23 Eylül, 2015

Yıllarca Bekledim, Belki Gelirsin Diye*



Her nerede dinlersem dinleyeyim, Hasret’in bana hissettirdikleri ve aklıma getirdikleri hiç değişmez.

Otobüs camından dışarı bakarken, aşinası olduğum şehrin şekil değiştirmesini keyifle izlerim. Önceleri kendimi içine konduramadığım, sonraları mutlulukla düşlediğim, kalbimi heyecanla hızlandıran derin bir hayale kapılır, camdaki manzara her ne olursa olsun, ben hep aynı şeyi görürüm: deniz kıyısında sıra sıra lokantalar. Öyle çok büyük de değiller, bahçesinde üç beş masa, içeride bir iki masa daha, o kadar. Deniz dingin, birkaç tekne geziniyor içinde keyifli balıkçılarıyla. Güneş batmak üzere, gökyüzünün maviliği kırmızıdan oluşan bir renk cümbüşü içinde kaybolmuş, son çırpınışlarını vermekte. Güneş batıyor, haliyle hava da serinlemiş. Kadınların ellerindeki ince hırkalar, omuzlardaki yerleri almış. Ve ben. Elimde beyaz, ince bir hırkayla yürüyorum restoranların sıralandığı, denizin varlığını sesiyle belli ettiği sokakta. Rüzgâr saçlarıma vuruyor, dağılıyorlar. Fakat böyle küçük detaylar o çerçevede bozamıyor moralimi. Sanki yüzüme yapışan bir gülümseme var ve ne yapılsa çıkamayacak gibi duruyor.

Hikâyenin bundan sonraki kısmını oluşturmakta oldukça zorluk çektim. Elinde beyaz hırkayla yürüyen kızın hırkasını biraz koluna kaydırırsak ve kucağında, sıkıca sarıldığı bir demet gül hayal edersek tamamlanıyor ancak parça; fakat bunu kendi yüzümle yapamıyorum. Yanındaki adamla neşelenen kızın ben olduğumu düşünemiyorum, ya da restoranlardan birine girip kendilerine yemek söyleyen o şirin çiftin bir parçası olduğumu… İzninizle, şimdi kenara çekiliyor sizi Orhan Pamuk’un anlattığı Saf ve Düşünceli Romancı kişiliğinizle yalnız bırakmak istiyorum. Hikâyeyi kim üzerine oluşturduğumun bilinmesini değil, eğer çok gerekliyse tahmin edilmesini ve bunun sessizce yapılmasını diliyorum. Eğer cevabı bulursanız, lütfen yazının sahibini utandırmamak adına kimseyle paylaşmayınız.

Hangi şanslı restoran olduğunu bilemediğimiz mekâna giriyoruz sizlerle birlikte. Ahşap, küçük bir bina. Hayır, ahşap olması hayatımdaki kimi binaların bana verdiği esinden kaynaklanmıyor. Deniz kenarında, çimenler arasına kurulmuş serin havalı bir lokantanın duvarlarının soğuk tuğlalarla kaplı olduğunu hayal edemiyorum, tek sebep bu. Okuduğum kitaplar ve izlediğim filmlerin bende oluşturduğu tip üzerine, mekânın sahibinin orta yaşın üzerinde bir adam olduğunu düşünmeyi tercih ediyorum. Masaya oturan genç çiftin siparişlerini deneyim ve püf noktalarla dolu tarifleriyle hazırlamak için içeri geçtiğinde, küçük korkak kızımız, karşısında oturan, gözlerine baktığı adamla yalnız kalıyor. Aralarındaki ilişkinin durumunu kestirmek pek güç, söyleyebileceğim tek şey birbirleri hakkında o an için hissettiklerinin güçlü duygular olduğu. Saatlerce konuşup yorulmadıkları, birbirleri hakkında her şeyi öğrenmekle yanıp tutuştukları birkaç saat bize ilişki durumu hakkında bilgi vermese de, daha fazlasını anlatıyor. Örneğin aralarındakinin yoğun bir his olduğunu... Aşk olmasa dahi, herhangi bir duygu da yoğun olduğu sürece benim için romantik bir hikâyenin başkahramanı olabilir. Bu da, öyle bir hikâye. Tutkulu bir aşktan ziyade, yoğun bir sevginin öyküsü.

Ve Tanju Okan araya havanın aydınlığı çekilmişken giriyor. Belki Kadın Kokusu filmindeki malum sahneyi çok sevdiğimden olacak, bu güzel hikâyeyi danssız, bu dansı da Tanju Okan’sız düşünemiyorum. Ve kendiliğinden zihnimde canlanan bu hikâyede en büyük pay kelimeleri bir araya getirmekte değil, Hasret’te. Şarkının geneli bir ayrılık parçası olsa da, ben onu yeni başlayan bir mutluluğa ve ritmini de yavaş edilecek bir dansa yakıştırıyorum. Bitmemesi için yavaşlatılmış, rüzgârın kokuları taşımakla ve saçların temasını sağlamasıyla destek verdiği, uzun bir dans…

Küçük kızımızın hikâyesini onlara biraz mahremiyet vermek adına burada kesiyorum. Sonrasında olacaklar ikisini ilgilendireceği gibi, birkaç ay sonraki durumlarını da kestirmek güç. Belki beni heyecanlandıran bu dans sahnesinden günler sonra bir ayrılık gelecek ve filmlerin en güzel kısmından sonra ne olduğunu bilemediğimiz gibi bu hikâyeden de haberdar olamayacağız. Belki, gerçekten her iki taraf da birbirine hasret duyacak. Yeni başlayan mutluluğun şarkısı, sonlarında da yanlarında olacak.

Kim bilir?

*Aslında Çık Git İçimden’e ait olan bu söz,  yazının kısa bir özeti gibi.

Hiç yorum yok: