Yattım uyudum.

Edgar ismi karizmatik aslında bence.
Evet ya, baya karizmatik.

4 yorum:

Sliwer dedi ki...

Edgar'a aşık olunur yaaa, evet olunur :) Luigicim şu içindeki edgar ve özgürlere aşkımı ilan ediyorum :D

Didisko dedi ki...

iletirimde Edgar'a pek heveslenme. :D kokusu çıkar.

Profösör dedi ki...

İngilizcenizi de gelişturmiş oluyorsunuz bu suretle. macera devam ediyor demek bütün hızıyla..

Didisko dedi ki...

ergenlerin hayatını bilirsiniz. macera hiç bitmez.