Bilmiyordum; fakat öğrendim. Öğrendim, ancak hemen o anda değil. Ben sözümü bitirdikten sonra odamın kapısı tıklatıldı, annem ikimizi yemeğe iştirak etmek için yemek odasına çağırdı. Efsane elindeki kitabı yatağımın üzerindeki göktaşı figürlerinden birini kapayacak şekilde bıraktı, Kayınbabamın Bavulu'nu yalnızlığıyla odada bıraktık ve salona geçtik.
Yemek odasında herkes yemek pozisyonunu almıştı. Yemek masasına iki ailenin fertleri boydan boya yerleşmiş, Efsane annesinin yanına, bense masadaki son boş yer olan onun karşısına oturduğumda eksikler tamamlanmış, servis başlamıştı. Servisi yapan annemdi ve kibirinden öleceğini düşündüm. Zira imayla, Efsane'nin annesi Nurdan Teyze'ye bakıyordu. Benim gördüğüm "Ay şekerim, Nurdan ben uğraşamam. Kaseler burada sen servis yap." türünden, alaycı bir bakışken, onların gördüğü yapmacık gülümsemedeki, gülümseme kısmıydı. Babamsa yaptığı yeni yatırımlardan, emlak ve gayrimenkulle uğraşmaya başladığından bahsediyor, adeta Tarık Amca'ya iflasından bu yana servetine servet kattığını göstermek istiyordu. Tarık Erduman ise hiçbir şeyden habersizmiş gibi, borsa kurları hakkında fikirlerini söylüyor, geçenlerde okuduğu, çok ünlü bir mimara ait röportajı mimarın sözlerinden yaptığı alıntılarla anlatıyordu. Ortamdaki küçümseyici havayı sadece kendim fark ettiğimi düşünüyordum. Çünkü sadece bensem böyle düşünen, bu benim kuruntum olmuş olurdu ve bu durumda minik kuşum Efsane ile aramızda sorunlar oluşmazdı. Fakat konuşmaları dinlerken yüzüne oturan somurtkanlık benim gibi, her şeyin farkında olduğunu gösteriyordu. Belki de, Nurdan Hanım ve Tarık Amca da her şeyin farkındaydı; fakat bu ortamlardan uzak kalmamayı öyle istiyorlardı ki -iflas eden herkeste olduğu gibi- aşağılanmayı dahi göze alabilecek kadar alçalıyorlardı. Efsane ise tüm asaletiyle gözünü duvardaki saate kaydırdı. Sıkılmıştı. Bir şeyler yapmam gerekiyordu. Oysa yemekler henüz yeni gelmişti. Bir şeyler yapmazsam da gerginliği kokusundan tanıyan Andaç davetli olmadığı bugün kapıda bitiverir, Efsane'yi benim başaramadığım bir şekilde şen kahkahalarla eğlendirirdi. Ben ise, zavallı Çağrı, babamdan yediğim paparayla geceyi noktalardım.
Bu yüzden yemek bitene kadar bir şey yapamasam da, yemekten sonra Efsane'ye odamda vakit geçirmeyi teklif ettim ve yüzleşme böylece başlamış oldu. Efsane odama seve seve geldi, zira hem kitabı benim odamdaydı, hem de ailesinin bu kadar küçülmesini seyretmek istemiyordu. Bu yüzden odamda yatağımın üzerine oturdu, ayakları yere değmeyecek kadar geri gitti, kitabı uzun parmakları arasında çevirdi. Yüzüme bakması için sesimi duyması gerekti. "Biliyor musun? Benim kütüphaneden aldığım kitapta bir not vardı. Çok hoşuma gitmişti, nostaljikti." Gülümsedi. Manidardı gülümsemesi. "Benim aldığım kitapta da bir not vardı." Sustu. Sessizlik öyle uzun sürdü ki, şaşırması gereken o olduğu halde gözleri kocaman açılan ben oldum. Başka bir şey söylemeyecek miydi? Bu kadar mıydı yani? "Aa, ne kadar ilginç. Sanırım kütüphaneden alınan bu kitapla iki farklı çift birbirine notlar bıraktı. Dediğim gibi, tılsımlı." Bu sefer gülümsemesinde manidarlık değil alay vardı. Öyle kocaman gülümsedi ki, kendimi küçücük hissettim. "Ya da o notları biz birbirimize bırakmıştık." Güldüğünde dişleri görünmeyecek kadar küçüktü dudakları.
Bir süre hiçbir şey demedim. Andaç olsa hiç sessizlik olmazdı. Ve maalesef gece boyunca Efsane'nin ne kadar hoş göründüğünden çok Andaç'ı düşünmüştüm. Rezil hergele!
- Tesadüflere inanır mısın Çağrı?
İlk defa ismimle hitap etmişti. Onun dudaklarından duymak, farklı bir histi.
- Tabii, hatta filmi bile var değil mi? Aşk Tesadüfleri Sever.
- Bırak şimdi filmi. Ruh eşlerine inanır mısın?
Ters köşeden gelen bir soruydu. Bir sonraki sorunun dini inançlarla ilgili olacağını düşünüp içimden güldüm.
- İnanırım; fakat şimdiye kadar bulan olduğunu ve kimsenin de bulabileceğini sanmıyorum. Benim için var; ama ulaşması imkansız.
- Peki, ilk görüşte aşka inanır mısın?
Aslında bu soruyu, gelecek ve geçmiş tüm soruları "Senin inandığın her şeye inanırım." diye cevaplayabilirdim; fakat panel havasında geçen konuşmamızın ciddiyetini böler endişesiyle, sessiz kaldım.
- İnanırım. Eğer bu soruların hangi amaçla kullanılacağını sorarsam çok mu kabalık etmiş olurum?
- Hayır. Benimle dalga geçmeni istemiyorum. İçerideki atmosfer de ortada gerçi, bu evde hiçbir şeyin garantisi yok. Neyse..
Rahatsız olduğu ve bir dahaki davetimize ailesine "O çocuğun yüzünü şeytan görsün." diyerek gelmeyeceğini tahmin ettim. Babamın gösteriş merakı benim başıma patlıyordu.
- Dediğim gibi, bunların bir önemi yok. Çok önceden bir rüya görmüştüm. Rüyamda, ruh ikizimle tanışıyordum. Çiftlikte. Ben broşür dağıtırken. Tek söz etmeden.
Vücudumdan tüm kanın çekildiğini düşündüm. Bunlar tuzak sözler miydi, yoksa doğruyu mu söylüyordu, bilmemin imkanı yoktu. Fakat benim o broşür dağıtırken etrafında dolanmamdan bahsettiği kesindi.
- Broşür dağıtmaya başlayalı aylar oldu. Nedense rüyamda da o kadar emindim ki O'nun O olduğundan.. İlk görüşte aşk gibiydi; ama ben ilk görüşte aşka inanmazdım. Bir de tılsımlı tesadüflere... Ama sanırım gerçeklermiş.
Bir an keşke züppelik yapacağıma daha çok kitap okusaydım ve anlatılanı anlasaydım diye düşündüm. Zira sözlerinden tek anladığım ikimizin durumu anlattığı, nottan, broşür dağıttığı günlerden, ilk defa gözlerimizin içine baktığımız; fakat Andaç'ın da yanımızda olduğu o mahrem andan bahsettiğiydi. Tek sorun, bunlardan bahsetmesi için bir neden göremememdi. Mamafih, yüzüne yayılan tatlı kırmızılık utancın simgesiydi. Elindeki notu bana uzatmak da öyle...
- Bu son yazdığım nottu. Aslında, seni ilk defa Andaç'ın yanında gördüm. Ardından kütüphaneden çıkarken... Ben girerken sen çıkıyordun ve işe yetişmek için acelem vardı; bu yüzden biraz acele ediyordum. Sana çarptım. Özür dilemek için döndüğümde sen çoktan uzaklaşmıştın. Yüzünün tanıdık geldiğini fark ettim. Kim olduğunu ise birkaç saat sonra ancak hatırlayabildim. Bilirsin bazen öyle olur.
Burada bir gülümseme daha yayıldı kızarmış suratına. Parmaklarıyla seri hareketlerle hırkasının ipini çekiştiriyordu. Gözleri gözlerimde olmasa da, yüzümde dolaşıyordu.
- Notu senin bıraktığını düşünmemiştim. Az önce sen söyleyince birleşti parçalar. Bu konuşmayı yapmamın nedeni seni bir daha göreceğimi düşünmememdir. Çünkü ailenin aileme karşı tutumu öyle mide bulandırıcı ki seninle de tüm o hoş şeylere karşı bir daha karşılaşmamak için elimden geleni yapacağım.
İyi giden, tam da duymak istediklerimi duyduğum, üstelik bu duygusal konuşmayı benden önce yaptığı için büyük bir rahatlama hissettiğim o dakikalardan sonra böylesine açık sözlü oluşu oldukça etkileyiciydi. Sudan çıkmış balığa dönen kelimelerimi kullanmakta zorluk çektim. Hayalgücüm de pek yardımcı olmuyordu. "Çok açık sözlüsün." dedim. "Öyleyim." dedi. Ekledi. "Ama, belli olmaz. Belki tekrar karşılaşırız. O zaman, bu geceden sonra benim için çok utanç verici olur." Bu sefer yüzünde kinden arınmış, mutlu, sevecen, hatta bence romantik bir gülümseme vardı. Tabii o romantik gülümsemenin bedeli olarak yazdığı son notu elime tutuşturup salona geçti, Nurdan Teyze ile annem arasındaki moda temalı konuşmaya katıldı. Gidene kadar da benimle tek kelime konuşmadı. Giderken de zaten herkes gibi "Hoşçakal" dedi ve güzel parfüm kokusunu zihnime kazıdığı bir sarılmayla veda etti.
O gittikten sonra, kendimle başbaşa kaldığımda aklıma ilk gelen notu okumadığım oldu ve aniden yerimden kalkıp çalışma masama koştum. Katlanmış kağıdı yırtacak bir aceleyle açtım. Düzgün bir yazıyla, lacivert bir kalemle yazılmıştı.
"Reenkarnasyona inanırım. Ben yüzyıllar önce cesur bir süvarinin saçları çilek kokan zevcesiydim. Sense o yıllardan bu yana farkında dahi olmadan özlemle hatırladığım süvari.. Kimi aptalların beyaz atlı prensle karıştırdıkları, taklitlerle yaşayan orjinali, hepsinden iyisi..."
O kadar.
"Reenkarnasyona inanırım. Ben yüzyıllar önce cesur bir süvarinin saçları çilek kokan zevcesiydim. Sense o yıllardan bu yana farkında dahi olmadan özlemle hatırladığım süvari.. Kimi aptalların beyaz atlı prensle karıştırdıkları, taklitlerle yaşayan orjinali, hepsinden iyisi..."
O kadar.