6 ülke, 10 şehir, 2 köy(evet. köy.) sığdırdığımız 21 günlük turun ilk durağıydı Berlin. Sürecin tamamını not aldım ve o notlardan yola çıkarak bu postu hazırlıyorum; çünkü yaşarken çok hoşlanılan anılar sonrasında unutulabiliyor. Unutmak istemediğim bir yaşam deneyimiydi. Anıdan fazlasıydı; çünkü bu süreçte yalnızca yeni yerler görmedik. Öncesinde hayal edemeyeceğimiz türlü problemler yaşadık, sıkıntılar atlattık, ilginç insanlarla karşılaştık. Çok güldük, çok üzüldük, stres yaptık. Stresten ve olumsuzluklardan dolayı üzüldük, sinirimiz bozulduğu için günlük. Konsantre bir 21 gündü yani, birkaç ayın tüm duygu değişimlerini bu sürece sığdırdık; fakat kesin olan bir şey var ki yaşarken çok fazla göze batan olumsuzluklar dahi geriye dönüp bakarken anı olarak kalıyor. Tüm açıklığıyla anlatacağım blog serisinin ilk kısmına hoşgeldin sevgili okur!
Berlin otobüsümüze varışımızla başlayan adrenalin, gezinin diğer 20 gününde de yanımızdan ayrılmadı. Sabah 04:30'daki otobüsümüze gitmek için, buranın gece tramvaylarını kullanmak için yola çıktık; fakat gideceğimiz otobüs istasyonuna tek tramvayla ulaşmak mümkün değildi. Sırtımızda 10 kilo, önümüzdeki sırt çantasında 4 kilo ve kolumuza taktığımız 2 kiloluk el çantasıyla, iki tramvay arası aktarma yaparken, ikincisini kaçırdık. Zaman hızla daralırken ve biz otobüsü kaçırma tehlikesine her dakika yaklaşırken çaresizliğimizi fırsata çeviren taksi şoförünün olduğundan yüksek fiyata istasyona götürmesine dahi göz yummak zorunda kaldık, yine de otobüsü kaçırsak yanacak olan parayı düşününce çok da takılmadık. Kolay değil sevgili okur, eurozone'a giriyoruz. Her kuruşun önemi var.
Hostelimiz kaldığımız diğer hostellerle kıyaslayınca oldukça rahattı; fakat merkeze çok uzaktı, bu yüzden metro haritasını etkili bir şekilde kullanma becerimi geliştirdim. Yine de muhitinin iyi olması bir avantaj; çünkü Paris'te bu kadar şanslı olmayacaktık.
Sabah hostele varıp eşyalarımızı bırakıp gezimizin ilk "tuvalette makyaj" kısmını da deneyimledikten sonra merkeze, free walking tour'a katılmaya gittik ve işte hayatımın tam da bu anında free walking tour'ların aslında ücretsiz olmadığını öğrendim.
Brandenburg Kapısı
Berlin'de bulunduğumuz ilk turistik yer, Mitte. Aynı zamanda turların başlangıç noktası. Her şeyin başı.
Şimdi şöyle ki, turun başında rehber bizden bir ücret talep etmediklerini, tur sonunda memnun kalırsak bahşiş vereceğimizi söyledi; fakat tur bittikten sonra da, kişi başı 10-15 euro bahşiş istediklerini söyledi. "Abicim sen resmen bize fatura çıkardın, bu nasıl bahşiş" dedikse de, içimizden dediğimiz için pek faydasını görmedik. Yine de bu turlar, sonunda bahşiş vermeli şeyler oldukları için rehberler iyi zaman geçirtiyor, eğlendiriyorlar. Bir kere kuru kuru gezmeyip tarihini ve anlamını öğrenmek gibi muhteşem yanları var. Yine de 10 euro nedir yahu. İnsaf. E hadi bu adam 10 euro bahşiş isterken hiç utanmadı, çat diye çıkarıp 20 euro vermek nedir? Parası olan insan neden free walking tour'a katılır ki. Hayret bir şey.
Berlin'e gitmişken Türk Mahallesi Kreuzberg'e elbette ki gittik, bir markete girip özlediğimiz abur cuburları almayı ihmal etmedik. Polonya'nın bisküvidir, çikolatadır, cipstir gibi atıştırmalıklarını sevemedim. Bisküvi çeşitleri çok az, keza cips çeşitleri de öyle... Yalnızca sade, paprikalı, peynir soğanlı ve et aromalı cipsler var. Cips gibi cips olan Ketçaplı Ruffles olmadıktan sonra ne anladım ben cipsten. Gezi boyunca genelde öğünleri atıştırmalıklarla geçiştirdiğimiz düşünülünce damak tadımıza uygun atıştırmalıklar bulabilmek sevindiriciydi.
Eh, Berlin'e gidip döner yememek de olmaz. Ben ki, efsanevi dönerler diyarı olan Samsunlu biri olarak Ankara'da dahi döner yemeyen biriyim, gittim Berlin'de döner yedim. Aşırı açken yiyince güzel geliyor. Lezzeti ucuza almak isteyenler için.
Berlin Duvarı gezmesi en keyifli kısımlardan biriydi. Fotoğrafların arasından seçemediğim için hepsini birden koymaya karar verdim, hepsi de güzel.
Checkpoint Charlie, Berlin'in turistik yerlerinden. Duvarda da yerini almış.
"Duvarın batısında bulunan bu
resimde Eski Sovyet Lideri Leonid Brezhnev ve Eski Doğu Almanya Lideri
Erich Honecker öpüşüyor. Resmi yapan ressam Dmitri Vrubel
çalışmasına “My God, help me to survive this deadly love” ismini vermiş."
Aşırı soğuktu. Ama aşırı.
Foursquare kullanmıyorum, yalnızca Berlin duvarı.
Berlin duvarı bana kırmızı topuklu çizme giyen bir şarap şişesiyle selfie çekme imkanı verdi. Aro Berlin Duvarı.
Sanırım favorim
Kimsenin bu blogu gezilecek yerleri görmek, turistik yerlerin adresini öğrenmek için ziyaret edeceğini düşünmediğim için hangi meydanlara gitmek gerekir, Televizyon Kulesi nerededir sorularını cevapsız bırakacağım. Gezilen meydanlar bir gün unutulacaktır gibi hissediyorum, unutulmayacak olan anılar. Berlin anılarımın içinse ise Yıkık Kilise önemli yere sahip.
Efendim, Yıkık Kilise, orjinal ismiyle Kaiser Wilhelm Anıt Kilisesi, İkinci Dünya Savaşı sırasında zarar gören ve Batı Berlin'in simgesi niteliğinde bir yapı. Restore edilmeyip harabe halinde duruyor, içi ise müze olarak kullanılıyor. Aşağıda görünen ana kulenin karşısına ise şu anda aktif olarak kullanılan ibadet bölümü yapılmış.
Bunlar yeni yapının içinden görüntüler ve şu gezi boyunca kaç katedral, kaç kilise gezdim bilmiyorum; bu blogda paylaşacağım başka kilise yoktur. Bu öyle güzeldi.
Ana kule.
Efendim haliyle her turist gibi gezdiğimiz yerlerden magnet aldık. Berlin de her turist gibi magnetlere turistik yapıların görsellerini koymuş. Yıkık Kilise de gezilecek yerlerden biri olduğu için magnetlerde yerini almış. Biz Berlin magnetini kilisenin tam karşısından aldık, buna rağmen magnete baktığımda sol üst köşesi kırık gibi bir hisse kapıldım ve gayriihtiyarı bir şekilde bunu arkadaşımla da paylaştım.
Evet dostlar, kırık dediğim kısım Yıkık Kilise'ydi.
Soldan ikinci
Berlin enerjimizin yüksek olduğu, henüz gezme hevesiyle dolup taştığımız zamanlardaydı. O yüzden güzel anılarla hatırlıyoruz. Zaten fark ettik ki ilginç olaylar gezi esnasında istemesek de bizi buluyor. "Yola çık, hikaye seni bulur." gibi bir slogan bulabilirim açacağım gezi bloguna. Interrail Türkiye'den esinlendiğimi inkar edemem.
Berlin'den ayrılışımız da tıpkı gidişimiz gibi oldu. Akşam saat 10'da biz mışıl mışıl uyumanın hayaliyle yatağımıza uzanmışken, Amsterdam otobüsünün ertesi gün kaçta olduğunu kontrol etmemle rahatımız kaçtı. Gece yarısından sonraki zamanda takvimin bir yaprak ileri gittiğini hesaba katmayarak kalmayacağımız hostel için bir gece daha ödeme yapmıştık. Yataktan fırlayıp yukarıda saydığım kiloda çantaları yerleştirip otobüse adeta koşarak, hızlı gitmesi için metroyu iterek vardık. Normalde uzun otobüs yolculuklarını sevmem; fakat onca koşturma ve otobüs kaçırma korkusundan sonra,-üstelik Poznan-Berlin otobüsünden 2-3 kat daha pahalıydı Amsterdam bileti. Dediğim gibi sevgili okur, her kuruşun değeri var.- 9 saatlik yolda ancak dinlendik.
Şimdilik bu kadar sevgili okur. Yeni yazılarda buluşmak dileğiyle.
Sevgiler,
Didem