31 Ekim, 2018

1 Kasım karşılaması

Hikayeyle ilgili taslaklarımda iki post olsa da ikisini de yayınlamaktan çekiniyorum. Acaba, instagramımda linki bulunan açık bir blog sayfasında değil de açacağım yeni bir blogda mı yayınlasam diye düşünüyorum. Yazdıklarım fazla samimi ve gereğinden fazla dürüst oldu. Günlük yazmıyoruz burada azizim, öykü olması gerekirdi. Sanırım üzerlerinden biraz geçmem ve sansürleyerek paylaşmam gerekli.

Geçtiğimiz birkaç gün oldukça hareketliydi. Cuma gecesi ders çalışırken ani bir kararla cumartesi akşamı samsun’a gitmeye karar verdim. Biliyorsunuz kriz anları geçicidir ve iki normal arası döneme tekabül eder. Ben de bu anda aniden İzmir Caddesi’ne giderek biletimi aldım, vazgeçmeme fırsat tanımadan kriz anımı olabildiğince uzattım. İyi de oldu, deniz havası insanı özgür kılar.(bkz: kent havası insanı özgür kılar.)

Bugün ise güzel ve yoğun tatili bitirerek sabahın 7sinde uyandım, 8de bindiğim ankara otobüsünden 13.15te inerek eve geldim, birkaç halledilmesi gereken işin ardından okula gittim.

Yayınlanmayan taslaklarımdan ikisinde de yargı dersi öncesi arka bahçenin anlamlılığından bahsetmiştim. Bir çay içmek tüm yorgunluğu alıyor nitekim ve insanın üzerine yeni yükler yüklüyor. Akşamında ise katılmam gereken bir toplantı olduğu düşünülürse eve ulaşmam 23.00ü buldu ve yine birtakım işleri hallederek yatağa girmem 00.00’a tekabül etti.

Planlarıma göre yarın 9da kütüphanede olacak, çılgınlar gibi ders çalışacak, derslerime girecek, ardından ise arkadaşlarımla ders çalışacaktım. Şu anda saatin 00:45 olduğu göz önünde bulundurulursa planlarımın yaklaşık 2 saat gerisinde kalmam bile oldukça olumlu olacak.

Göreceğiz. Yarın burayı güncelleyeceğim.

Ayrıca, kasımın gelişini Meg Ryan filmi izleyerek kutlamak gerek, haksız mıyım? Ya da belki cso’ya gitmek gerek. Ya da belki hazır 24 saate çıkarılmış olan kütüphanede çılgınca çalışmak gerektir.

Görüşmek üzere canım okur.

19 Ekim, 2018

Kafamızı yastığa koyduktan sonranın hikayesi.

Eski takipçilerim(1 kişi falan) bu blogu ilk açtığımda bir hikaye yazdığımı ve hatta blogu Eray Devrim Duman’ın gülsahsüperbirkızlan blogundan esinlenerek açtığımı iyi bilirler. Çünkü bu konu üzerine bir yazım, bu yazı üzerine Eray Bey’den gelen bir blog yorumum vardı herkese anlattığım. Heyecanlandım hocam ne yapabilirsin ki.

O zamanlar hikaye interaktif şekilde ilerlediği, lise arkadaşlarım olayın kahramanı olduğu ve ben de sık post attığım için çok eğlenceli gelişiyordu. Yazınsal değeri belki pek düşüktü; fakat bana o dönemler için çok yeterli ve mutluluk verici gelirdi. Her güzel şey gibi bitmek zorunda kaldığından, ben de gündelik hayat yazıları yazmaya başladım. Çok sonraları, belki yıllar sonra, yine bir hikaye yazma girişimim olmasına rağmen ilki kadar keyif vermediği için yarıda bıraktım. Oysa kimse okumuyorduysa da o hikayeyi abim okurdu ve onun için dahi devam etmeliydim gibi düşünüyorum şimdi. Belki hayat koşulları, belki sınava hazırlanma süreci, hikayeyi devam ettirmek için ihtiyaç duyduğum motivasyonu sağlayamadı ve kaldı öylece.  

Şimdilerde aklımda yine yazmak ihtiyacı var. Kpss yayınları favorilermi yazmak istemediğimden bir öyküye başlamayı düşünüyorum. Belki de bugün doğru bir gün. Sonuçta burası mikro-blog olmanın da ötesinde, gerçekten bir blog. 

Öykü yazmaya başlamış olmam gündelik hayat postları atmayacağım demek olmadığı gibi, başlıklar arası farklılıklar ayırt etmenizi kolaylaştıracaktır. Hikayede yer alan kişi ve kurumlar gerçek hayattan esinlenilmiş olsa da, olaylar tamamen hayal ürünüdür. Uzun lafın kısası, baş kahramanla çok büyük benzerlikler taşıyacak olsam da(o durumda dahi), aile bireylerimin de kolayca erişebileceği bu sayfaya gerçekte yaşanmış olaylar yerine kurmaca şeyler yazacağım. İşin güzel yanı da gerçek ve kurmacanın ayırt edilemeyen biraradalığı.

Uykudan önce görüşmek üzere sevgili okur.