22 Aralık, 2012

Ama ben hazırlık okumuştum'u tükettik artık

Şu çok lazım bir şey.

Bir yılın daha sonuna yaklaşmamızla bloglarda artış gösteren "favoriler" başlıkları, gördüğüm an bir süre durup düşünmeme neden oluyor. Ve sonra, neden böyle bir post atmadığımı anlıyorum. Çünkü bahsedebileceğim kayda değer favorilerim yok.

Örneğin aralık ayı en favorilerine ne yazabileceğimi ele alalım.

Favori mekan: Dersane
Favori kitap: Esen 11. Sınıf Geometri -Konu Özetli-
Favori aktivite: Matematik Danışması
Favori film desen yok. Neden, çünkü sinemaya gidebileceğimiz vakit yok.
En atraksiyonlu anı: "Bugün saçımı asansörde yaparım." dedim, geç kaldığım için. Saç yapmaktan kastım tepemdeki siyah tel tokayı çıkarıp salık tabir edilen forma geçmesini sağlamak. O an kendimi adeta özel ajan Angelina Jolie gibi hissettim ama tabi asansörün aynası açık seçik dersaneye giden bir Didem olduğumu gösteriyordu.
En çok güldüğüm olayı hiç sorma zaten. Acı ama gerçek, okulda komik video izlemek. Başında da Ala Geyik Şebermesi geliyor.

Aklıma daha fazla kategori bile gelmiyor, düşünün artık olayın vahametini. Bir de facebook'u açtığımda şu sıralar karşıma sürekli mezuniyet için okul bahçesine yazılan sınıf adlarının falan fotoğrafları çıkıyor. Sinir olmaktan kendimi alamıyorum. Her beş arkadaşımdan üçünün bu yıl mezun olacak olması sebebiyle facebookta iyice gözümüze sokulan mezuniyet, yıllık, cüppe olaylarını görmemek için facebook'a girmez oldum.

Yani aralık ayı benim aklıma bol bol okul bahçesine yazılan sınıf adlarının tepeden çekilmiş görüntüsü olarak kazındı. Dolayısıyla neyin favorisini yapacağım. Zaten az önce çabamı da gördünüz ve hiç de eğlenceli ve heyecanlı bir durum yok ortada. Üstelik sınavlar öyle bir durum ki sınav haftası olayını çoktan aştık. Sınav dönemi yaşıyoruz. Herkesle birlikte başlayan sınavlar üçer beşer devam ediyor. Tek bir haftamız geçmedi ki sınav olmasın. İki tane sınav olan vardı bir tane, tatil gibi gelmişti.

Gerçekten iyi değilim. On birinci sınıf da hiç zevkli değilmiş ayrıca.

14 Aralık, 2012

Didem ile Nostalji Kuşağı


Cuma günlerini Dexter ve diğer güzel şeylere ayırdığım için bu güne sınavlardan bahsederek haksızlık yapmak istemiyorum. Nelerden bahsedebileceğimi düşünürken aklıma Tadelle çikolata bile geldi; ama saçma olacağı ve Tadelle ile bir bağım olmadığı için bundan hemen vazgeçtim.

Sumi ve Sliwer ile aktif olarak blog yazdığımız, benim blogu ilk açtığım zamanlar geldi aklıma. İlk önce blogcu'dan açmıştım; Sliwer'ın bloggerın daha kaliteli olduğunu söylemesi üzerine bu adresi almıştım. Birkaç tema denemesinin ardından ilk zamanlardan beri aynı temayı kullanıyorum.Değiştirmek gibi bir fikrim de yok. İlk öykümü yazarken çok uyumluydu. Sonra fark ettim ki günlük tipindeki bir bloga da uyar. Ya aslında kabul ediyorum isim ve tema birbirinden alakasız; ama ayrı ayrı güzel olmaları bu kusuru kapatır bence.

Tanrılar da Ağlar. Bunu da esinlendiğimi, hatta ne esinlenmesi direkt aldığımı anlatmıştım bir postta. Profösör o zamanlar yorumlarıyla yalnız bırakmazdı. Neden bunlardan bahsettiğime gelince, üzerimde şalım ve elimde Starbucks bardağı içindeki neskafe üçü bir aradam doğaçlama gerçekleşen bir nostalji havasına girdim ve arşive göz atayım dedim. Böyle yaparken tozlu raflardan eski kitapları alıp karıştırır gibi hissediyorum kendimi. Sonra da hemen bu rahatsız edici düşünceden kurtuluyorum.

Baktım da, o zamanlar genel konum Tübitak'tan yakınmakmış. Demediğimi bırakmamışım. Ama hakkım vardı, o zamanlar hazırlıktan sonra girdiğimiz dokuzuncu sınıf temposuna alışamamak, alışmaya fırsat bulamamak, yapacağımız projeden bir süre sonra umudu kesip bitirmeye uğraşmak gibi moral bozucu sorunlarımız vardı. Şimdi o zamanki sıkıntıları basit şeyler olarak gördüğümüz doğru; çünkü tatmin edici bir sonuçla bitirdik süreci. Fakat yaşarken onca emeğin çöpe gitmesi ihtimali o kadar yakın duruyor ki insana...
Neyse ki sayısız Tübitak ve Kore postunun sonuncusunu mutlu bir haberler bitirebildim.

O zamanlar haftada iki gün okulda derslerimiz erken bittiği için Violet'e gider, kivi çayları eşliğinde Monopoly Deal oynardık. Oysa artık Violet'e gitmiyoruz, İlyada'da Tabu oynuyoruz. Gerçi bunu da yılda iki kere yapıyoruz. Biri senenin başında, biri sonunda. Okulu asıp oyuna kaçmaya pek fırsat kalmıyor. Ama Violet'te kivi çayı ve monopoly deal'la geçen öğleden sonralarını özledim. Hiç olmazsa geçen yıl okulda oynadığımız gibi yine sınıfta bile olsa oynasak. Tabi tenefüslerde geometri çözmüyor olsak bunu yapabilirdik.

Sınavlardan bahsetmeyeceğim dedim. İyi ki dedim yani. Olsun, bir hatırlamak güzel geldi.

Yine de zaman makinesi icat edilse o zamanlara geri dönmem. Şimdilerden de memnunum. Bir postta da ondan bahsederim.

13 Aralık, 2012

Yarın sınav var. Ama olsun yarın cuma.

 Temsili Resim: Pollyanna

Yine matematik sınavım var. Yine matematik kampı yoğunluğunda bir şeydeyim.
Karmaşık Sayılar harflerini silerek Aşık Ayılar yapmamak için kendimi zor tutuyorum.

Ama en azından yarın haftanın biteceğini bilmek, dexter izleyeceğimi bilmek, hatta ve hatta hızımı alamazsam film de izleyebileceğimi bilmek ve cumartesi erken kalkmak mecburiyetim olmadığını da bunlara katmak keyfimi biraz olsun yerine getiriyor.

 Korkunun ecele faydası yok, o malum artık. Ben de teselli ediyorum böyle kendimi. 

12 Aralık, 2012

Otobüs denemeleri

Okullar açıldığından beri otobüste çok fazla zaman geçirdiğimden, buharlaşmış camdan dışarı bakarken aklımdan geçirdiğim onca düşünce birikiyor, birikiyor veTutunamayanlar'ı zaten yeni bitirmiş olan hassas bünyemi karmaşaya sürüklüyor. Aklımdan öyle düşünceler geçiyor ki zannedersiniz Ahmet Altan'ın çok sevdiğim deneme kitapları yanında solda sıfır kalır. Peki ne yapmalı? Twitterın yüz kırk karakterini Dexter'dan bahsetmek, onu izleyemediğimi söylerken derslerden yakınmakla kullanıyorum. Tumblrda yazdığım cümleleri ise toplasanız bir a4 kağıdı etmez zaten. Geriye kalan tek seçeneğim blogspot. Buradan da yazdığım öyküyü yarım bıraktığım için soğudum. Aslında yarım bırakan da benim, yarım kalmasına üzülen de. Ama şöyle bir durum var, öykünün kendisini de, konusunu da seviyorum; fakat bir problem ortaya çıktı. Ben otobüsten inip de eve yürürken geçen mesafede Açılmayan Kavanoz'u dinlerken yolda yürüyen bir kız ve onu hiç tanımadan kıza bir geçmiş, gelecek, konuşmalar, duygular, karakter özellikleri yakıştıran erkek karakter düşünürdüm. Sonra aklıma bunu blogda yazmak geldi; fakat zihnimde kurduklarım kadar güzel olmayınca, yazmak isteği de kalmadı içimde.

Fakat burayla barışmaya karar verdim. Çünkü temamı çok seviyorum. Yan taraftaki minik kutucuklarımı seviyorum. Bir de günlük tutmak istiyor; fakat buna çok üşeniyorum. Yani burayı o şekilde kullanmaya tekrar başlasam iyi olacak.