11 Mayıs, 2011

Çikolata ile aramızda geçenler

Az önce yoğun çikolatalı bir dondurma yerken dehşetle farkettim ki ben kendime bile itiraf edemeyeceğim şekilde çikolatayı sevmiyorum. O dondurmayı yemek işkence oldu, dakikalar uzadıkça uzadı. Ağzımda erimek bilmedi o çikolata. Terledim, ölmekten beter oldum; ölmedim süründüm. Resmen dondurma yerken bunları yaşadım. Halbuki ben çikolata sevmiyorum diyenlere ısrarla ve uzun uzun "Aa, çikolata hiç sevilmez mi canım. Ben bayılırım." diyen biriydim. Fakat şimdi anlıyorum alınan bir çikolatayı neden annem ve abim
dakikasında yerken benim birkaç gün sonra yediğimi.. Neden gofreti hiç sevmezken çikolatanın sadece birkaç türünü sevdiğimi..(Sonradan öğreniyorum ki, onları sevmiyormuşum; sevmeye zorluyormuşum kendimi.)

Hayatımda yeni bir dönem açılmış gibi hissediyorum. Gerçekten karmaşık duygular içerisindeyim.

Yalnız kalmaya ihtiyacım var.

Leylek

Annem öptü kokladı Ankara'ya gidiyorum diye. Aramız iyi, bozulmasın yeter ki.

"Annen olarak ben bile yerinde olmak isterdim Didem." dedi. "Kendi çabamla Ankara, İstanbul'a gitmeyi gerçekten isterdim." dedi. Babam da dedi ki "Bir daha Ladik'e götürmeyeceğim Didem'i. Leyleği hava gördü." Bizim orada Ladik'te çok yaygındır çünkü leylek ve her yaz oradan geçeriz köye(Boraboy) giderken. -Babam belediye başkan yardımcısı. Her yıl bakkala ilk defa uğradığımda "sen kimin kızıydın" diye soruyor, babamın ismini verdikten sonra ki ziyaretlerimde yapay mı doğal mı olduğunu henüz çözemediğim bir neşeyle karşılıyor-

Hazırlıklarımı tamamladım. Şimdi sıra 1'e kadar uyumamakta. Film falan izleyeceğim.

Reenkarnasyon

Bu benmişim arkadaş öyle söyledi.

Eğer varsa ve ben tekrar kendim gibi doğarsam, intihar ederim.

Ya da etmem çünkü korkarım ben öyle şeyden.

Entellektüel kadar komik bulduğum bir kelime daha yok. Bu arada, @Ankara.

Tahminlerime göre, görmemiş bir insan olduğumun düşünülmesi işten bile değil lakin ben de kendi çapımda bir şeyler yapıyorum ve yazmazsam eğer, içimde kocaman bir zehre dönüşür, siyanürden daha tehlikeli bir şekilde dokunduğum her şeyi etkiler, bir gaz ve toz bulutuyla başlayıp kendi elimizle inşa ettiğimiz her şeyin mahvolmasına sebep olur. Bu, hiç istemediğim bir şey. Başlamadan şunu da söyliyim, dün birisi "zekayla para kazanmak bu olsa gerek" dedi, içimden öpmek geldi ama tuttum. Sırıtmakla yetindim.

Bu gece Ankara'ya gidiyorum. Yani teorik olarak yarın gidiyor oluyorum çünkü gece 1de çıkıyoruz yola. Ben otobüsle gidilen yolculuklardan nefret ederim, bu bir sorun. Arabayla yapılan yolculıklardan da nefret ederim. Açıkçası ben yolculuktan nefret ederim. Bir diğer sorunsa stres. Aslında bir diğer sorun bulamadım, uydurdum.

Düşünüyorum da, Ankara'da bir hafta kalacağız ve güzel olacak gibi. Neredeyse güzel yani. Sergi canımı sıkıyor biraz. Gidiş amacımızın sergi olduğunu da söylemeliyim tabi. Yoksa Tübitak'ın babasının oğlu değiliz ki her masrafımızı karşılasın. Bir dakika, acaba nasıl olurdu Tübitak'ın babasının oğlu olmak. Neyse. Ben Tübitak'la bir yıl haşır neşir olmaya dayanamazsam, akrabalığı hiç kaldıramam. Gerçi akraba olduk söylediğimiz sözlerle; ama bu hiç açmak istemeyeceğim bir konu.

Şöyle ki, Ankara'ya ilk gidişim. İstanbul'a da ilk defa öykü yarışmasını kazanıp gitmiştim geçtiğimiz aylarda. İstanbul'a ilk gidişimde en kral yerlerde ağırlanmak güzel bir duyguydu ama Tübitak bunu yapamıyor. Neyse, herkesten Sheraton, The Marmara ayarlamasını zaten beklemiyoruz. Sait Halim Paşa'da ödül törenine de gerek yok.

Asıl sorun şu, henüz valiz hazırlamadım. Ama en azından proje malzemelerim hazır. Umarım bu yazıyı annem, babam, abim, ceren, halam, teyzem falan okumaz. Sanki umurlarında da benim blogum. Zaten annem "Tanrı manrı, ben koymam öyle ad bloguma" demişti ona blog açarken.

Müzik de açtım şimdi, oh mis. İce tea olsaydı evde bir de, değmeyin keyfime.

Asıl anlatmak istediğim tüm bu zırvalıklar değil aslında. Düşüncelerimi yazmamak için çok zorladım kendimi; ama bu kadar oldu. Korkuyorum. Finale kalmışken elenmekten korkuyorum. O kadar emeğin karşılığının verememekten korkuyorum. Sadece biz değiliz çünkü emek harcayan. Öğretmenlerimiz de değil. Aileler ve işin içinde, birkaç tanıdık var. Beklenti var mı bilmiyorum. Umarım o kadar yüksek değildir. Tek bildiğim Sliwer ve benim aklıma Ankara denilince, Samsun'dan uzak bir hafta geliyor. Eheh, basit bir düşünce ama zaten öyle. Entellektüel görünüşümüzün, yaptığımız tüm sosyal çalışmaların altında yatan gerçek duygu ve düşünceler tam bir hayal kırıklığı ve tabi ben bunları yazamam. Ar denilen bir şey var.

Aslında daha yazardım bu posta. O zaman düşünmüyorum çünkü ne olacağını. Ama yazıma son vermek istiyorum zira valiz hazırlamadım henüz.

Şimdi sadece Ankara. İleride bütün dünya..