04 Haziran, 2011

Tübitak bizi diskoya götür!

Bu eski sergiden; ama sevdiğim bir fotoğraf.

Tübitak bizi diskoya götürmedi; ama Ankara'ya götürdü. Tabi babasının oğlu olmadığım için bir karşılık sonucu götürdü. O karşılık bizim aylarca uğraştığımız, uğrunda saç döktüğümüz, saçlarımızı süpürge ettiğimiz, Kore hakkındaki incik cincik her şeyi öğrendiğimiz bir süreçti. Yani, Samsun'da yaşayan Kore Gazileri'nin Gözünden Kore Savaşı temalı projemizle katıldığımız Tübitak'ta, ilk iki elemeyi geçerek final yarışmasına katılmaya hak kazandık. Sabırsızlıkla bekledik tabi Ankara'ya gidiş sürecimizin gelmesini. Merak da vardı; ama asıl bizi ilgilendiren bir hafta boyunca Sliwer'la aynı odada, Ankara'da, yalnız olacak olmamızdı. Hayallerimizde, planlarımız'da Ankara merkezdi. "Ankara'ya gitmeden şunu yapalım.", "Onu Ankara'dan sonra yaparız." falan filan gibi.

En baştan alırsak, otobüs biletimizin gece 1'de olması o saate kadar uykulu uykulu beklememiz oldu. Yolda da çok uyuyamadık. Zaten şoför beş saatte ulaştırdı bizi Ankara'ya. Oradan Sliwer'ın abisinin evine gittik, kendimizi insan şekline soktuk. Hiç vakit kaybetmeden sergi alanına gittik. Altınpark Fuaye alanındaydı sergi. Güzel hazırlanmıştı. Altınpark çok güzeldi zaten. Büyük bir yerdi en azından. Samsun'daki finalde bizi tıkmışlardı küçücük yere. Sinirleniyorum hatırladıkça. Neyse, Ankara'ya dönüyorum. Sakinim. Sergiyi kurduk ettik, akşama otele varabildik. Dedemen Otel, Çankaya. Otelin Çankaya'da olduğunu öğrenmemiz bizim için büyük mutluluktu. Oradan Kızılay'a en kolay şekilde ulaşmanın yollarını aradık durduk. Fakat Dedeman'la ilgili bir konuya dikkat çekmezsem içimde kalır. Bunu ta olayın yaşandığı gün yazacaktım da, vazgeçirdi Sliwer. Dedeman'da Tarih, Sosyoloji, Biyoloji ve bir dal daha kalıyordu. Kalabalıktık yani. Otele bu bildirildi ama aylar öncesinden. Yapılması lazımdı hazırlığın. Biz gidince başlandı sanırım, zaten iki resepsiyonist vardı, bizi üç saat orada ayakta beklettikten sonra odamızı verdiler. Odasının anahtarını en son alan kişiler de bizdik. Üstüne üstlük bizi iki kişilik odaya üç kişi verdiler. Üçüncü kişi, Uşak'tan, orada tanıştığımız bir arkadaş. Kız iyiydi, olmasa ne yapacaktık? Biz iki kişilik rezervasyonu zaten yaptırmıştık. Hangi akla hizmet üç kişi kaldırıyorlarsa. Beş yıldızlı otelim diye geçiniyorlar bir de. Ekşi'de zaten güzel bir şey vardı Dedeman'la ilgili. "Beş yıldız süsü verilmiş dört yıldız oteller."
(#630948) Haklı. Reziller, kepazeler. Neyse oda sorunun arkadaşlarla yer değiştirerek çözdük. French odada kaldık. French oda bir çift kişilik, bir tek kişilik yatağı olan oda. Sliwer'la koyniş koyniş yattık. Serginin ilk günü çok güzeldi. Kayıtlarımızı yaptırdık, bir çanta verildi bize Tübitak'tan; ama harika bir şey. Tübitak armalı sırt çantası, iki adet Tübitak armalı tişört, bir adet 4gb Tübitak armalı flash bellek, Nutuk -Şimdiye kadar bir sürü yarışmadan bir sürü Nutuk kazandım ama böylesini görmedim yemin ediyorum.-, Bilim Teknik, Birkaç tane daha Tübitak yayınları kitabı ve davetiyeler verdiler. İşte açılış davetiyesi, açılış yemeği davetiyesi falan. Stantta beklemek ama ömrümde gördüğüm en sıkıcı iş. Sohbet etsek, 3 gün boyunca sekiz saat ne konuşacağız? Biz de sosyalleşmekte bulduk çareyi. İyi arkadaşlar edindik. Tabi maalesef devamlılığı olmuyor bunların. Orada da kalsalar, tanıdığıma sevindiğim kişiler olduğu gibi, bağnazlıklarıyla midemi bulandıranlar da olmadı değil. Neyse. Ankara'da ne yaptığımıza gelince, bir gece üçe kadar oturmak zorunda kaldık. Ertesi gün mülakatımız vardı ve ona çalışıyorduk. Lakin 10'da uyuyan bir bünye kasa kasa, en geç 1'de uykusunu getiriyor. 1 olduğunda kara kara ne yapacağımızı düşündük. Aklımıza kahve geldi. "Hadi resepsiyona gidelim, onlar yönlendirir." dedim. "Bu halde mi ineceğiz aşağı?" dedi Sliwer. Ne varmış halimizde diye baktım, pijamalıyız. Tavşanlı pijamamla. "Bu saatte herkes pijamalıdır. Gel hadi." dedim ve kapıdan dışarı adımımızı attığımızda Biyoloji'den bir çocukla burun buruna geldik. Yanında iki kızla bir odaya girdi; ama bir görseniz hepsi şıkır şıkır giyinmiş. Bizde utanma yok ama. O çocukla üç gün daha yüzyüze baktık, yüzümüz bile kızarmadı. Neyse işte asansöre bindik, kapı resepsiyonda açılınca resepsiyonistin yüzünü görmeniz lazımdı. Şaşırdı bizi pijamayla görünce. Pijama giymiş zebra görmüş gibi oldu. Dedik kahve istiyoruz, bizi pub'a yönlendirdi. Lobiye pijamayla girmek yetmemiş gibi puba da girdik. İsteğimizi belirttik, onlar da bizi oda servisine yönlendirdi. Aşağı inmişken bir daha yukarı çıktık, otelde yaptığımız pijamalı tursa yanımıza kâr kalmış oldu. Odada aradım oda servisini. Konuştuk ettik, kahveleri söyledik. Ardından Starbucks'tan bile pahalı olan kahvelerimizi içip çalışmamızı tamamladık. Gecenin sonunda dört saatlik uykunun ardından mülakata girmiştik. Mülakattan bahsetmek istemiyorum, çok belirsizdi. Bir iyi bir kötüydüler falan. Zaten sonucu düşündükçe de moralim bozuluyor. Asıl mesele Kızılay. Mülakattan çıktığımız akşam otelde yemeğimizi yedik, apar topar hazırlandık ve Kızılay'a çıktık. Birisi bizi SBFli(Siyasal Bilgiler Fakültesi) sandı, biz ise "Yok biz daha liseliyiz." dedik. Utandık. Starbucks'tan karamel frappucino aldık. Çok güzeldi. Bayıldık yani, öyle böyle değil. Tiki tiki dolaştık Kızılay'da. Leman Kültür'ü görünce içimiz gitti. Ne güzel bir şeydi o öyle ya. Giremedik ama. Onun yerine otele geri döndük 10 gibi. Bir de oradayken Ankamall'e, Anıtkabir'e falan götürdüler. Bu yaşımda ilk defa Ankara'ya gittiğim için, Anıtkabir'e gidişim de ilk olmuştu. Çok etkileyici bir atmosferdi gerçekten. Her yaşta gidilmesi gereken bir yer. Anneme çok çemkirdim zaten dönünce. Ankamall ise harikaydı. Sliwer benim Ankamall'de gözümün döndüğünü söylese de reddediyorum. Bakkal gibi alışveriş merkezlerine alışkın birinin duygularının dışa vurumuydu onlar sadece. Öyleydi işte Ankara. İstanbul'da lüks yerlerde ağırlanmam gibi, burada da kendi emeğimle Ankara'yı gezdim. Çok da iyiydi, çok da güzeldi. Bir de sosyoloji projesi yapmayı düşünüyoruz. Eheh. Proje demişken, projenin sonucunda Teşvik Ödülü aldık. Derece bekleyen bünyede ağır hasarlara neden oluyor; ama kader demek lazım. Paramızı aldık ya, ona bakıyoruz. Bu yıl bir milyarı aşkın nakit ve bir Dell Netbook kazanarak aile bütçesine katkıda bulundum. Ya da benim bütçeme. Bilemiyorum.

Arkadaşım dedi ki, bir de yakın arkadaşım bu kişi "Didem sen bu fotoğrafta çok güzel çıkmışsın. O kadar güzel çıkmaman gerekiyordu, o kadar güzel değilsin." Güldüm. İçim kan ağlarken hem de...

1 yorum:

Sliwer dedi ki...

Hikmet, fotoğrafı çekende. :D