25 Ağustos, 2021

 Peş peşe yayımladığım iki postu, bir hikayenin devamı olarak 2018 yılında yazmıştım. Neden yazdığımı ve neden yayımlamadığımı hatırlıyorum. Aradan yıllar geçmiş ve ben benzer zamanları yeniden yaşarken, geçmişin de blogumda yer almasını istediğimi fark ettim. Tıpkı bugünlerin de kendine yer bulmasını istediğim gibi. 

Artık o zamanlardakine denk içli cümleler kuramıyor, özenmek için enerji bulamıyorum. Ya da basitçe yapamıyorumdur bilemiyorum ki. Yaşanan her şey insanı biraz etkilediyse eğer, belki de benim umutlarımı değiştirmiştir. 

Gereksiz bir kişisel gelişim kitabı okuma ihtiyacındayım. Anlamak, anlamlandırmak ve önlemek istiyorum. 

Uzun zamandır buralarda değildim. Kendimi dinleyip duygularımı süzemedim ki. Çoğunu bastırdıklarım şimdi korkutucu bir yoğunlukta gün yüzüne çıkıyor. Savunmasız kalmak, ipleri elimden kaçırmak tehlikesi yaşıyorum. Bu sefer buna asla izin vermeyeceğimi biliyorum.

Tarih bizi isyancı olarak ansa da devrime soyunmaya; fakat elmayı da suçlamaya devam.

Sevgiler

D

Geçmişe mazi derken

En kötüsü de ne biliyor musun?


O Arka Bahçe’de camlara yaslanırken ne derece büyük bir ilgiye mazhar olarak önemsendiğinin hiç mi hiç farkında değildir. Ellerinin teki cebinde, karşısındaki kiremitlere oturan arkadaşını dinlerken, monologu bir diyaloga dönüştürürken, yanından geçen köpeğin başını sözünü hiç kesmeden okşayıp bahçeye bir bakış, kahveden bir yudum ritüeline devam ederken etrafından onu soyutlayan bir hare varmışçasına kayıtsız kalışı mı en kötüsü yoksa gözünü ara sıra bahçede gezdirip bir çift yeşil gözle kısa buluşmalarındaki samimiyet mi hiç anlayamadım.


Bilen bilir, dünyada yeşil gözlü insan sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Göz renginin yeşil olduğunu söyleyen; fakat aslında ela göz rengine sahip insan sayısı ise saymakla bitmez. Bunların ise ne idari yargıyla ne de konumuzla bir ilgisi var.


Anlayamadığım bir diğer nokta, okula diye evden çıkıyorsun, dönemin en zevkli ve zor dersine doğru yol alıyorsun. Tamam buraya kadar olan kısmı anlıyorum; fakat anlayamadığım esas nokta nasıl oluyor da tüm bankları tanıdık yüzlerle dolu bahçe bir anda, sırf o gün, o saatte aynı makineden çıkmış kalitesiz kahveyi yudumlarken gözleriniz buluştu diye anlam kazanabiliyor? Ne var yani o sırtını dayadığı camdan uzaklaşıp karşıdaki banka oturduysa? Neden şimdi? Romantik bir bakışla bu, “şimdi olmalıydı.” anlamı taşıyabilir ve “şimdi olduysa sebebi vardır.” sonucu da çıkabilir; fakat romantizme dair inançlarım ev arkadaşımın “aşk, ayak oyunlarından ibarettir ve iyi dans eden kazanır.” dediği gün ölü doğdu. Oysa ben iyi derecede bachata bilirdim.


Bunun bir öykü olmasını bekliyordum. Eh, öykü yalnızca içsel çekişmelerden değil bir miktar aksiyondan da doğacağına göre, yıllarca tanışılmayan biriyle tanışmanın yollarını bulup kendi hikayeni yazmak gerek. Vita activa ve tembellik hakkını aynı anda savunan bir insan olarak daima hikaye yazarının baş kahraman olduğuna inandım. Masallar ve toplumsal cinsiyetle ilgili yazılmış bir seminer ödevim de vardı; fakat sanırım bu da ne idari yargıyla ne de konumuzla ilgili.





Uykudan Sonrası

Bir söz düştü aklıma. Nerede okudum, yoksa bir şarkı sözü müydü şu anda hatırlayamıyorum; fakat "Bir hikayenin başkahramanı olduğunu düşün ve her gece o hikayenin sona erdiğini... Hikayenden memnun musun?" minvalinde bir şeyler anlatmak istediğine eminim. Bir hikayenin kahramanı olsaydım ilahi bakış açısı kullanan yazar benim için nasıl bir anlatım yapardı, iç çekişmelerimi nasıl yazardı ve yolda yürürken benim  görüp her biri hakkında öznel fikirler edindiğim yan kahramanlar hakkında o ne düşünürdü öteden beri merak etmekten kendimi alamamışımdır. Bu yüzden havanın karardığı saatlerde perdesi açık evlerin manzaralarını izleyerek yürümekten keyif alırım. Kimisi ışıkları kapalı maç izler ve halıda oyuncaklar vardır, kimisi sabahtan serdiği çamaşırları katlar ve o an kafasından geçen binbir düşünce yüzüne yansır. Her ne şekildeyse de, maç izleyen beyefendinin içeride uyuyan bebeğinin varlığı benim içimi ısıtır. Bu yüzden sokaklarda yürürken ilahi bakış açısı kafamın içine yerleşir ve kafamda "live" hikayeler yazmaktan kendimi alamam.


Yine böyle bir gün yanımdan geçenlere hikayeler  yazıyor, pek de ilgimi çekmeyen birtakım bilgiler öğrenmek üzere gittiğim dersten zihnimi uzaklaştırıyordum. Yanından geçtiğim evsiz için pek dikkate değer gelmemiş olmalıyım ki, kafasını ilk çeviren o oldu. Şemsiyeli kadın telefonundan başını kaldırmadığı için onu izleyen beni fark etmedi ve hatta koşturarak oyun oynayan köpekler oyunlarına o kadar dalmıştı ki bana çarpmaktan son anda kurtularak aksi yöne koşmaya devam etti. Bir şaman ayini esnasında yanında olur ve kendine özgü melodisini dinleyerek diğer boyuta yükselirseniz odada bir şahinin kanat çırptığına yemin edebilirsiniz. Ben de o yokuşta bir hikayenin kahramanı olduğuma yemin edebilirdim. Botların ağırlığı mıydı yavaşlatan, arka bahçenin heyecanla karışık kasveti miydi pek çözemediğim için, zaman akmayacak derecede ilerler olmuştu.


Kulaklığımdan yükselen müzik hislerimi, heyecanımı, bıkkınlığımı, düşüncelerimi kontrol ediyordu. Hareketli bir parça, biraz umut demekti.


Balkonlarında çiçekli saksıların yer ettiği ve görünen tek rengin gökyüzünün mavisi olmadığı bir yer hayal ediyorum. Fotoğrafta görülüp ait hissedilen yer, her zaman gidilmek istenen, asla gidilemeyecek bile olsa hayal etmenin mutlu etmeye yettiği bir yer… Yüksek ökçeli ayakkabıları ve günlük elbiseleriyle sokakta yürüyen kadınlar, onlara eşlik eden centilmen beyefendiler ve konuştukları, insanın içini ılıtan onlarca konuyu düşünüyorum.


Kimi zamanlarda, okuyup zihnimde canlandırdığım ve kendimi sokaklarında hayal ettiğim şehirler var. İnsanlar beni göremiyor, yalnızca izleyiciyim. Beyaz tokalı kadının tokasını saçlarından çıkarırsam bunun sorumlusu rüzgâr olur ve kırmızı elbisesinin etekleri havalanırsa mahallenin yaramaz çocukları ikaz edilir. Yanından geçen beyin dudaklarındaki hafif kıvrım, çocukluğunda bakkaldan bir yerine iki sakız alırken yüzünde oluşan muzip gülümseme kadar masum. Hikâyesi için ne kadar önemli olduğunu bilmeden kendini görünmez hissettiğinden yakınan tüm o insanların aksine tam bir sessizlik hali isteğim. Belki bu işe manavın elmalarını yuvarlayarak başlar, ardından Raskolnikov’un baltasını saklayarak devam ederim. Zannediyorum ki yazarların isteyeceği türden bir okur düşüncesi değil buradaki; fakat zaten gerçekleştiremeyeceğim bu isteğimi hayale de mani olamam ya.


Bir diğer mesele, cevaplanmamış sorular. Örneğin yazar eski divanına oturmuş örgü ören kadının gelecek ay ziyaretine beklediği oğlunu mu yoksa beş dakika önce kedisinin döktüğü süt tenceresini mi düşündüğünü bilmediğini söylerken ne derece samimidir? Genç delikanlının katili yaşlı kadın değil diye, kapısından her gün gürültüyle geçen çocuğu öldürmeyi asla düşünmediğini söyleyebilir miyiz? Yazarın, yaşlı kadını korumak adına düşüncelerinin bir belirsizlik havuzu olduğunu söylemesine ne kadar inanabiliriz? Cevabından asla emin olamayacağımız soru budur bence. Çünkü ben yazar bizim kafamızı üç yılda bir ziyarete gelen hayırsız oğulla oyalarken, ihtiyarın, genci öldürüp kuyuya atma düşüncesi beslediğini ve bunu hikâyeye veya yazara duyduğu saygıdan yapmadığı kuşkusunu taşıyorum.


Her neyse, bunların konumuzla pek de ilgisi yok zaten. Yalnızca aklıma geldi işte. Müzikten midir nedir. Konumuza dönelim.


Arka bahçe öyle bir yer ki, eğer bir"Mutlu anlar ajanda"nızvarsa, her gün yazabileceğiniz güzel bir anınız bulunur: "Bugün dersten sonra saatlerce arka bahçede oturduk.", "Bugün derse gitmedim ve saatlerce arka bahçede oturdum.", "Bugün kütüphanede ders çalışıyordum ve arka bahçede Tülin'le karşılaştık."Örnekler yaratıcılığınıza ve kişisel günlüğünüzde dahi kullandığınız edebi seviyeye bağlı olarak çeşitlendirilebilir. Ve arka bahçeye asıl anlamını veren, her hareketini izlemekten keyif aldığınız birilerinin olmasıdır. Çiçekli kiremit sütunlara oturup bacak bacak üstüne atışını, böyle oturmaktan rahatsız olduğu için ayağa kalkıp camlara yaslanışını, konunun devamını anlatması için arkadaşının kolunu belli belirsiz dürtmesini dahi kayda değer buluyorsanız birinin, elbette arka bahçede saatlerEinstein'ın Genel Görelilik Kuramı'na pek de önemli olmayan kanıtlar sunan örnekleme dönüşür.


Hiç değişmeyen bir rutini var. Derse geldiği günler bellidir. Derse geldiği günler arka bahçeye ders saatinden çok önce geleceği bellidir. Etrafındaki arkadaşları, birkaç gün tahta banklarda zaman geçirdiğiniz zaman size dahi tanıdıklaşır. Eğer dinlediği şey yüzünü güldürmüşse kafasını onaylar sallayışı ya da bazen duyduklarından hoşnut olmamış olacak ki kaşlarının yukarı kalkışı, -böyle anlarda cevapsız kalıp içindeki eleştirileri kendine saklar- ve bazen içinden gelen, tutamadığı o kahkaha sürprizlerle dolu değil, gözlemcisi için beklenendir.


Herkesin ismi olmaz. Bazılarını, zihnine kazınan siluetiyle hatırlarsın. Çoğu zaman çiçekli sütunlarda, eğer o gün şanslıysa tahta banklarda ve nadiren ön sıralarda... İşin zevkli olan kısmı da belki de bu hikaye yazma süreci, kendiliğinden geçmiş ve gelecek uydurma, ona kendi yakıştırdığın bir ismi koyma...


Eh, her zaman pek de kolay olmaz ya...