Postane kapısında dakikalar geçmedi. Durduğum yerde üşümeye, birden üzerime gelen titremeye karşı koymaya çalıştım; lakin nafile. Eski yapılı ofisin dışında üzerimde uzun kollu hiçbir şey olmadan tiril tiril titrerken, içerideki birkaç saatlik eğlencemin sahibini istemeye istemeye de olsa terketmek zorunda kaldım. Adımlarım beni geri geri götürmesine rağmen eve doğru çekilen ayaklarım kalbime isyan ediyor, beynim elinde beyzbol sopasıyla ikisine de çemkirip birkaç saate o kızın saç rengini daha unutacağımı söylüyordu.
Lakin unutmadım.
Annemin benim için hazırladığı yemeği yemedim. Yüzümün solgun göründüğü söylemlerine itiraz ettim, odamda ders çalışacağımı söyleyip kendimi kitaplarıma verdim. Böylece gün boyunca dikkatimi tanımadığım bir kıza vermenin suçluluğunu atıp eksiklerimi, kaybettiğim saatler ve soruları kazanmaya odaklandım. Dikkatim dağıldığında onu kazanacağım üniversiteye, İstanbul'da sil baştan başlayacağım gençlik günlerime odaklanmaya çalıştım. İşe de yaradı. Başarı, devamı daima istenen bir şeydi; dolayısıyla uzun çalışma saatlerime ve yoğun programıma kendimi tekrar kaptırmam zor olmadı. Kaybettiğim bir yıla inat canla başla amacıma, üniversite planlarıma geri döndüm.
Döndüm; hatta ertesi gün arkadaşlarımla paintball oynamaya, biraz kafa dağıtmaya bile gittik. Nisan ayındaydık, hazirandaki sınava çok az bir süre vardı; öldürücü hızdaki çalışmalarım iki katına çıkmıştı. Mezun olduğum ilk yıl istediğim puanı belki ihmalden belki ciddiye almamaktan alamamış, ikinci yılımda kendimi kazanmaya odaklamıştım. Bunda ailemin, dersanedeki robokop rakiplerimin, ilk yılda üniversite kazanıp ağzımızın suyunu akıtan arkadaşlarımızın payı oldukça büyüktü ve onlardan öğrendiğim bir şey varsa, o da bu yıl bir kıza kafayı takmamaktı. Tahmin edileceği üzere ben bütün emeğimi bir kız uğruna yakmaya hazırdım. Üstelik o kızın cismi dışında tek bilgi yoktu kafamda. Zaten bir ay boyunca ara sıra aklıma gelen silüetini hatırlamak için kendimi ne kadar zorlasam da, tek hatırladığım saçlarının açık kahverengi oluşuydu. Otobüs aşkları kadar kısa sürmüştü. Sevinçliydim. Çalışmalarımın pembe hayaller, uzun telefon konuşmaları, ardı kesilmeyen mesajlaşmalar ve hatta kaprislerle bölünmesini istemiyordum.
Bu isteksizliğimin onu görmemekten kaynakladığı fikri, tesadüf eseri karşılaşmamızın ardından beni terketti. Günlerce, haftalarca onunla ilgili tek şey düşünmememin üzerine şehrin en işlek caddelerinden birinde onu okul eteğinin üzerine giydiği alelade tişörtle, terden nemlenmiş saçlarını aceleyle toplamasıyla, sırtındaki çantası ve elindeki broşürleriyle gördüğümde haftalar önceki ilk görüşmemizden daha şiddetli bir heyecan duyduğumu farkettim. İnsanlara gülerek el ilanı dağıtıyor, kimi zaman yanına yaklaşan üniformalı arkadaşlarıyla şakalaşıyor; ama otomatikman uzattığı ilanlarını dağıtmayı ihmal etmiyordu. Normalde dikkat etmediğim bu broşür dağıtıcılarından birinin o olduğunu farkettiğimde aramızda birkaç metrelik bir mesafe vardı ve o duraksamamı ilan almak istemiyor oluşuma yordu; ama aslında ilanlarının hepsini almak, eve biraz daha erken gitmesine, yorgun ve narin bedeninin benim payımla biraz olsun dinlenebilmesine yardım etmek istiyordum. Duraksadığımı, broşürünü almak istemediğimi, bir vebalıymışçasına ondan kaçacağımı düşündüğü an yüzündeki içten gülümseme solar gibi olsa da, yanına yaklaştığımda gözlerindeki parıltının büyüdüğünü görmek benim için yeterliydi. Kuşe kağıda basılı aslında hiç mi hiç ilgimi çekmeyen broşürü elime aldığımda gülümsemesine nazikçe karşılıp verip ilgilendiğimi belli eden, reklamı yapılan şirketin içeriğiyle ilgili birkaç soru sordum. Cevaplarını bildiğini zannetmiyordum; yine de elinden geldiğince cevap verdi. Birkaç saniye süren sohbetimiz bittiğinde teşekkür ettim ve içtenlikle, teşekkür edenin kendisi olduğunu söyledi. Artık gitmem gerektiğinde bir daha asla unutmayacağım gözlerine, çocuksu neşesiyle kıvrılan dudaklarına ve konuşurken takındığı tavra baktım. Kaçınılmaz son gelip çattığında iyi günler dileyip onun bulunduğu yerden uzaklaşırken arkama bakacak cesaretim dahi yoktu. Tek temennim bacaklarımın beni şu köşeden dönene kadar taşımasıydı. Onun görüş mesafesinden çıktığımdaysa en yakın kafede kendime bir kola söyleyip ilanı okumaya başladım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder