Şakaydı.
Zaten inanmadınız.
Gülmedik.
15 Eylül, 2013
27 Ağustos, 2013
Arkadaşlar bir şey diyeceğim
Bugün hiç de sınav, ders falan anlatamam.
Belli işte çalışıyoruz, soru çözüyoruz nesini anlatayım.
Her Kareas buluşması öncesi -kendimize bu ismi bulmuştuk ve tüm alt grup olarak sahne alan müzik gruplarının ismi Kareas, ama yine de seviyoruz- ve sonrası buraya yazmayı seviyorum.
Bu bir öncesi yazısı.
Bugün çözdüğüm sorular bile çok gelmedi yarın biraz olsun değişik bir gün olacağı için. Ya vazgeçtim yazmaktan uzatsam ilan-ı aşka kayacak. Susuyorum
Zaten saat geç oldu. uykumu almalıyım.
Btw, odtü yayınlarır ygs tarih çok zor.
Belli işte çalışıyoruz, soru çözüyoruz nesini anlatayım.
Her Kareas buluşması öncesi -kendimize bu ismi bulmuştuk ve tüm alt grup olarak sahne alan müzik gruplarının ismi Kareas, ama yine de seviyoruz- ve sonrası buraya yazmayı seviyorum.
Bu bir öncesi yazısı.
Bugün çözdüğüm sorular bile çok gelmedi yarın biraz olsun değişik bir gün olacağı için. Ya vazgeçtim yazmaktan uzatsam ilan-ı aşka kayacak. Susuyorum
Zaten saat geç oldu. uykumu almalıyım.
Btw, odtü yayınlarır ygs tarih çok zor.
12 Ağustos, 2013
Arkadaşlar
Yine dayanamadım gittim yüzük aldım ama gitmeden önce yüzükle ilgili bir kararım yoktu. Almamın da sakıncası olmadı.
Olsa nolcak aldım işte. Sliwer da aldı aynısını. Adını arkadaşlık yüzüğü koyduk. Üstünde arkadaşlığı hatırlatan bir şey yok yanlış anlaşılmasın. Tüy şeklinde değişik güzel bişey işte. Öyle yani aldık.Bilin istedim.
Bu konuda soru geldi çünkü.
Olsa nolcak aldım işte. Sliwer da aldı aynısını. Adını arkadaşlık yüzüğü koyduk. Üstünde arkadaşlığı hatırlatan bir şey yok yanlış anlaşılmasın. Tüy şeklinde değişik güzel bişey işte. Öyle yani aldık.Bilin istedim.
Bu konuda soru geldi çünkü.
Bulvar
Buraya daha sık yazayım dedim ama ne yazacağım ki?
Arada sırada dışarı çıkıp burada milyon kez bahsettiğim yerlere gidiyoruz. Çoğu zaman ise evde ders çalışıyorum.
Öyle işte. Birazdan yine çıkacağız Sliwer'la. Kütüphaneye gidip kitap bırakırım belki. Ya da bırakmam beklesinler biraz daha. Geciktirmeyi seviyorum, oradaki her şeye bağıran kızgın adamdan intikam alıyormuş gibi hissediyorum. Küpe bakarım ama almam çünkü küpem var. Kolye bakarım ama onu da almam çünkü kolyem de var. Bileklik bakarım bulsam alırım ama beğenemem. Kıyafet ise bakmam zaten aldım çünkü.
Arada sırada dışarı çıkıp burada milyon kez bahsettiğim yerlere gidiyoruz. Çoğu zaman ise evde ders çalışıyorum.
Öyle işte. Birazdan yine çıkacağız Sliwer'la. Kütüphaneye gidip kitap bırakırım belki. Ya da bırakmam beklesinler biraz daha. Geciktirmeyi seviyorum, oradaki her şeye bağıran kızgın adamdan intikam alıyormuş gibi hissediyorum. Küpe bakarım ama almam çünkü küpem var. Kolye bakarım ama onu da almam çünkü kolyem de var. Bileklik bakarım bulsam alırım ama beğenemem. Kıyafet ise bakmam zaten aldım çünkü.
15 Şubat, 2013
Müşterek Dostumuz, Müştak
Turuncu balık Luigi
Bu yazıyı yazdığım zaman balığım yakın zamanlarda ölmüştü ve ben de bu işlerden elimi eteğimi çekmiş, bir daha hiçbir balığı Luigi kadar sevemeyeceğimi düşünmüştüm. Efendim abartılı bir sevgi olabilir; fakat Luigi oldukça uzun süre benimle birlikteydi ve ben de açıkçası uzun süre yaşadığı için gurur duyuyordum. Bu yüzden bir daha balık almayacağımı söyledim.
Fakat birkaç hafta önce almayı düşündüm, sonra da Luigi'ye haksızlık olur gibisinden saçma bir düşünce içimdeki isteği bastırmamı söyledi. Yine de, artık bir Müştak'ım var ve ben bu durumdan çok memnunum.
Müştak, doğum günü hediyesi. İsmini Charles Dickens'ın Müşterek Dostumuz romanından alıyor. Ama ben Müştak'la sohbet falan ediyorum ve Müşterek Dostumuz demek oldukça uzun oluyor. Müştak olarak kısalttım. Ve zannediyorum Müştak ismini sevmeye başlıyorum.
Müştak'ın düşüncelerinden emin olmak için ona sormak gerekir ama bence beni seviyordur. Çünkü ben onunla konuşuyorum. Sen, diyorum. Sürekli suyunu pisletip yemek yiyorsun. Ama ben senin aksine, diyorum. Okula gidip ders çalışıyorum. Ona evde işsiz oturan koca muamelesi yapıp başının etini yiyorum.
Rüyamda intihar ettiğini görüyordum, sanırım bu tip konuşmalarımı azaltıp sevdiğimi daha sık söylemeliyim
Bu yazıyı yazdığım zaman balığım yakın zamanlarda ölmüştü ve ben de bu işlerden elimi eteğimi çekmiş, bir daha hiçbir balığı Luigi kadar sevemeyeceğimi düşünmüştüm. Efendim abartılı bir sevgi olabilir; fakat Luigi oldukça uzun süre benimle birlikteydi ve ben de açıkçası uzun süre yaşadığı için gurur duyuyordum. Bu yüzden bir daha balık almayacağımı söyledim.
Fakat birkaç hafta önce almayı düşündüm, sonra da Luigi'ye haksızlık olur gibisinden saçma bir düşünce içimdeki isteği bastırmamı söyledi. Yine de, artık bir Müştak'ım var ve ben bu durumdan çok memnunum.
Müştak, doğum günü hediyesi. İsmini Charles Dickens'ın Müşterek Dostumuz romanından alıyor. Ama ben Müştak'la sohbet falan ediyorum ve Müşterek Dostumuz demek oldukça uzun oluyor. Müştak olarak kısalttım. Ve zannediyorum Müştak ismini sevmeye başlıyorum.
Müştak'ın düşüncelerinden emin olmak için ona sormak gerekir ama bence beni seviyordur. Çünkü ben onunla konuşuyorum. Sen, diyorum. Sürekli suyunu pisletip yemek yiyorsun. Ama ben senin aksine, diyorum. Okula gidip ders çalışıyorum. Ona evde işsiz oturan koca muamelesi yapıp başının etini yiyorum.
Rüyamda intihar ettiğini görüyordum, sanırım bu tip konuşmalarımı azaltıp sevdiğimi daha sık söylemeliyim
06 Şubat, 2013
"Olduğum yerde duruyorum, zaman yanımdan geçip gidiyor."
gül yüzümü de koyayım
30 0cak
Bu yazıya yazmayı düşünmemle, yazmam arasında geçen süre, iki saat on yedi dakika. Eğer bu bloga yazmış olduğum her yazı için böyle tereddüt duysaydım sanırım birkaç postluk bir blogum ancak olurdu. Bir de şu yazdığım birkaç cümleyi okudum da çok ciddi bir başlangıç olmuş. Oysa ciddiyet değil konumuz. Bir konumuz yok.
Doğum günüme yarım saat var.
Hatta bu cümleyi yazdıktan sonra birkaç video izledim, tumblr'a baktım, benimle aynı gün doğan birinin doğumgünün kutladım, dolayısıyla şu an on üç dakika kaldı.
Yine bir yerlere takıldım on bir...
Pekala bu geri sayım işini bırakıyorum. Aslında normalde heyecanla doğum günü beklemek pek yaptığım bir şey değildir. Aslında Ceren'le tanıştıktan sonra önem verir oldum doğumgünlerine. Ondan önceki on beş yıllık hayatımda yalnızca teyzemin kızının doğum gününü hatırlamak için çaba sarf ettim, çünkü o herkesin her yıl doğum gününü kutlar ve kendisininki de unutulunca kızardı. E haklı bir yerde ama ne biliyim..
06.02.2013
23:25
Aslında bu yazıya başlarken niyetim, yani 30 Ocak'ta başlarken, yazıyı 31 Ocak olmadan bitirmek ve yollamaktı; fakat olmadı. Sonra, doğum günümle birleştirir ikisini yazıp yollarım derim, o da olmadı. Ama bugün sevinçli şeyler yaşayınca yollamaya karar verdim. Tabi, bazı düzeltmeler yaparak...
Öncelikle bugün beni oldukça sevindiren bir gün olduğunu söylemeliyim. Bu şaşırtıcı bir durum çünkü Endokrin'e gittiğim günlerde ve öncesindeki bir hafta boyunca ağır bunalıma giriyorum. Ya da dur dünden başlayayım anlatmaya. Ben kaç yaşında olduğumu dün fark ettim. Yani 18 yaşımı doldurduğumu dün arkadaşımın uyarısı üzerine 5 Şubat 2013'ten 31 Ocak 1995'i çıkarmak suretiyle 18 yıl ve 4 günlük olduğumu fark ettim. Benim için şaşırtıcı bir deneyimdi, zira annem on yedi yaşında olduğum konusunda diretiyordu. Ben de öyle alıştım ki yaşımı büyültüyor gibi görünmemek için küçültmeye, birkaç sene daha on yedi takılmayı planlıyordum. Ama iyi ki bunu dün fark ettim; çünkü dün fark etmesem bugün hastanede çocuk kan almaya kan vermeye çalışırken on sekiz yaşında olduğum söylendiğinde "Hadi canım atıyosun ben harbiden 18 yaşında mıyım yani?" gibi bir sokak jargonu dolu şaşkınlık belirtisi gösterebilirdim. Neyse ki on sekiz yaşında olduğunun bilincinde olan, oldukça bilinçli bir birey olarak karşıladım benim kanımı almayacakları haberini -ama sonra bu seferlik aldılar- Ehehe artık "abi on sekiz yaşında insan liseye mi gider" diyebileceğim, okuldan herkesin en az bir kez söylediği üzere.
Öyle işte. Artık Çocuk Endokrin'e gidemiyorum. İnsan buna sevinir mi? Seviniyorum, havaya falan uçtum hatta. Oley be kurtuldum o delikten. 2009'da tedaviye başlarken, on sekiz yaş üzerinin muayene olamadığını öğrendiğimde, "benim buradaki işim hayli hayli biter o zamana kadar" demiştim. İnsan böyle şeyleri hatırlayınca daha bir duygulanıyor.
Bir de on sekiz yaşımda olduğumu fark ettikten sonra neleri yapabileceğimi düşünüyorum sürekli. Mesela sigara alabilirim bakkaldan, ya da sağlık ocağına tek başıma muayene olup üstüne gönül rahatlığıyla rapor alabilirim, okul dilekçelerine kendi imzamı atmak ve dersaneye kendi numaramı vermek konusunda çekincelerim var hala ama o konuyu düşünmemeye çalışıyorum. Güzel ya, çok zevkli 18. Oha resmen on sekiz. Ressmen!
24 Ocak, 2013
Mesela Bazen
Blogta izlediğim dizilerden bahsediyim diyorum; ama Dexter'ın son dört bölümünü bile bitirememişken bunun pek de iyi bir fikir olmadığını fark ediyorum. Sonra değişik, çok acayip işler yapsam diyorum, bunu ne zaman desem sonunu getiremediğim bir hikaye yazma serüvenine giriyorum. Ardından film analizi yapsam diyorum ve sonra diyorum ki "ben daha iyisini yapamıyorsam en iyisi budur"dan şaşma. Zaten ne izlesem beğeniyorum, onun eleştirisi de hiç güzel olmaz ki. Başlık atıp altına "Filmi baştan sona beğendim." desem çok acayip işler yapmak isterken çok saçma işler yaparken bulabilirim kendimi. Edebi eleştiri ise etraftaki ahkam kesen birkaç blogun ardından midemi bulandırır oldu. Zaten çoğu da edebiyatın kilometre taşları tarafından türetilmiş, kendilerine ait olmayan isimlerin ardına sığınıyorlar. Ne anladım bu işten.
Yani sonuç olarak eleştiri türünden bir şey yazamayacağıma karar verdim.
Günlük gibi de kullanamıyorum çünkü günlük yazabilsem deftere yazacağım. Ama kimse benim bir günde kaç tane zeytin yediğimi merak etmeyeceği için bu işe pek bulaşmamayı tercih ediyorum. Günlük anlayışımı, günlüğün özelliklerini ezbere sayabilecek durumda olmam değiştiremiyor.
Yani çok acayip şeyler yazma planlarım böylece suya düşüyor.
Zaten dersler, dershane, sınavlara tam gaz başlamış arkadaşlar etrafımda olduğu sürece ben kendimi o ruh halinden sıyırıp da yazı yazamam. Başka bir şey düşünüyormuş, başka bir şeylerle çok acayip ilgiliymiş gibi yapamam. Bundan sebeptir ki son birkaç postta sürekli derslerden bahsediyorum. Ne yapabilirim, insanlar dış görünüşü de geçip netlerle yargılayacak kadar çıldırmışlar. Şu an bu son lafımı çok sevdim çok doğru söylemişim gibime geldi, bilemiyorum.
Ayrıca şu sıralar çok şanslı hissediyorum. Eğer Abdülmecit zamanında yaşasaydım kesin adama platonik olurdum, Charles Dickens zamanında yaşasam da Dickens'a vurgun olurdum. Hayranlıkla başlardı sonra vereme kadar yolu var. Ressmen verilmiş sadakam varmış. Tatilde Müşterek Dostumuz'u okumayı planlıyorum ve bir hayli de heyecanlıyım.
Glue Guns:
Batman,
Charles Dickens,
Dexter,
Müşterek Dostumuz
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)