08 Ekim, 2011

Tanrılar da Ağlar ~Basketbol~

Andaç'la buluşmamızın ardından aceleyle eve gitmemin altındaki asıl amacı gerçekleştiremedim. En azından o akşam. Andaç'ın sözlerini kafamda evirip çevirdim. Kıllı ve yaşlı bir heriften gelen nota cevap verme ihtimali beynimi öyle kurcaladı ki, rüyamda gay yaftası yiyip beysbol sopasıyla dövüldüğümü görüyordum. Neyse ki sadece bir rüyaydı.

Kararsızlıkla ve içim içimi yiyerek geçirdiğim üçüncü günün sonunda soluğu kitabı ve içine yazdığım notu bırakmak için kütüphanede aldım. Görevlinin tüm ısrarlarına ve garip bakışlarına rağmen kitabı yerine kendim koymak istediğimi söyledim. Kısa süren bir inatlaşmanın ardından benimle uğraşmak yerine arka bahçede sigara içerek mesai doldurmak daha cazip gelmiş olacak ki, birkaç mırıldanmadan sonra beni yalnız bıraktı. Bense sözlerini ve kabalığını yaşlılığına verip kitabı özenle aldığım yere yerleştirmiş, dershanenin öğle arası gelenekselleşen kantin muhabbetlerine yetişmek için kütüphaneden hızla çıkmıştım. Benim çıktığım hızla kütüphaneye giren kızsa bana çarptığı halde geriye dönüp bakmamış, aceleci tavrıyla sinirimi bozmayı başarmıştı. İnsanlar arasında itilip kakılmaktan ve özür dilenmemesinden nefret ettiğimi düşünerek dershaneye yürüdüm, sıkıcı günlerimden birini daha geride bıraktım. Ders çalışmakla ömrün geçmeyeceğini, baba parasının da pekala yeterli olabileceğini dahi düşünecek kadar zavallı bir durumda, sınavdan, derslerden, okula gitmemekten, arkadaşlarımdan ve şehrimden bunalmış bir halde yaşamımı idame ettirmekteydim. Anlamını yitirmiş nesneleri sadece yazarken, boyalı parmaklarımı kağıt üzerinde gezintiye çıkarırken tam anlamıyla rahatlıyordum. Bu günlüğü yazma amacım da aşık olduğum kızı anlatmak kadar yaşama amacımı kendime hatırlatmaktı. "Şimdi kağıtların üstünde gidip gelen ellerim titremez artık, yolunu bilir şimdi." Ben zaten yazacaktım, anlam katan nadide bir unsur oldu bu aşk sadece. Öyle bir aşk ki, saçlarına, yürüyüşüne, dokunuşuna, bakışlarına, parmaklarına, tırnaklarına, kaşlarına, duygularına, duygusallığına, kalbine aşık oldum. Pek zor bir durum bu duyguların tümüyle birden baş etmek; ama olmak zorunda.

Esasında, notu sadece eğlence amaçlı yazmıştım. Karşımdaki insanı asla tanımayacağımı düşündüğüm için öylesine rahattım. Normal zamanda karakteristik özelliklerimden ötürü "Hiçbir şey bir gün çakışacak yollarımızdan daha garip olamaz. Saçlarının kokusunu burnumda hissedeceğim güne kadar, seni özlemle hatırlayacağım." yazmam, yazamam. Fakat bunu yapmış ve o kitabın arasına bırakıp koşar adımlarla suç mahallinden -kütüphane- uzaklaşmıştım. Bu tip fazla özgüvenli sözler ancak Andaç'tan beklenen şeylerdi. Ben her zaman umursamaz çocuktum. Oysa bu sözcükler bariz bir asılma, yavşama, her türlü argo söz öbeğini içine alan bir girişimdi. Sonradan anladım ki aslında onlar üçüncü gözümün, hatta dördüncü gözümün fısıldadıkları, Tanrı'nın yüreğime kondurduğu fikir tohumları ve uğruna savaşacağım amacımmış meğer. Bir gün gerçekleşmesine asla ihtimal vermediğim ve istemediğim bu olayın hayatımı etkileyeceğini içgüdülerim aslında çok önceden söylemiştir bana. Tam bir serseri olarak tabi ki ben bunu o zaman anlayamadım.

Akşamüzeri eve gelip annemi ve babamı pahalı kıyafetleri içinde, davetli oldukları bir resepsiyona giderken gördüğümde evde durmak benim içimden de gelmedi. Şortlu eşofman takımımı giyip basketbol topumu da alarak sitedeki basketbol sahasına herkesin evlerinde uyukladığı bir zamanda indim. Pota ile buluşan topun çıkardığı ses ritmik görüntülerle birleşince kafamı rahatlatan bir meditasyona dönüşerek fikirlerimi kafamdan atmamı, tilkileri düşüncelerimden kovmamı sağlıyordu. Sahadaki tok sesler etrafıma kuş dahil hiçbir canlının yaklaşmasına mahal bırakmıyor, uzun zamandır ders çalışmak dışında elde edemediğim yalnızlık ve güven hissini veriyordu. Havuzun ışıklarıyla aydınlatılan gecede, tüm kötülüklerin anası olan karanlık benim annemde dahi bulamadığım şefkati barındırıyordu. Saatler gece yarısına dayandığında bana adım adım yaklaşan kişiye döndü gözlerim. Andaç'tı gelen. Şaşırmadım gelişine. Bir yanım onu en başından beri bekliyordu.

- Delirdin mi sen bu saatte, gidip yatsana. Yarın dershanen var.
- Kafam bozuk.
- Şöyle ergen ergen takılma bana. Git yat.
- Çok istiyorsan sen gidersin.

Uzun uzun, tek söz etmeden baktık birbirimize. Kavga edeceğimizi zannettim, onun yerine topu elimden alıp potaya bir ikilik attı. Girmedi. Ben de denedim. Başarısızdı. Yarım saat boyunca canla başla, sanki aramızdaki konunun çözümü atacağımız sayılara bağlıymışçasına maç yaptık Andaç'la. Berabere bitti. Yorgunluk dayanılmaz dereceye ulaştığında saha kenarındaki banka oturup terlerimizi silmeye başladık. Söze başlayan o oldu. Ben hâlâ bir çocuk kadar kırgındım ona. Sebebini dahi bilmeden..

- Seni daha önce bu kadar hırslı görmemiştim.
- Kafam bozuk demiştim.
- Ne oldu?
- Notu bıraktım. Kitaba. Kütüphanedekine.
- Ee, bu depresyona girmen için bir neden değil.

Sözlerindeki suskunluğa binaen anlatmak isteyip anlatamadığım tüm detayları döktüm ortaya. Broşür dağıtıcısı kızdan başlayıp kütüphanedeki görevlinin sözlerine, ailemle olan sorunlarımdan sınav stresime kadar içimden o anda geçen her şeyi anlattım. Anlattıkça rahatladığımı hissediyor, vadesi dolmuş bir balonun patlama sınırında olduğumu yeni yeni fark ediyordum. Sözlerimi bitirdiğimde uzun bir sessizlik oldu aramızda. Sanırım ikimiz de düşünüyorduk.

- Boşluktasın. Bir şeylere ihtiyacın var. Sevmeye. Kimi olursa.
- Aynen öyle.
- Bir kedi falan al. Ne biliyim, kuş besle, köpek besle. Seveceğin kişi bir insan olmak zorunda değil.
- Aşık olmak istiyorum.
- Olmuşsun zaten. Broşür dağıtan kıza. Fark etmiyor musun?
- Fark etsem neye yarar? Bir daha görebilecek miyim?
- İstersen neden olmasın? O kızı biliyorum. Geçen gün yanımda olan kız değil mi?

Sessizlik. Ardından Andaç'ın kahkahası.

- Çağrı yoksa sen bunun için mi kızgınsın bana kaç gündür?

Ardından yine sessizlik. Ve Andaç'ın sönen kahkahası.

- Anladım, hoşlandığın kızı her türlü oyunla elde ettiğimi düşündün sırf o gün birlikte yürüyoruz diye. Bak bunu bir kere söyleyeceğim bir daha asla açmayacağım konuyu. Öncelikle bir derdin olduğunda benimle paylaş, sor bakalım neymiş işin aslı. O kız var ya, babası şu bizim pederin inşaat sektöründe oldukça tanınırdı. Parayı tuvalet kağıdı niyetine kullanırlardı ailece. İki nesil sülalesine bakacak parası vardı adamın bankada. Sonra-

Pür dikkat onu dinlediğimi görüp gülümseyerek konuşmaya devam etti. Oysa benim içimde bir şeyler kopuyordu ağzından çıkan her sözle.

- Sonra bir dolaplar çevirmiş bu herif, iflas etti. Nesi var nesi yoksa aldılar elinden. Yatları, katları tuzla buz oldu. Eski kodamanlardanlardan yani. Zaten tanırsın sen de, Tarık Erduman. Erduman Holding yönetim kurulu başkanı.

Tanıyordum. Ülke basınını günlerce meşgul etmişti Tarık Erduman'ın yurtdışına kara para kaçırmakla suçlanması, mahkemeleri, cezaları, birkaç aydan sonra hapisten çıkışı.. Bir yıl önce olmuştu bu olaylar. Ve unutmam imkansızdı. Tarık Erduman benim birebir tanımadığım, babamınsa yakın arkadaşlarındandı. Av partileri, jokey toplantıları yaparlardı. Fakat dediğim gibi ne kendisini, ne ailesini tanırdım. Zaten babam da adam düşüşe geçtiğinde onunla görüşmeyi kesmişti. En zayıf halkaydı Erdumanlar artık.

- İşte böyle. Adam koskoca holdingi batırdıktan sonra takdir edersin ki malikaneler yerine 100metre kare evlerde yaşamaya başladılar. Borçlarını temizlemekle meşgul hâlâ. Olan o kıza oluyor. Efsane'ye. Biraz olsun para kazanmak, babasına yardım etmek için yapıyormuş. Annesi avukattı, eve ocağa uğrayamıyormuş kadıncağız ekstra işlerden. Babasını suçluyor ölesiye. Ama yine de yardım etmeden yapamıyor. Zaten milyon dolarlık borcun altında ezilip kalırlar. Aç kalırlar yemin ediyorum. Öyle işte. Efsane uzun zamandır arkadaşım. Yanında olacak birine ihtiyacı var.

Duyduklarımdan etkilenmediğimi söylemem inandırıcı olmaz. Günlerdir düşündüklerim beni utandıran gerçekler olarak yüzüme vurmaya başlamıştı. Efsane hakkında da, Andaç hakkında da söylemediğimi bırakmamıştım. Sahi, Efsane ne güzel isim öyle.. Efsane.. Benim Efsanem demeye çok müsait. Keşke.. Ama, neyse.

- Üzücü şeyler bunlar. Çok şanslısın sen. Yanında olabildiğin, ona yardım edebildiğin için. Böyle bir şansın var en azından.

Manalı ve hayal kırıklığına uğramış bir gülümsemenin ardından yanımdan tek söz söylemeden kalktı Andaç. Sanki bu kadar kör olabilmeme şaşırıyordu. Bense her zamanki terkedilmişlik duygumla saat gecenin üçünde pahalı bir sitenin basketbol sahasının kenarında elimde topumla oturuyordum. Telefonum çalıp annemler eve çağırdığında tüm kızgın söylenmelerine kulaklarımı tıkayıp yatağıma gittim. Fazlaydı duyduklarım.

Sliwer: *kıps* En mantıklı fikir seninkiydi.

2 yorum:

Sliwer dedi ki...

Andaç'ı seviyor muyuz? Bu soruya tereddütsüz evet demeliyim. Efsane ise.. O hususta sizinle odamda özel olarak görüşelim sayın Yeşil.

Ayrıca fikrimin beğenilmesi gururumu okşadı. :P

Didisko dedi ki...

Efsane'yi ben çok sevdim. niye sevmiyorsun? ühühüh.

şırfıntı senii. :*