27 Haziran, 2016

After

Merhaba sevgili okur,

Şu anda Sherlock 3. sezon 1. bölümden arta kalan zamanımda arkadaşım Ceren'in bir önceki yazıma bıraktığı yorumdan ötürü bir after yazısı yazıyorum. Çünkü haklıydı, genelgeçer bir kuraldır: before yazısı yazmak, afterın geleceğini müjdeler.

Bugün yazmaya başladığım, fakat kendim dahi tahammül edemediğim için sildiğim bir yazım daha vardı aslında; fakat kumlara oturup çekirdek yediğimi anlatmanın blogsal bir değeri olmadığını neyse ki yazıyı henüz yayımlamadan, her şey için çok geç olmadan anladığımdan olacak ki, söyleyecek sözlerimin sonuna gelmiş gibi hissediyorum. Cümlenin başı sonuna kaçtı, başka bir şeyler anlatayım.

Blog yazımı tamamlayamadığım için moralimin bozulmasının ardından Sherlock izlemeyi seçtim. John Watson'ın bıyıklarını kestiği sahneyi izledim ve yaşam alanım olan oturma odasından çıkıp annemlerin yanına gittiğimde babamın da bıyıklarını kestiğini gördüm.

Moriarty bana bir mesaj vermeye çalışıyor olabilir mi?

Olsa iyi olur.

26 Haziran, 2016

Before

Merhaba sevgili okur,

Tam Boraboy macerasını olabilecek en az zararla atlattım ve Samsun'a geldim diyorum, her şey yolunda diyorum, ders geçip geçememe muallağının olmadığı birkaç ay var önümde diyorum; sonra etrafıma bakıyorum ve yerleştirilmesi gereken bir sürü valizi, içini dolduran ve yıkanıp ütülenmesi gereken kıyafetleri hatırlıyorum, tadım kaçıyor. 

Yine de, 27 Haziran gecesi reddedemeyeceğim bir Atakum sahil planımın olması keyfimi biraz yerine getirebiliyor. Hatırlıyorsun değil mi, lisedeyken de arkadaşlarımla buluşma öncesi ve sonrasında buraya post atardım. (yani geçen yıl filan)

Şu an yazdığım her satır Sherlock 2. Sezon 3. bölümü izleyeceğim süreden götürüyor. Yarın 
after-buluşma postunda görüşmek üzere.

25 Haziran, 2016

Toplumsal İnsanlık

Toplumsal cinsiyet, queer teori, tek tanrılı dinler konularına yaz tatili sebebiyle üç aylığına ara veriyorum. Çünkü boraboy ve samsunda fıtratından kaynaklanan sebeplerle temizlik malzemeleri kokusundan hoşlanan bir insanım. Bu yaz hafif iftar sofraları, doyurucu sahur yemekleri, ferahlatan içecekler konusunda dev bir yazı dizisi hazırlamayı düşünüyorum. Bir başka konumuz ise temizliği nasıl zevkli, kolay hale getirebileceğimiz. Bu önemli iki meseleye detaylı değineceğiz sevgili okur. Fakat değinirken plastik eldiven kullanmanı öneririm, kimyasallar elinde egzamaya sebebiyet verebilir. Ya da tırnakların kırılabilir. Ya da ojen çıkabilir.

Üzgünüm kızkardeşlerim.



22 Haziran, 2016

10 ay

Eylül tarihli yazılarımdan birinde yalnızca öğrencilere hizmet veren, ikinci bardak çayı aynı kupaya doldurmayı teklif eden samimi bir mekandan bahsetmiş ve Ankara'daki sevdiğim yerlerden biri olacağını söylemiştim. Aslına bakarsan sevgili okur, oraya bir daha gitmedim. Dün oda arkadaşımla gitmeyi denedim; ama bulamadım ve yolumuzu kaybedip Samsun'da olsa denizi bulacağımız gibi 7. caddeyi arayıp bulduk.

O yazıyı arşivde ararken eylülde bulacağımdan emindim; çünkü o günden başka bir zamanda tek başıma bir yere gidip çay içmedim. Tanıdığım bütün herkesten bir gün önce gelmiştim Ankara'ya, yeni yurduma yerleşmiştim ve 7. caddeyi arıyordum, kendimi o kafede bulmuştum. Aylar sonraysa orayı ararken kaybolmamak için caddeye çıktık.

O yazıda bir diğer happy placeten bahsetmiştim, sanırım isminin anlamını karşılayan yer de orası oldu, yangın merdiveni. Az önce orada oturup Ankara Kalesi'ni, Ulus'un pembe ışıklarını, Büyükşehir Belediye Binası'nın yanındaki renk değiştiren ışıkları izlerken hatırladım tüm bunları. O eylül günü, Ankara'yı çok özlediği, burada bulunduğu için mutlu; fakat bir kafede çay içecek bir arkadaşı dahi olmadığı için yalnızdım. Yeni bir yılda olacakların bilinmezliği, merakı, heyecanı vardı. Bir sürü şey vardı işte, ağlatmaya mı çalışıyorsun sevgili okur?

Şimdi de tıpkı o gün olduğu gibi hissediyorum. Burada olduğum için mutlu, kimse olmadığı için yalnız, önümdeki zamandan ötürü meraklı, belki biraz endişeli...

O yazıyı Ankara'yı sevdiğimi söyleyerek bitirmiştim.

Artık o kadar emin değilim, sevdiğim şey Ankara mı, insanlar mı, anılar mı?

Sanırım Tandoğan Meydanı.


21 Haziran, 2016

21 haziran, 02:01

İyi geceler sevgili okur.

Saat gece yarısını geçeli 1 saat 46 dakika oluyor ve ben bu saatte oda arkadaşımdan Sherlock spoilerı yedim. Spoiler 2. sezona ait ve Sherlock'u bu kadar geriden takip ettiğim yetmezmiş gibi insanların Game of Thrones spoilerına maruz kaldığı zamanlarda benim Sherlock konusunda aynı talihsizliği yaşamama da şaşırıyorsundur eminim. Seni anlayabiliyorum.

Yine de içimdeki öfkeyi dindirmenin bir yolu yok. Sinirden uykum kaçtı ve yarın siyasetle, felsefeyle filan ilgili bir dersimin bütünleme sınavı var. Beni tanıyan herkes yönetime dair hiçbir şey bilmediğimi ve yarınki sınavdan geçemeyeceğimi bilir. 

Aslında, yalan söylemenin lüzumu yok.

 Asıl, yazdığım kadar alçakgönüllü olmadığımı beni tanıyan herkes bilir; fakat sinirliyim ve kişisel internet sayfama istediğim yalanı yazarım. (Bir önceki postta da bir yalan vardı.) Ben bir yönetim gurusuyum; çünkü idareden geçtim ve bunun önemini Cebeci kampüsü duvarına yazılan şu fotoğrafla sizlerle paylaşmak istiyorum. Cebeci kampüsünde okuyan herkes bu yazının Mülkiye'ye ait olduğunu bilir. (Yalnızca idare II'den geçtim, I'den kalmıştım. Pek de guru sayılmam.)

SDT'den de geçen tek kişi olacağım zaten. Bir sonraki yazımda hem idare'den(2.) hem sdt'den geçen Didem olacağım. 


İnanılmaz. Yazıyı sonlandırmamın vakti geldiği halde yazmayı bir türlü bırakamıyorum, adeta gözümü hırs bürüdü. Kesin siyasal teoride bunun bir adı vardır; ama elbette bilmiyorum. 

Peki, iyi geceler. 

Yağmur hariç tanıdığım herkesin evinde uyuduğu bu geceye gözlerimi Ankara'daki yurdumun ranzalı odasının üst katındaki yatağımda kapayacağım. 

SHERLOCK İZLEMEMİN SEBEBİ DE BU DEĞİL MİYDİ ZATEN? 

Evde olsam internetten istediğim herhangi bir başka şeyi de izleyebilirdim; ama değilim işte. 

Hepiniz gittiniz be. 

Hepiniz. 




17 Haziran, 2016

Haberler Bülteni

Sevgili internet sayfam ve onun okuyucum,

Aylar sonra blog yazmaya geri döndüğümde daha kalabalık bir aileydik; fakat geldiğimiz noktada blog yazdıkça senleri kaybediyorum. Ama ben alışkınım, lütfen sen de üzülme. İnstagramda da fotoğraf koymadan önce daha çok takipçim vardı. Olmayınca olmuyor...

İyi ve kötü haberlerimi alıp geldim. 

Kötü haber 1: Büte kaldım. Çarşamba günü siyasal düşünceler tarihi II dersinin bütüne gireceğim. Ama ben buna da alışkınım sevgili okur, bana işler mi bunlar? Birinci dönem de dersin ilk kısmından kaldığım için artık koymuyor. 

İyi haber 1: İdareden geçtim. Bilen bilir, diğer bütün bütlerin acısını alan bir gelişme. İdare I'den de kalmıştım bu arada. 

Kötü haber 2: Bu biraz iyi biraz kötü bir haber aslında. Yurttan insanlar birer birer ayrılıyor. Onları görünce kötü hissediyorum; ama internet o kadar iyi ki şu an perdeleri kapalı yurt odamızın ranzalı yatağının üstünde Gelmezsen Gelme dinleyerek blog yazıyorum. Bu kısmını ben iyi haber olarak düşünmüştüm; ama yazarken emin olamadım. İyi bence ya?

İyi haber 2: Anayasadan da geçtim. Kendi başına harika bir haber, yorumlamaya bile gerek yok.

Başka haberim yok sanırım sevgili internet sayfam.

Erasmus işlemleriyle uğraşıyorum, karşı okuldan birilerine mail filan atmam gerekti bir şey sormak için. Hiç sevmem böyle şeyleri neden internet sayfalarına yazmıyorlarsa insan gibi. Bakın ben internet sayfama her şeyi yazıyorum diye blogun linkini yollayayım mı?

Şimdilik hoşçakal.
Haberdar etmeye devam edeceğim, biliyorsun.
Artık birbirimizi tanıyoruz.

03 Haziran, 2016

Nasıl koyun oldum?

Benim için yazması oldukça acı verici bir yazı olsa da gerçeği kendime itiraf etmişken kimden saklayacağım ki.

Daha önce defalarca aktif yaşamdan, aristoteles beyefendiden, vita activa'dan bahsettim. Bu uğurda kural tanımazlık yapmaktan, aktivizmden hiç vazgeçmedim. Akla gelen en basit örnek ışıkları sorun çıkaran çalışma salonumdan başka bir salona -yasak olduğu ve bunu bildiğim halde- geçmemdi. Bu aktiviteyi defalarca tekrarladım, kimi zaman mülteci gibi kalemliksiz masalarda bir kitap bir kalemle çalıştım kimi zaman yeni masaya kendi masammış gibi yayıldım; ama sonuçta nerede daha iyi çalışıyorsam oraya gittim!

Zira o zamanlar yanıp sönen ya da ses çıkaran ışıklar dikkatimi dağıtırdı.

Fakat hikaye burada değişime uğruyor sevgili okur.

Ben artık bir koyunum. Ne ışığın yanıp sönmesi etkiliyor artık, ne de ses yapması. Bunu da açıklasana Hawthorne! Çalışma masamı hiçbir şartta terk etmiyorum, görevlilere de arızayı bildirmiyorum.

Ta-daa!

İşte, benim koyunlaşma hikayem bu şekilde.

Siz de kendi koyunlaşma hikayenizi aşağıya bırakarak çekilişime katılabilir, bozuk florasanlı, wifi'ın kimi zaman olduğu çalışma salonunda bir masa kazanma şansını elde edebilirsiniz. Haydi, ne duruyorsunuz!

01 Haziran, 2016

1 haziranı 2 hazirana bağlayan gece

Ne zaman başım sıkışsa blog yazasım geliyor, bu da benim ders çalışmamak için yaptığım anlamsız hareket. Ama sabahı bekleyemeyecek kadar önemli bir meseleden bahsedeceğim gecenin 01:16'sında: Didi Bergamot aromalı soğuk çay. Bir insanın bu içecekle bu saatte aklına gelecek nasıl bir anısı olabilir diye merak ediyorsanız; doğru yer, doğru zamandasınız!

Sanırım pek mühim bir anı anlatmayıp gevezelik edeceğimi ve buraya yalnızca çalışma salonundaki demir sandalyemden kalkmadan verdiğim molayı doldurmak için yazdığımı tahmin etmişsinizdir. Mor meyveli çayım, -tabi ki- Didi Bergamot aromalı içeceğim ve Sütaş bisküvili sütümle piknik mi yapıyor, ders mi çalışıyor belli olmayan masamla henüz körpe olan geceyi güne kavuşturmaya bekliyorum. Duygusuz zihinler ders çalışırken sabahladığımı söylemekle yetinebilir, eşsiz atmosferimi üç beş sıradan kelimeyle tasvir ettikleri yanılgısına düşebilirler. Gerçek şu ki, konular yetişmiyor, büte bırakılması ziyan olacak bir ders ve vize notumu harcamak istemiyorum. O yüzden bilimum meşrubat ile uyuma isteğimi bastırıyor, blog yazarak ise gün içinde gerçekleştiremediğim sosyalleşme ihtiyacını gideriyorum.

Yine konu dağıldı.

Bergamot diyordum. Didi çayların ilk çıktığı zamanlarda, marketteydim. Eski Gima, şimdinin büyük Carrefour'unda geçiyor olay. Bir beyefendi bütün Didi Bergamotları alışveriş arabasına doldurmak suretiyle satın alma isteğini belli etmişti, market görevlisi hanımefendi de bir insanın neden daha yeni çıkmış ve henüz yaygınlaşmamış bir soğuk çaydan elli tane almaya ihtiyaç duyacağını merak etmiş olacak ki, beyefendiye ürün hakkında yorumlarını sordu. Beyefendi "Çok çok soğuk içilirse güzel" olduğunu söyledi ve bana deneme mahiyetli bir(1) tane bile bırakmadan hepsini alıp gitti. Bütün hepsini ya, olaya bak. Sonra ben de başka bir marketten aldım denemek için. Fena değildi. Galiba çok çok soğuk içmediğim için çok güzelli kısmına denk gelemedim. Şu anda da iki gün çekmecede beklemiş derecede sıcak bir versiyonunu içiyorum. O beyefendi bu yaptığımı duysa ne düşünürdü acaba? Peki artık midesi bulanmış mıdır yoksa marketten tüm şişeleri almaya devam ediyor mudur?

Didi Bergamotu ara sıra yudumlamak suretiyle içiyorum; fakat mor meyveli çayın aramıza katılmasıyla önceliğimi ona vermeyi düşünüyorum, çünkü çok çok sıcak içince güzel oluyor. En son da bisküvili sütle jübilemi yapar ve odaya çıkar uyurum.

İyi geceler.

Gece daha körpe. (01:28)

02:04

Bu saatte kantinde kemençe çalıyor? Peki biz bunu duymak zorunda mıyız?

 Değilim.