11 Temmuz, 2011

Gaziantep: Yeşil yeşil, minik minik fıstıkların diyarı.

Şehit Kamil'de kalıyoruz biz. Öğrenci evinde. Çok sefil bir yaşam tarzı.

Gaziantep'teyim. Hava 40 dereceye yaklaşsa bile rahatsız etmiyor. Samsun'daki %65 nemi boşuna solumuşuz. Kim demiş orası çok sıcak geberirsiniz diye? Hah! Onu diyenler halt etmiş.

Sıcak terleme olarak belirtilerini göstermese de, su tüketiminden hissettiriyor kendini. Samsun'da ihtiyacım olan suyu derimden nem olarak aldığım için çok su içmiyordum. Burada şişeleri deviriyorum ve dostlar size şunu söyleyebilirim, şişede durduğu gibi durmuyor. Suyla karın doyuruyorum resmen.

Bugün Antep'te ikinci günümüz ama hâlâ fıstık yemedim. Ne olcak benim bu halim. Geçen gelişimde kebap yemek için başlarının etini yemiştim, yedirmemişlerdi. Şimdi ise işimi sağlama almak için buraların meşhur mekanına dünden götürdüm kendimi. Artık misyonumu tamamladım. Tek küçük eksik fıstık; ama bundan kaçış o kadar kolay değil. Yer yön bilsem gider kendim mis gibi taze kavrulmuş alırım; ama bir tek süpermarket biliyorum, annem de hazır kuruyemiş alınmaz burada diyor. Haklı bir yerde.

Burada Antepfıstığı Araştırma Enstitüsü var. Çok komiğime gidiyor. Tez elden Amasya'ya Amasya Elması Araştırma ve Koruma Enstitüsü kurduracağım.

Dün Sanko Park diye bir alışveriş merkezine gittik. Ankamall'den biraz küçük, bizim Samsun'daki Yeşilyurt'yan bayağı büyük ayrıca içindeki buz pistinde milli hokeyci Gürkan Çetinkaya boy gösteriyor, artistlik yapıyor. Artist artist kayan insanların düşmelerini izlemek en büyük tutkum. İzleyenler arasında bir sirkülasyon olmadıktan sonra aynı havaları atamıyorlar çünkü. Karizmanın çizilmesi zor şey... Her neyse, Ankara'da, İstanbul'da ve son olarak burada böyle büyük alışveriş merkezleri gördükten sonra Samsun Yeşilyurt pek küçük, markaları pek bayağı geliyor. Büyük, kocaman şehirler görmek bizim gibi sahil şehrinde yaşayanlar için adeta bir travma.. Zira yeşilyurt'un üç katlı bünyesi diğerlerinin tek katına tekabül ediyor...

Gaziantep'le ilgili gözüme çarpan bir diğer şey, bedava çorba evlerinin oluşu. Birkaç tane gördüm ben; ama şehrin muhtelif yerlerinde daha fazla olduğuna eminim. Ayrıca tramvay ile ulaşım da iki aydır ücretsizmiş. Gerçi tramvayları çok yavaş ve küçük; ama olsun kliması var püfür püfür. Sıcaklık çok büyük problem azizim. Sabahları yüzüm gözüm nemli uyanıyor, yüzümü yıkamaya bile üşenip kendimi soğuk suyun altına atıyorum. Deniz yok ki denize atalım.

İnsanlarının da sizin bir sorununuz olduğunu hissettiklerinde yardımlarını esirgemediklerini, pek misafirperver olduklarını söylemeden edemeyeceğim. Bir de abimin öğrenci evinin rezilliklerini anlatacağım yeterli fotoğraf çekebildiğimde. Rezil rüsvalar.

03 Temmuz, 2011

Boş gezenin boş kalfası





İki gündür yaptığım tek işin film izlemek olduğunu söylesem fazla abartmam sanırım. Ah, abartmış olurum çünkü film izlemek dışında bir de Tömer'i bitirdim. Bugün saat 14.00 itibariyle resmen bittğine inanmakta güçlük çekiyorum. Demek artık haftasonları 7'de uyanmayacağım? Vay be.

Filmler konusunda ise, şimdiye kadar taşıdığım önyargılar nedeniyle izlemediğim Karayip Korsanları üçlemesini Sliwer için izlediğimi itiraf etmeliyim. Lakin güzeldi, hakkını vereyim.

Leon'u kalabalık bir ortamda izlediğim için sonundan her ne kadar etkilensem de gözyaşlarımı serbest bırakamadım; ama evde izlesem perişan olurdum; eminim bundan.

Talihsiz serüvenler dizisine başlamıştım ama über yoğun işlerimden ötürü bitirememiştim. Bugün canım hiçbir şey yapmak istemiyorken, onu izleyince keyfim yerine geldi.

Ve Amelie. Yıllarca romantik komedi niyetine izlediğim şeylerden utanıyorum Breakfast at Tiffany's, Amelie gibi filmlerden sonra. Ayrıca Amelie gibi karikatürik bir yüze sahip olmayı gerçekten çok isterdim.

Becoming Jane ise Jane Austen'ın henüz ünlü bir yazar olmadan önce yaşadığı hayatı ve etkileyici aşkı anlatıyor. Henüz izlemedim; ama filmin arkasındaki tanıtımda öyle yazıyor. Ana fikir bu yani, bu cümlelerle ifade etmemiş tabi ki.

Bu kadar filmin tamamını beğenmemi ise iki şekilde yorumlayabiliriz: ya çok güzel filmleri izliyorum her seferinde, ya da izlediğim her filmi çok beğeniyorum. İkincisi. 16 yıllık hayatımda izleyipte -hem de sinemada!- beğenmediğim tek film ise Yukarıdaki Tehlike. Ama o da haketti bunu.

Bir de üşenmeyip bütün filmlerin imdb oylarına baktım; ama bloga koyarsam gözü rahatsız eder puanlar belki diye yazmadım. Lakin öyle bir rahatsızım, bilin istedim.

01 Temmuz, 2011

Meyhane kokulu Tanju Okan şarkıları.

Hayatımın fon müziği denilen türden

Tabi ya, Tanju Okan. Bana orjinal müzik CDsi aldırabilecek tek insan. Herkes gibi ben de onunla karşılıklı memleketi kurtaramadığım için üzülüyorum. Üzülme be baba, bu kadar içlenme.

Bir de şu var.

Aslında her şarkısını ayılıp bayılarak dinliyorum; ama bunları dinlemeden güne başlamam. Ve bunları dinleyince normal bir güne değil, kulaklarımda Tanju Okan hıçkırıklarının olduğu, umutsuz bir güne başlarım. Yaşadıklarım değiştirir ancak ruh halimi. Şey gibi oldu, her çocuk müslüman doğar. Ne alakaysa, bağladım işte oraya.

Öğrendim âlemin sırrı nedir? Dünyanın merkezi bu meyhanedir.

Bu sözü söyleyince aklıma şey geldi "Yeni bir meyhane keşfettim mezarlığın tam karşısında. Beni ararsan ya meyhanedeyim ya da tam karşısında." Yok efendim ben normalde kamyon arkası yazılar tadında yaşamam hayatımı.

Zaten yarın tömer bitiyor, onun sevinci dolduruyor içimi. Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şen hissediyorum kendimi. Bir de yarın arkadaşlarımla favori mekanımızda buluşuyoruz, o yüzden sevinçliyim. Ayrıca da, Antep'e abimin yanına gideceğim, o da bir etken mutluluğumda. Ama o bunu okumasın, şımarır sonra. Zaten bu cümleden sonra hiç okumasın, şımarır dediğimi görürse fena yapar. Sonra olarak, Tanju Okan'ın dostları bizleriz, içki ve sigarası değil!