24 Eylül, 2011

Tanrılar da Ağlar ~Andaç~

Normal bir zamanda sokakta dağıtılan el ilanlarına yanaşmaz, birkaç metre öteden dağıtıcıları gördüğümde yolumu değiştirip adımlarımı sıklaştırırdım. Birkaç adım sonra çöpe atacağım kağıtlar hiç mi hiç ilgimi çekmiyor, reklamlar bende etkisini gösteremiyordu. Gel gör ki son birkaç gündür ders çalışırken bile aklımın bir köşesini daima meşgul eden o kızın verdiği kütüphane reklamını günlerdir nereye gitsem yanımda ayırmıyor, motive olabilmek için dahi ona bakıyor, bir daha karşılaşabilmenin hayaliyle tutuşuyordum. XX. yüzyıl aşıkları gibi onu evine kadar takip edip adresini öğrenmek, gün aşırı çiçek, ara sıra mektup yollama isteğimi bastırmakta zorlanıyordum. Etütlerle dolu olan dört gün boyunca kendi sesimi ve düşüncelerimi dinledikten sonra ne yapmam gerektiğine kısa süreli bir çözüm bulmuştum. Bana o ilanı verdiği caddeye tekrar gidecek, en azından orada olup olmadığına bakacaktım. Kaybedeceğim bir şey yoktu, dersaneme yakındı ve eve gidiş yolum üzerindeydi. Sadece bir kez daha görmek yeterliydi hem de..

Oysa öyle olmadığını dehşetle farketmem, ders çalışmadığım zamanların tamamında broşürü incelediğim, elimde oynadığım broşürün ne kadar yıprandığını farkettiğim günün ertesinde oldu. Beşinci gün sabahında her zamanki gibi hazırlanıp dersaneye danışmalarım için gitmiş ve yoğun bir fizik, kimya, biyoloji çalışmasından çıkmış hedefime doğru büyük adımlarla ilerlerken kalbim onu görme ihtimalinin heyecanıyla, görememe ihtimalinin kırgınlığıyla fazla mesai yapıyor, beynimdeki tilkiler kuyruklarını havaya dikmiş bir oraya bir buraya koşuşturuyordu. Yol uzadıkça ve adımlarım hedefine varmakta geciktikçe sinirleniyor, stres yetmezmiş gibi sırtımdaki çantayı yere atıp paralama isteğiyle de baş etmek zorunda kalıyordum. Onu tam da görmeyi plandığım yerde, eski yerinde bulmak yüzüme bir gülümseme yaydı. Onunla ilgili çok şeyi, nerede bulabileceğimi, hangi mekanları sevdiğini bildiğim hissine kapıldım doğru olmadığını bile bile. Bu güzel hissin verdiği sıcaklık ve neşeyle yanına gidip bir broşür daha aldım, teşekkür edip gülümseyerek yanından ayrıldım. Arkamdan o yumuşak sesiyle bir şeyler mırıldandığını duymuştum; fakat kelimelerin kulağıma gelişi çok net olmamıştı. Zaten ne söylediğinden çok, benimle konuşmasıydı önemli olan. Ben o gün ondan altı broşür daha almıştım. Belki farketmişti, belki etmemişti. -ki bence etmişti- Yine de eve döndüğümde eskisinden neşeli olacağıma emindim. O, broşürlerini bitirip yüzünde rahatlamış bir ifadeyle gözlerini saatine çevirdiğinde ben de zamanın ne kadar geç olduğunun farkına vardım.

Kırtasiyelerden birinden tüm dersler soru bankası alıp dolmuş durağına yürürken Andaç'ı gördüm. Her zamanki kural tanımazlığıyla salına salına yürüyordu. Andaç benimle aynı yıl doğmuş olmasına rağmen okula bir sene geç yazılmış olmanın bedelini ödüyor, lise son öğrencisi sıfatını taşıyordu. Gri okul pantolonunun üzerine giydiği gömleğin etekleri dışarıda, bir eli sırtında, ceketini adeta LCW kataloğundaymışçasına tutuyor, diğer elini her zamanki alışkanlığıyla cebine sokmuş yürüyordu. Dışarıdan gördüldüğünde tam bir kasıntı olduğu ve artistik görünmek için özel çaba harcadığı düşünebilir, onu tanımaya ilk başladığımda ben de öyle düşünüyordum; fakat zamanla onun aslında böyle biri olduğunu ve böyle kabullenmem gerektiğini anladım. Andaç'la özel lisede tanışmış, dör yıllık arkadaşlığımızı ben mezun olmama rağmen kesintiye uğratmadan devam ettirmiştik. Zengin adamların çocuklarıydık o lisede okuyan züppeler olarak. Ama parasına en çok güvenen Andaç'tı. Zengin züppesi dedikleri ve concon tabir ettikleri adamlardandı anlayacağınız. Şehrin en popüler ve yaramaz çocuğu olarak bilinirdi; çapkına çıkan adını ne yapıp ettiyse de düzeltememişti. Kızlara hiç acımaz, sıkıldığı zaman bir mesaj atıp ayrılırdı. Geçmişinde babasıyla ilgili çok sıkıntı çekmişti ve bunları kızlarla oynayarak atardı. En azından benim emin olduğuna inandığım fikrim bu yöndeydi. Yeri geldiğinde babasını dahi satmaktan çekinmese de, en şiddetli kavgalarımızda dahi alttan alan taraf olmuştu. Neden bilmiyorum, koruma içgüdüsü hissediyordu bana karşı. İşime gelirdi doğrusu.

Birkaç haftadır benim sınav hazırlığım, onun dersleri derken oturup bir şeyler içmeye vakit bulamamış, anlatacak şeyleri biriktirmiştik. Bu karşılaşmayı fırsat bilip şu kızı anlatıp fikrini alacakken, yalnız olmadığını gördüm, biraz yavaşladım. Daha önce Andaç'ın yanında gördüğüm biri olmadığına emindim. Düz saçları omuz hizasında küt kesilmişti. Vücuduna tam oturan gömleği ve eteği olmasa dahi hissedilebilecek şekilde lise öğrencisiydi. Tanıdık geliyordu ama Andaç vasıtasıyla tanışmadığımız kesindi. Belki doğumgünü ya da... O anda tanıdık gelen bu simayı nereden tanıdığımı farkettim. Şehrin en züppe çocuğu ve benim en yakın arkadaşım olacak denyo şu anda benim broşürünü saatlerce okuyacak kadar saf duygularla beğendiğim kıza gülerek bir şeyler anlatıyor, sokağın başından farkedildiğine emin olduğum kahkahalarla kulaklarımı tırmalıyordu. Ya şu anda gidip Andaç'a iyi bir sövecektim, ya da sessizce evime dönüp yeni kimye testlerimi çözmeye başlayacaktım. Yapılması gereken bu iki seçeneği de yapmadım. Andaç'ın yanına gidip elimi omzuna koydum.

-Andaç naber ya?

Sesin geldiğin yöne kimliğimi tespit edebilmek için dönen arkadaşımın gülümsemesi beni görünce tüm yüzüne yayıldı, samimiyetinden zerre şüphe duymadığım tavrıyla konuşmaya başladı.

- Oo kimleri görüyorum. Oğlum ben iyiyim de asıl sen nasılsın, bir sınavdır tutturdun.
- Ne olsun işte uğraşıyoruz daha. Görüşelim derim ben, bir daha ne zaman böyle müsait oluruz kim bilir?
- Olur valla. Ben her zaman müsaitim sen kendini ayarla.
- Yarın sekiz onbeşte kahve bahane'ye gel. İki tavla atıp neşemizi bulalım.

Ben her zamanki erkek muhabbetini yapıp geçen haftanın en sansasyonel derbisinden ayaküstü bahsettikten sonra on beş dakikalık kısa konuşmamızı sonlandırdık. Biz konuşmaya başladığımızda ise Andaç'ın yanındaki broşür dağıtıcı arkadaş bizlere kibarca hoşçakalın dedikten ve bana bakıp gülümseyerek gittikten sonra biz de Andaç'la ayrılıp evlerimizde test kılıfı altındaki internet sohbetlerimize daldık.

Fakat benim içime kurt düşüren konu başkaydı. Andaç'ın o kızla arasında ne olabilirdi? Bunu soracaktım.

"Senin adını bir bilsem, sarılıp öpebilsem.."

3 yorum:

Sliwer dedi ki...

Samimiyetine güvenilen insanların şerefsiz gibi görünmesi. Ya da paralı olmanın verdiği o ifade. Andaç'ı sevmedik yazar hanım.

Didisko dedi ki...

Züppe falan ama iyi biri. Yakışıklı ve zengin daha ne olsun. Üstelik ismi de tuhaf. Mükemmel üçlü. :p

Sliwer dedi ki...

Para her şeye kadirdir diyorsun.. :D Bakalım gelecek bölümlerde sevecek miyiz? :D