03 Şubat, 2022

Anlık


 

Sevgili okur,

Yine düştük buralara. Lütfen yanlış anlama burayı bir çukur olarak gördüğümden değil; ama ne zaman ben buralara uğrasam bir çukurda olduğumdan böyle söylüyorum. Kendime bimden sert kapaklı kareli defter de almıştım günlük yazmak için; fakat ondan çok verim alamadım. Kalemle uzun yazılar yazarken canım sıkılıyor ve elim ağrıyor bu yüzden sanki ev ödevimi tamamlıyormuşçasına kısa kesmeye çalışıyorum. Halbuki elimin sayfanın üzerinde uçarcasına hareket etmesi ve sayfaları doldurması gerekirken, beni motive etmesi için aldığım kalemler dahi işe yaramıyor ve en 9 Mayıs 2021 günü 17 günlük karantinanın sonunda  bir şeyler yazmıştım. Onun sebebi de arkadaşlarımla hayatta kalmak ve bu süreçte akıl sağlığımızı korurken verimli olabilmek için bir drive dosyasında günlük yapılması gerekenler listesi tutuyor, kendi işlerimizi tamamlamaya sadık kalmaya çalışıyorduk. O esnada ben de bahaneyle günlük yazmayı da bir ödev ve düzen haline getirmeye ve o günleri kayıt altına almaya gayret ederdim. Nihayetinde, hayatta kaldıktan, gerçekliğe ve yoğunluğa döndükten sonra defterin kapağının rengini dahi unuttum ve geçenler 19 Ocak başlığı atıp altına hiçbir şey bile yazmadım. Ama o günü hatırlıyorum biraz üzgündüm o yüzden öyle oldu. Bir de elim ağrısın ve canım ekstra sıkılsın istememiştim. 

Uzun lafın kısası daha konforlu olduğu için blog işine geri döndüm. Kendime güzel bir blog yazma atmosferi oluşturdum. Bu arada döndüm derken, şimdilik yani. Devamı, geleceği ve sürekliliği konusunda kendime hiçbir söz vermiyorum. Bu yüzden de böylesine güzel zaten.

Sevgili okur beni artık belli konularda tanıdığını düşünüyorum. Şimdiye kadar tam 235 kelime yazdım ve hiçbir şey anlatmadım. Bu kelime, 250 kelimelik bir yazma becerileri sınavında kabul edilen limit. Yani hiç azımsanacak bir miktar değil. Yine de bomboş içerik üretmek bunun bir işe döndüğü şu zamanlarda hiç de kolay değil. 

Bu evi 2020'nin eylül ayında tuttuktan ve içine taşındıktan sonra evim için aldığım ilk şeylerden biri fotoğrafta görülen minik mumlardı. Evde sürekli mum yakacağım, en nadide klasik müzik eserlerini ya da hiç yoktan romantik Fransızca şarkıları arka fonda hafif bir seste her daim mırıldanarak dinleyeceğim gibi bir sanrıdan muzdaripmişim o zamanlar. Elbette ben böylesine mod yükseltici ve uğraştırıcı aktivitelere girişmek yerine hiçbir şey yapmasam bile çok yorgun bitirdiğim günlerde tavanı izleyerek yatmayı tercih ettiğim için gerçekleşmedi. Hatta mumları çekmeceleri temizlerken buldum. Şu renkli olanları (daha büyük olanlar. kokuyorlar ve ikea'da satılıyorlar. Herkesin vardır eminim.) ise gözümün önünde tutuyordum renkli oldukları ve çokk azıcıkk koku saldıkları için ışık yanarken falan yakıyordum. En azından işe yarasın diye... 

Kadraja kolonyam girmiş. Bahsetmemek olmaz. Kendisi silver rose markasına ait pudra tazeliği kokusu ve iş yerinde tesadüfen kokladıktan sonra güzelliğine vurulup girdiğim bütün bimlerde kendisini aramama sebep olmuş parfümlü kolonya. Sanıyorum ve kendimden biliyorum ki bunu bilen bilir, bilmediği halde öğrenen de gördüğü yerde stoklar. eşe dosta hediye etmeye kıyılabilirse sıkça kolonya tüketilen şu zamanlarda çok makbule geçen bir hediye de olabilir; fakat dediğim gibi kendisini stokta bulabilmek çok zordur. Bim’lerde satılmakta ve diğer çeşitleri bolca varken kendisi bulunamamaktadır. Farklı semtlerdeki toplam 12 bim mağazasını gezdikten ve adım sayımı 10.000’e çıkarttıktan sonra bulabildim. Denk gelenlere tavsiye ederim, hatta sahaflarda basımı tükenmiş kitap aramanın bir muadili gibi amaçlaştırılmasını öneririm.

Hiçbir şey üzerine 498 kelime ve üç şarkı boyunca konuştuğumuza göre burada vedalaşabiliriz. Ne de olsa gerçekten konuşulması gereken bir konu var mı ondan da emin değilim.

Sevgiler,

Did 'em all

 


Hiç yorum yok: