Alp bana bakarken hiçbir şeyi doğru düzgün yapamazken, bana suçlayıcı gözlerle baktığında sağlıklı düşünebilmem mümkün değildi. Okulu astığımı fark etmişti. Okulu onun için aksatmamı bile istememişken zamanında, şimdi sarışının tekiyle günümü gün ediyordum. Onun penceresinden baktığımda durum böyleydi.
- Merhaba Alp. Edgar'ı biliyorsun, arkadaşım, bazı sorunları vardı, konuşmaya ihtiyacı vardı o yüzden...
Edgar lafa atladı.
- Selin neden saklıyorsun Alp'ten? Bizi sevgili sanarsa diye mi? Sanarsa sansın abi, yok böyle olay. Herif seni bu kadar üzdüğü halde sen hala onu düşünebiliyorsun. Söylesene, o senin hayatına zebellah gibi çöktü diye astın bugün okulunu. Onu anlattın bana saatlerce. Ama o beyefendi senin ne düşündüğünü umursamadığı gibi üstüne trip atabiliyor. Ve sen buna katlanıyorsun. Bravo ya. İkinizi de tebrik ederim. Salaksınız siz. Ben gidiyorum. Siz de defolup gidin bir yerlere, gözüm görmesin.
Alp neye uğradığını şaşırdı. Ben ondan da beterdim. Peşinden gitmeye çalıştım ama taksiye atladı. Bende para yoktu, otobüs bekledim. Eve ondan çok sonra varacağımı düşünüyordum ki, Edgar evde bile yoktu. Çok kızdı bana. Kendimi o kadar çok üzdüğüm için..
Pelin'e anlattım olanları. ''Edgar böyle korumacıdır hep, öğrendi ya senin üzüntünün sebebinin Alp yüzünden olduğunu, biraz daha üzsün o çocuk seni, Alp'ten gider sorar hesabını. Öyle birisidir. Bu arada sana kızmakta haklı ben de kızıyorum. Alp saçma sapan şeyler için trip atıyor sana. Haksız olan o. Aramayı aklından bile geçirme.'' dedi. Tek çareyi ders çalışmakta buldum. Gece 2'ye kadar fizik çalıştım.-işte dostlar dünyanın sonu geliyor- Yattığımdaysa uyuyamadım.
Kapkara tavanı seyrederken Alp'ti kafamda dolanan tilkilerin sahibi. Onu neden bu kadar sevdiğimi açıklamak için neden bulamıyordum. Alper onun yanında daha göze çarpıyor fakat Alp masum. Temiz duygularla hissediyor bir şeyleri ve tek bir gülüşü yeterli benim ona tekrar tekrar aşık olabilmem için. Hiç bilmediğim bir yerde kaybolduğumda aniden, tesadüfen karşıma çıkacak kişi olur Alp. Anlatamıyorum bile, tutuk tutuk oldu dilim.
Önemli olan tek şey onu çok sevdiğim. Onu kaybetmekten korktuğum. ve aslında ona hiç sahip olamadığım..
30 Aralık, 2010
Prince Charming
27 Aralık, 2010
Christmas gavur icadır, İngilizce gavur dilidir ve bu ülkede gavura gavur demek yassah hemşerim.
Sabah Pelin beni uyandırmaya geldiğinde ben çoktan uyanmış, okula gitmenin ne zamandan beri benim için bir işkence olduğunu anlamaya çalışıyordum. Ulan dünyanın en salak kızı benken nasıl oldu da böyle saçma salak şeyler yaşadım, yaptım hiç bilmiyorum.
Önce çiftlikte gördüğüm birinden etkilendim. Ama öyle böyle değil. Sonra onunla naptım ettim tanıştım, o beni reddedince en yakın arkadaşıyla sevgili oldum, ondan ayrıldım yine ilkiyle yakınlaştım, sonra bir gay'le takıldım, şu an ise Alp'i seviyorum, kısacası dipteyim sondayım depresyondayım.
Yataktan kalktım, okula gittim. Fizik dersi vardı, hoca çok kızdı ödevimi yapmadım diye. Dakikaları saydım fizikten çıkmak için, öğle tatilini zor ettim. Hazel geldi '' Eeh, yetti canıma, ne olucaksa olsun. Ben Alper'i seviyorum.'' dedi. Dünkü konuşmamızı hatırlattım ona, çok kızdı. Haklı olduğumu biliyordum..
''Ben de Alp'i seviyorum da sevmekle bir şey olmuyor'' dedim. ''Olur. Okullarına gidelim.'' dedi. ''Bu saatten sonra gidemem.'' dedim. Gitmedim. Ama çok istedim... Onu görmek, konuşmak.. Her şeyi kendi ellerimle mahvetmiştim, özür dilenecek bir durum da değildi. Karışıktı. Ooof.
Edgar aradığında neredeyse ağlayacaktım. Bizim okula geldiğini, kağıda olduğunu söyledi. Koştur koştur çıktım. Kapıdaydı.
- Aa! Nerden çıktın sen?
- Alışverişe çıktım. Christmas işi var bizde biliyorsun, onu hallederim diye. Sana noldu böyle, dokunsam ağlayacaksın?
Fark ettim ki ben ona Alp'i falan anlatmamıştım eskiden bu çocuğa yanık olduğumdan.
Ve yaşlar şıpır şıpır aktı gözlerimden...
Edgar garibim, panik yaptı. Ne yapacağını bilemedi. Pılımı pırtımı aldım okuldan, gittik sessiz sakin bir yerde oturduk. Başından sonuna kadar anlattım olayı. Ne kadar kötü bir durumda olduğumdan, bunun da farkında olduğumdan bahsettim.
- İmkansız gözüyle bakıyorsun olaya, ama öyle değil. Bir şansın var. Ve kendini kötü hissetme. Bunu herkes yaşıyor.
Böyle bir sürü şey söyledi. Ağladım, konuştum rahatladım. Sonra o kız arkadaşlarını anlatırken, eve doğru yürüyorduk. Alışveriş yalan oldu tabii. Yolda güle oynaya giderken Alp'le karşılaştık.
Bana attığı o pis bakışı unutamam. Önce biz göz göze geldik, sonra sanırım Edgar'la göz göze geldi.
Okulu asmıştı. Okulu astığımı fark etmişti.
- Keyifler yerinde sanırım. Muhabbetiniz daim olsun, çiftlik çınlıyordu neşeli kahakahanızla. dedi.
Bir şey diyemedim.
Önce çiftlikte gördüğüm birinden etkilendim. Ama öyle böyle değil. Sonra onunla naptım ettim tanıştım, o beni reddedince en yakın arkadaşıyla sevgili oldum, ondan ayrıldım yine ilkiyle yakınlaştım, sonra bir gay'le takıldım, şu an ise Alp'i seviyorum, kısacası dipteyim sondayım depresyondayım.
Yataktan kalktım, okula gittim. Fizik dersi vardı, hoca çok kızdı ödevimi yapmadım diye. Dakikaları saydım fizikten çıkmak için, öğle tatilini zor ettim. Hazel geldi '' Eeh, yetti canıma, ne olucaksa olsun. Ben Alper'i seviyorum.'' dedi. Dünkü konuşmamızı hatırlattım ona, çok kızdı. Haklı olduğumu biliyordum..
''Ben de Alp'i seviyorum da sevmekle bir şey olmuyor'' dedim. ''Olur. Okullarına gidelim.'' dedi. ''Bu saatten sonra gidemem.'' dedim. Gitmedim. Ama çok istedim... Onu görmek, konuşmak.. Her şeyi kendi ellerimle mahvetmiştim, özür dilenecek bir durum da değildi. Karışıktı. Ooof.
Edgar aradığında neredeyse ağlayacaktım. Bizim okula geldiğini, kağıda olduğunu söyledi. Koştur koştur çıktım. Kapıdaydı.
- Aa! Nerden çıktın sen?
- Alışverişe çıktım. Christmas işi var bizde biliyorsun, onu hallederim diye. Sana noldu böyle, dokunsam ağlayacaksın?
Fark ettim ki ben ona Alp'i falan anlatmamıştım eskiden bu çocuğa yanık olduğumdan.
Ve yaşlar şıpır şıpır aktı gözlerimden...
Edgar garibim, panik yaptı. Ne yapacağını bilemedi. Pılımı pırtımı aldım okuldan, gittik sessiz sakin bir yerde oturduk. Başından sonuna kadar anlattım olayı. Ne kadar kötü bir durumda olduğumdan, bunun da farkında olduğumdan bahsettim.
- İmkansız gözüyle bakıyorsun olaya, ama öyle değil. Bir şansın var. Ve kendini kötü hissetme. Bunu herkes yaşıyor.
Böyle bir sürü şey söyledi. Ağladım, konuştum rahatladım. Sonra o kız arkadaşlarını anlatırken, eve doğru yürüyorduk. Alışveriş yalan oldu tabii. Yolda güle oynaya giderken Alp'le karşılaştık.
Bana attığı o pis bakışı unutamam. Önce biz göz göze geldik, sonra sanırım Edgar'la göz göze geldi.
Okulu asmıştı. Okulu astığımı fark etmişti.
- Keyifler yerinde sanırım. Muhabbetiniz daim olsun, çiftlik çınlıyordu neşeli kahakahanızla. dedi.
Bir şey diyemedim.
22 Aralık, 2010
Ice Americano vs Ice Latte
Sumi'nin bahsettiği gay arkadaş durumu bende gerçekleşince, bu işlerden elimi eteğimi çekmeye karar verdim bir süre. Dokunduğum yeri kurutuyorum ve bunu diğer kızlara yapmaya hakkım yok. Bu şekilde yattım uyudum.
Ertesi gün okulda önce Eren'in yanına gittim.
- Kavga etmişsiniz Özgür'le?
- Evet. Bu sefer bitti galiba.
- Ama Eren haksızsın. Çocuk seni çok seviyordu, sence onları duymayı hak etti mi?
- Peki sence hayatımın içine bu denli girmeyi hak edecek biri miydi?
- Öyle ama...
- Selin onu seviyorum ama bir hayatım var. Siz varsınız. Önceliklerim var. Ben bunları gayet iyi biliyorum. Bir süre üzülürüm biter.
Konuşmak istemiyordu. Çok üzgündü. Üstüne gitmedim. Halletmem gereken diğer bir iş Hazel'di.
- Alper nasıl haberin var mı Hazel?
- Ay ne haberi be. Banane ondan.
- Hazelcim kasma. Salak değilim farkındayım her şeyin.
- Ne farkındası? Farkındalık testi mi bu?
- Üzgünüm canım ama onu seviyorsun.
- Yok öyle bir şey.
- Haz..
- Selin kes sesini. Yok öyle bir şey diyorum.
Onu düşünceleriyle yalnız bıraktım. Ertesi gün, onu sevdiğini itirafedeceğine emindim.
Pelin gün boyu biraz dalgındı. Sebebini sordum. ''Yiğit.'' dedi. Şu ergen kızların hayatında aşktan farklı konular da problem olsa keşke...
Okul çıkışı ona pastaneye gitmeyi teklif ettim. Gittik. Amerika'dakilerden bahsetti. Yiğit'ten bahsetti.. ''Ben.'' dedi. ''Bu çocukla vakit geçirmeyi çok seviyorum.'' dedi. ''Ama Gırgır'da iddia sonucu tanıştık yani bana gelmez öyle şeyler.'' dedi. Bir süre bunu tartıştık falan. En sonunda o da bunaldı. ''Dur sana bir profiterol ısmarliyim.'' dedi. Garsonu çağırdık. Uzaktan cool gibi görünüyordu, kırmızı kazaklı falan ama yanımıza bir geldi. ''O bi' gülmesin.'' dedim. Pelin de onayladı. Lanetli gibi bir şeydi çocuk tövbe ya. Zaten kahve isterken artistlik yaptı bana. Menüye baktım Ice Americano var. Denemedim daha önce ama adı hoşuma gitti o anda. Dedim ki;
- Ben bir ice americano alayım.
- O biraz serttir ama. Sade Türk Kahvesi'nin içine buz atıyoruz.
- Sorun olmaz ben severim.
Pelin de destekledi:
- Evet evet, Selin sever sert şeyleri. Peli ice latte nasıl?
- Sütlü nescafe'ye buz atılmış gibi.
- Peki, ben de onu alayım.
Garson uzaklaştığında Pelin'i dürttüm.
- Bittim ben Pelin. Kesin expresso single gibi bir şey americano. Nasıl içicem ben onu ya!
- Çocuğa artistlik yaparken iyiydi. Bir de eli yüzü düzgün olsa neyse.
İçime kapandım kahveler gelene kadar. Geldi, tadına bir baktım, aynı expresso single. Soğuk hali. Berbat bir tattı. İçemem dedim Pelin'e, ama bir yandan garson bizim masayı gözlüyor, hesabı getirdiğinde ''Ben size söylemiştim.'' falan diyecek diye çok korkuyorum. Gurur meselesi yaptım. Ben bunu içerim dedim. Pelin ''Taş-kağıt-makas oynayalım, kaybeden 30 saniye içer.'' dedi. Yaptık. Üst üste iki kere kaybettim. İçtim de. Ama midem nasıl oldu anlatamam. Kusa kusa çıkabilirdim o anda o pastaneden. Sonra Pelin iki kere kaybetti. İçti, o da kötü oldu. Sonra dedi ki ''Arkanda oturan biri var, baksana nasılmış, gözü bizim masada.'' Baktım. Herif 30larındaydı resmen. Ya da 25 üstü. O kadar vardı ama. Karttı bize göre. ''Oha Pelin herif sübyancı mıdır nedir.'' Hayalleri yıkıldı garibimin. Bir bardak ice americano'yu içmem yetmezmiş gibi, ikizime elin 30 yaşındaki herifi asılmıştı. Sinirim bozuldu. ''Kalk gidiyoz.'' dedim. Çektik eve geldik.
Edgar yazık mahcuptu dünden sonra ama ben normal davrandım o da normal davranmaya başlayabildi. Kıyamam ya. Zaten memleketinden uzakta..
Gece yatağa yattığımda aklım Hazel ve Eren'in problemlerindeydi.
Ergen ve salak olmak gerçekten zor. Belki öyle olmasam onlara yardımcı olabilirdim...
Ertesi gün okulda önce Eren'in yanına gittim.
- Kavga etmişsiniz Özgür'le?
- Evet. Bu sefer bitti galiba.
- Ama Eren haksızsın. Çocuk seni çok seviyordu, sence onları duymayı hak etti mi?
- Peki sence hayatımın içine bu denli girmeyi hak edecek biri miydi?
- Öyle ama...
- Selin onu seviyorum ama bir hayatım var. Siz varsınız. Önceliklerim var. Ben bunları gayet iyi biliyorum. Bir süre üzülürüm biter.
Konuşmak istemiyordu. Çok üzgündü. Üstüne gitmedim. Halletmem gereken diğer bir iş Hazel'di.
- Alper nasıl haberin var mı Hazel?
- Ay ne haberi be. Banane ondan.
- Hazelcim kasma. Salak değilim farkındayım her şeyin.
- Ne farkındası? Farkındalık testi mi bu?
- Üzgünüm canım ama onu seviyorsun.
- Yok öyle bir şey.
- Haz..
- Selin kes sesini. Yok öyle bir şey diyorum.
Onu düşünceleriyle yalnız bıraktım. Ertesi gün, onu sevdiğini itirafedeceğine emindim.
Pelin gün boyu biraz dalgındı. Sebebini sordum. ''Yiğit.'' dedi. Şu ergen kızların hayatında aşktan farklı konular da problem olsa keşke...
Okul çıkışı ona pastaneye gitmeyi teklif ettim. Gittik. Amerika'dakilerden bahsetti. Yiğit'ten bahsetti.. ''Ben.'' dedi. ''Bu çocukla vakit geçirmeyi çok seviyorum.'' dedi. ''Ama Gırgır'da iddia sonucu tanıştık yani bana gelmez öyle şeyler.'' dedi. Bir süre bunu tartıştık falan. En sonunda o da bunaldı. ''Dur sana bir profiterol ısmarliyim.'' dedi. Garsonu çağırdık. Uzaktan cool gibi görünüyordu, kırmızı kazaklı falan ama yanımıza bir geldi. ''O bi' gülmesin.'' dedim. Pelin de onayladı. Lanetli gibi bir şeydi çocuk tövbe ya. Zaten kahve isterken artistlik yaptı bana. Menüye baktım Ice Americano var. Denemedim daha önce ama adı hoşuma gitti o anda. Dedim ki;
- Ben bir ice americano alayım.
- O biraz serttir ama. Sade Türk Kahvesi'nin içine buz atıyoruz.
- Sorun olmaz ben severim.
Pelin de destekledi:
- Evet evet, Selin sever sert şeyleri. Peli ice latte nasıl?
- Sütlü nescafe'ye buz atılmış gibi.
- Peki, ben de onu alayım.
Garson uzaklaştığında Pelin'i dürttüm.
- Bittim ben Pelin. Kesin expresso single gibi bir şey americano. Nasıl içicem ben onu ya!
- Çocuğa artistlik yaparken iyiydi. Bir de eli yüzü düzgün olsa neyse.
İçime kapandım kahveler gelene kadar. Geldi, tadına bir baktım, aynı expresso single. Soğuk hali. Berbat bir tattı. İçemem dedim Pelin'e, ama bir yandan garson bizim masayı gözlüyor, hesabı getirdiğinde ''Ben size söylemiştim.'' falan diyecek diye çok korkuyorum. Gurur meselesi yaptım. Ben bunu içerim dedim. Pelin ''Taş-kağıt-makas oynayalım, kaybeden 30 saniye içer.'' dedi. Yaptık. Üst üste iki kere kaybettim. İçtim de. Ama midem nasıl oldu anlatamam. Kusa kusa çıkabilirdim o anda o pastaneden. Sonra Pelin iki kere kaybetti. İçti, o da kötü oldu. Sonra dedi ki ''Arkanda oturan biri var, baksana nasılmış, gözü bizim masada.'' Baktım. Herif 30larındaydı resmen. Ya da 25 üstü. O kadar vardı ama. Karttı bize göre. ''Oha Pelin herif sübyancı mıdır nedir.'' Hayalleri yıkıldı garibimin. Bir bardak ice americano'yu içmem yetmezmiş gibi, ikizime elin 30 yaşındaki herifi asılmıştı. Sinirim bozuldu. ''Kalk gidiyoz.'' dedim. Çektik eve geldik.
Edgar yazık mahcuptu dünden sonra ama ben normal davrandım o da normal davranmaya başlayabildi. Kıyamam ya. Zaten memleketinden uzakta..
Gece yatağa yattığımda aklım Hazel ve Eren'in problemlerindeydi.
Ergen ve salak olmak gerçekten zor. Belki öyle olmasam onlara yardımcı olabilirdim...
21 Aralık, 2010
Gay Guy*
Ertesi gün, Edgar'la sözleştiğimiz gibi alışverişe gittik. Kahvaltıyı yaptığımız gibi gittik hem de. Pelin mırın kırın etti. Gelmek de istemedi, evde tek kalmak da. Hazel'i de arayıp Eren'lere gitmeye karar verdi. Cici kız modu. Yersen.
Biz de Çiftlik'in en başından başladık mağazalara girmeye. Kendime bir pantolon, Pelin'e bir tişört, Edgar'a da hediye olarak bir atkı aldım. Zaten çok yakışıyor atkı ona. O da bana deri eldiven aldı, siyah. Çok tatlılar. Alışveriş boyunca tek kelime şikayet etmedi. Sadece bir kere ''Enerjine hayranım, ben çok yoruldum.'' dedi. Kıyamadım, bir yere oturduk. Zaten üşümüştük de. Sıcak çikolata içtik.
- Teşekkür ederim benimle geldiğin için. Tüm stresimi attım sayende.
- Ben de çok eğlendim. Sinemaya gideriz bir günde.
- Gitmez miyiiiz. Gideriz tabii.
Çok şirin ve romantik. O adeta Cenk Erdem'in bahsettiği kendinden prensli beyaz at...
Eve döndüğümüzde gerçekten çok yorulmuştuk ama benim için önemli bir gündü. Tüm günü Edgar'la geçirmiştim. Eheh, hem de baş başa. Sonra o bana yemek hazırladı. Güllü, çiçekliydi yine. Yemekler de çok lezzetliydi. Herif işini biliyor ya. Yemekten sonra ikimiz de yorgun argındık ve üstüne üstlük karlı havada bütün gün sokaktaydık o yüzden battaniyeye sarınıp oturma odasına geçtim. O da yanıma oturdu. Pelin hala ortalarda yoktu. Aslında saat o kadar geç değildi ama çok yorulmuştum o yüzden uykum gelmişti. Başımı Edgar'ın omzuna yasladım. Bana daha da yaklaştı, sarıldı. Sanki yanan bir şöminenin karşısındaydık... Ama öyle bir şey yoktu tabii. O ortamın hiç bozulmaması için içimden binlerce kez dua ettim. Sonra bana ''Selin.'' dedi. Kafamı ona doğru çevirdiğimde yeşil gözleriyle karşılaştım. Yeşilin en güzel tonuydu sanki... Yüzü yüzüme çok yakındı. Kendime engel olamadım, ona doğru yaklaştım. Öpmek için. Sanki nutku tutulmuştu. Geri çekilemiyordu, ama öpemeyeceği de belliydi. O sırada lanet olası bir ses duydum. Pelin'den.
- Selin sen ne yapıyorsun!
La havle çekip ona döndüm.
- Ne yapıyormuşum Pelin? Hı?
- Sonra anlatırım. dedi ve gitti. Ama kahkaha sesleri bana kadar geliyordu. Edgar'a tekrar baktım. Yüzü kıpkırmızı olmuştu.
- Şey, ben sadece arkadaşız sanıyordum Selin. Kusura bakma, şaşırdım biraz. Ben, pek sizin gibi değilim. Yani, sizin gibiyim bir bakıma.. Neyse işte Pelin söylese daha iyi olur.
O da gitti. Ben de odama gittim, olanları anlamaya çalışıyordum. Pelin geldi, neredeyse üstüne atlayacaktım.
- KONUŞ!
- Selin Edgar kızlardan hoşlanmıyor. Anlarsın ya.
Dünyam tam da o anda başıma yıkıldı. İşte bu her şeyi açıklıyordu. Alışveriş sevmeler, romantik tavırlar, süslü püslü yemekler..
Kalktım yanına gittim Edgar'ın.
- Edgar. Şey, ben çok üzgünüm sanmıştım ki.. Neyse ama, zaten saçmaydı.
- Sanırım bir daha beni görmek ist..
- Sinemaya ne zaman gidiyoruz?
Ona gerçekten kızgın olmadığımı anlayınca gözleri parladı. Benimle arkadaş olmayı sevmiş gerçekten. Zaman geçirmeyi... Bu da bir şeydir.
Sonra rahat bir uyku için odama döndüm. Biraz tuhaflaşmıştı her şey ve hayal kırıklığı elbette vardı ama o kadar sorun etmemiştim. Zaten sorun etmeye vakit yoktu Pelin konuşmaya başladı.
- Eren'le Özgür kavga etmiş.
- Neden!?
- Eren Özgür'e ''Hayatımı hep sana endeksledim, beni çok kısıtlıyorsun. Arkadaşlarımı bile ekiyorum senin için ve vicdan azabı çekiyorum sonra. Beni çok yoruyor.'' demiş. Özgür de kırılmış tabii. Bir süre uzak kalmak istemiş. Eren çok üzgün.
- Yarın giderim yanına.
- Bu arada Hazel senden köşe bucak kaçıyor.
- Ayol o neden?
- Alper'den hoşlanıyor galiba. Yani öyle olduğundan şüpheleniyor. Bu yüzden çok sinirli ama senden çekiniyor.
- Amaan o köprünün altından çok su aktı. Endişelenmesin. Onunla da konuşurum.
- Doğru, Edgar vardı. Anlatsana nasıl oldu.
- Uykum var. dedim, döndüm uyudum. Dalga geçmeye yer arıyor. Gülerek odasına gitti, Edgar'a da sormuştur kesin aynı soruyu.
Pis ya. Sinir bozucu
*Sliwercım bu söz öbeğini bularak asrın deyimini icat etti. Çelengini takdim etmek üzere kürsüye davet ediyorum.
Biz de Çiftlik'in en başından başladık mağazalara girmeye. Kendime bir pantolon, Pelin'e bir tişört, Edgar'a da hediye olarak bir atkı aldım. Zaten çok yakışıyor atkı ona. O da bana deri eldiven aldı, siyah. Çok tatlılar. Alışveriş boyunca tek kelime şikayet etmedi. Sadece bir kere ''Enerjine hayranım, ben çok yoruldum.'' dedi. Kıyamadım, bir yere oturduk. Zaten üşümüştük de. Sıcak çikolata içtik.
- Teşekkür ederim benimle geldiğin için. Tüm stresimi attım sayende.
- Ben de çok eğlendim. Sinemaya gideriz bir günde.
- Gitmez miyiiiz. Gideriz tabii.
Çok şirin ve romantik. O adeta Cenk Erdem'in bahsettiği kendinden prensli beyaz at...
Eve döndüğümüzde gerçekten çok yorulmuştuk ama benim için önemli bir gündü. Tüm günü Edgar'la geçirmiştim. Eheh, hem de baş başa. Sonra o bana yemek hazırladı. Güllü, çiçekliydi yine. Yemekler de çok lezzetliydi. Herif işini biliyor ya. Yemekten sonra ikimiz de yorgun argındık ve üstüne üstlük karlı havada bütün gün sokaktaydık o yüzden battaniyeye sarınıp oturma odasına geçtim. O da yanıma oturdu. Pelin hala ortalarda yoktu. Aslında saat o kadar geç değildi ama çok yorulmuştum o yüzden uykum gelmişti. Başımı Edgar'ın omzuna yasladım. Bana daha da yaklaştı, sarıldı. Sanki yanan bir şöminenin karşısındaydık... Ama öyle bir şey yoktu tabii. O ortamın hiç bozulmaması için içimden binlerce kez dua ettim. Sonra bana ''Selin.'' dedi. Kafamı ona doğru çevirdiğimde yeşil gözleriyle karşılaştım. Yeşilin en güzel tonuydu sanki... Yüzü yüzüme çok yakındı. Kendime engel olamadım, ona doğru yaklaştım. Öpmek için. Sanki nutku tutulmuştu. Geri çekilemiyordu, ama öpemeyeceği de belliydi. O sırada lanet olası bir ses duydum. Pelin'den.
- Selin sen ne yapıyorsun!
La havle çekip ona döndüm.
- Ne yapıyormuşum Pelin? Hı?
- Sonra anlatırım. dedi ve gitti. Ama kahkaha sesleri bana kadar geliyordu. Edgar'a tekrar baktım. Yüzü kıpkırmızı olmuştu.
- Şey, ben sadece arkadaşız sanıyordum Selin. Kusura bakma, şaşırdım biraz. Ben, pek sizin gibi değilim. Yani, sizin gibiyim bir bakıma.. Neyse işte Pelin söylese daha iyi olur.
O da gitti. Ben de odama gittim, olanları anlamaya çalışıyordum. Pelin geldi, neredeyse üstüne atlayacaktım.
- KONUŞ!
- Selin Edgar kızlardan hoşlanmıyor. Anlarsın ya.
Dünyam tam da o anda başıma yıkıldı. İşte bu her şeyi açıklıyordu. Alışveriş sevmeler, romantik tavırlar, süslü püslü yemekler..
Kalktım yanına gittim Edgar'ın.
- Edgar. Şey, ben çok üzgünüm sanmıştım ki.. Neyse ama, zaten saçmaydı.
- Sanırım bir daha beni görmek ist..
- Sinemaya ne zaman gidiyoruz?
Ona gerçekten kızgın olmadığımı anlayınca gözleri parladı. Benimle arkadaş olmayı sevmiş gerçekten. Zaman geçirmeyi... Bu da bir şeydir.
Sonra rahat bir uyku için odama döndüm. Biraz tuhaflaşmıştı her şey ve hayal kırıklığı elbette vardı ama o kadar sorun etmemiştim. Zaten sorun etmeye vakit yoktu Pelin konuşmaya başladı.
- Eren'le Özgür kavga etmiş.
- Neden!?
- Eren Özgür'e ''Hayatımı hep sana endeksledim, beni çok kısıtlıyorsun. Arkadaşlarımı bile ekiyorum senin için ve vicdan azabı çekiyorum sonra. Beni çok yoruyor.'' demiş. Özgür de kırılmış tabii. Bir süre uzak kalmak istemiş. Eren çok üzgün.
- Yarın giderim yanına.
- Bu arada Hazel senden köşe bucak kaçıyor.
- Ayol o neden?
- Alper'den hoşlanıyor galiba. Yani öyle olduğundan şüpheleniyor. Bu yüzden çok sinirli ama senden çekiniyor.
- Amaan o köprünün altından çok su aktı. Endişelenmesin. Onunla da konuşurum.
- Doğru, Edgar vardı. Anlatsana nasıl oldu.
- Uykum var. dedim, döndüm uyudum. Dalga geçmeye yer arıyor. Gülerek odasına gitti, Edgar'a da sormuştur kesin aynı soruyu.
Pis ya. Sinir bozucu
*Sliwercım bu söz öbeğini bularak asrın deyimini icat etti. Çelengini takdim etmek üzere kürsüye davet ediyorum.
20 Aralık, 2010
Romantiksin, rüyalarda yaşarsın...
Ertesi gün aşırı kar yağışı yüzünden okullar tatil edilmiş biz de evde bunu bir şampanyayla kutladık. -demek isterdim fakat ben yalvar yakar Pelin'e sıcak çikolata yaptırdım öyle kutladık. Ben dedim ki ''Gırgır'a gitmeliyiz.'' Pelin dedi ki ''Gırgır'a gitmeliyiz!'' ''Edgar dedi ki ''Gırgır ne?'' Açıkladık.
- Bak Edgar, Gırgır bir cafe. Gençler takılır. Biz neyiz? Genciz. Yani biz de takılırız. Çok eğlenceli canlı müzik falan var. Pelin'le hep oraya gidenlere özenirdik. İlk gidişimiz olacak.
- Harbi çok pis özenirdim. Ulaşılmaz gelirdi o zamanlar Gırgır.
- E o zaman ben kızlara haber saliyim. dedim ve telefonu elime aldım.
Eren ve Hazel'i aradım. ''Akşam Gırgır'a gidiyoruz. İtiraz istemem.'' dedim. ''İtiraz eden kim ağbi?'' dedi Hazel. ''Gırgır mı!? Hani şu nirvana olan!? Ben varım!!'' dedi Eren.
Bütün gün evde onun hazırlığını yaptık. Size Gırgır'a gitmenin önemini şöyle anlatabilirim: Bir dönüm noktasıdır o. Ya Gırgır tayfasındansındır, ya da değilsindir. Öyle bir durum. Edgar yarappim nasıl bir insan o ya. İlk gördüğümde pek hoşlanmamıştım ama ağız burun hokka gibi herifte. Giyinmekten harbiden iyi anlıyor. Bu sefer kazak giymiş ama nasıl yakışmış anlatamam. Siyah keten pantolon giymiş, siyah uzun mont. Botlar o biçim. Destansı yani. Pelin ekose desenli bir çorap giymiş, üzerine şort ve üzerine sade siyah bir badi. Topuklular yine iki Pelin konseptinden yola çıkılarak seçilmiş. Çok şık olmuş. Ben bir elbise giydim, dizlerimin üzerinde. Nasıl anlatsam boyunu bilemedim. Pelin'in ayakkabılardan birini de aşırdım. Hoş oldum övünmek gibi olmasın.
Sonra otobüse binip Gırgır'a gittik. Ya, ne zaman havalı bir şekilde şehirde ulaşım yapacağım hiçbir fikrim yok. Donanmış gelinler süslendik ama gidip otobüse bindik şu işe bak.
Uzatmiyim, Gırgır'a gitmek üzere Eren ve Hazel'le buluştuk okulun önünde. Onlar da destansı görünüyorlardı. Hazel mini etek giymişti, Allahı var çok yakışmış kıza. Eren dar kot giymiş, beyaz badi giymiş, topukluları da çekmiş. Topuklu ayakkabı ve pantolon zaten süper oluyor, beyaz badiyle kot da keza öyle, bu üçü harika olmuştu. Ulan süslenmiştik o kadar uğraşıp ama değmişti yani.
Gırgır'a girişimiz ayrı bir güzeldi. Edgar'ın hele havasından geçilmiyor. Dört adet taş gibi kız herifin peşinde pervane. Ama koluna girme şerefine nail olan bendim. Ay içim kıpır kıpır oldu dokundukça. Zaten biliyorsunuz her daim gülümsüyor o. Eridim bittim. İçeri girdiğimizde ortam zaten loş, etkilenmem birkaç kat arttı. Ama merak etmeyin +18lik mekanlardan değil. Kafe ve bar tarzı karışık bir yer. 18 yaşından küçüklere alkol satışı yapılmıyor, kimse sarkmıyor vs.
İçeri girdik, geçtik bir yerde oturuyoruz. Pek dikkat etmiyorlar bize ama. Dağıldık içeride. Edgar dedi ki ''Selin yanımda kal, herifler sarkacak falan, kavga etmek zorunda bırakma beni.'' 16 yaşındayım, hala sübyanım, kimsenin umrunda değilim; ama o unutmuş galiba. Benim de işime geldi. Dibinden bir saniye ayrılmadım. Çift gibi takıldık falan güzeldi yani. O sırada Eren, Pelin ve Hazel birlikte takılıyorlardı. Bir masaya gitmişler, avlarını bekliyorlar, bir yandan vişne sularını şarap diye yutturuyorlardı. Sanırım fikir Eren'den çıkmıştı. Ah şu gençler...
Edgar'a yavşayan kızlar oldu, hepsine çok sinir oldum dövmek istedim ama Edgar hissetti galiba, başından kibarca savdı hepsini. Dedim ki ''Haydi kızların yanına gidelim.'' Hala sap olan arkadaşlarımızın yanına gittik. Eren'le Pelin içecek (vişne suyu) almaya gittiler. O sırada Alper'i gördüm. Hazel'i dürttüm. {Kafiyeye gel}
- Bak sen... Kimler varmış burada.
- Üff. Yine mi onlar ya.
Alper birkaç arkadaşıyla gelmişti. Beni gördü, hemen yanımıza geldi ve Edgar'a ölümcül bakışlar attı. Ama benden sonra Hazel'i görünce bakışları baya bir yumuşadı. Gözleri direk kızın bacaklara gitti. Pis sapık nolucak. Hazel'e selam verdi. Hazel de karşılık verdi. Sanırım o da biraz etkilenmişti. Allahı var hoş çocuk ama işte huyu kötü anam. Düşündüm. Hazel'le Alper çıksa, bir şey hissetmem tabii yanımda Edgar varsa.. Alper Hazel'le bar tarafına gitti, bir şey alamayacakları halde, Hazel'le konuşmaya çalışıyordu, Hazel de istemem yan cebime koy edasıyla karşılık veriyordu. Biz de Edgar'la tekrar baş başa kaldık.
- Yarın ne yapsam acaba ya? Çok sıkıldım. Sen ne yapacaksın Edgar?
- Sen ne yaparsan onu. Alışverişe gitmeye ne dersin?
- Nasıl yani? Birlikte mi? Erkekler alışverişten nefret eder!
- Ben de tek başıma gitmeyi sevmem ama seninle eğlenceli olabilir.
O anda mutluluktan başm döndü. Sanki 700 promil alkol almışım da dünya bir tarafıma minareymiş gibi hissediyordum. Bir erkek. Alışverişe gitmek istiyor. Benimle. Kendi iradesiyle.
O anda geçirdiğim küçük çaplı fenalıktan sonra kendime zar zor geldim ve bakışlarımı bardaki Hazel ve Alper'e çevirdim. Hazel Alper'i saptayamadığım bir nedenden ötürü tersledi. Alper trip attı döndü gitti. Hazel sinirlendi saçlarıyla oynamaya falan başladı. Yanında bir kız vardı. Konuşmaya başladı.
- Üzülme. Tartışmalar her çiftin yaşadığı sorunlardır.
- Ne çifti ya. Biz çift falan değiliz, olamayız da.
- Dışarıdan şey sanmıştım..
- Neyse ya. Sinirlerim bozuldu işte. Aslında şu sahnedeki de fena değilmiş.
- Şey.. O benim sevgilim.
O anda Hazel'in yüzünü görmeliydiniz. Ben gördüm, kahkaha atmaya başladım. Edgar anlam veremedi.
- Şey, çok pardon ya ben bir arkadaşa benzettim galiba. Allah sahibine bağışlsın. Merhaba ben Hazel.
Kız anlayışlıydı da Hazel'in ağzı ve burnu arasındaki mesafede oynama yapmadı. Neyse ki.
- Ben de Eylül. Memnun oldum. Sahnedeki gitarist benim sevgilim. Aslında bu durum başıma çok gelir o yüzden alıştım artık. Onun yüzünden hep buralarda takılırım. Bir daha karşılaşırsak, mutlaka görüşelim.
dedi ve çıktı gitti. Hazel de yanımıza geldi yediği bu naneyi anlattı. Komik kız.
Edgar, kahramanım, beyaz atlı prensim bizden birkaç yaş büyük olmanın verdiği sorumlulukla bizi toparladı, saat ilerledi gerekçesiyle evimize götürdü. Ben onu düşünerek uykuya daldım, o ise en son horluyordu...
- Bak Edgar, Gırgır bir cafe. Gençler takılır. Biz neyiz? Genciz. Yani biz de takılırız. Çok eğlenceli canlı müzik falan var. Pelin'le hep oraya gidenlere özenirdik. İlk gidişimiz olacak.
- Harbi çok pis özenirdim. Ulaşılmaz gelirdi o zamanlar Gırgır.
- E o zaman ben kızlara haber saliyim. dedim ve telefonu elime aldım.
Eren ve Hazel'i aradım. ''Akşam Gırgır'a gidiyoruz. İtiraz istemem.'' dedim. ''İtiraz eden kim ağbi?'' dedi Hazel. ''Gırgır mı!? Hani şu nirvana olan!? Ben varım!!'' dedi Eren.
Bütün gün evde onun hazırlığını yaptık. Size Gırgır'a gitmenin önemini şöyle anlatabilirim: Bir dönüm noktasıdır o. Ya Gırgır tayfasındansındır, ya da değilsindir. Öyle bir durum. Edgar yarappim nasıl bir insan o ya. İlk gördüğümde pek hoşlanmamıştım ama ağız burun hokka gibi herifte. Giyinmekten harbiden iyi anlıyor. Bu sefer kazak giymiş ama nasıl yakışmış anlatamam. Siyah keten pantolon giymiş, siyah uzun mont. Botlar o biçim. Destansı yani. Pelin ekose desenli bir çorap giymiş, üzerine şort ve üzerine sade siyah bir badi. Topuklular yine iki Pelin konseptinden yola çıkılarak seçilmiş. Çok şık olmuş. Ben bir elbise giydim, dizlerimin üzerinde. Nasıl anlatsam boyunu bilemedim. Pelin'in ayakkabılardan birini de aşırdım. Hoş oldum övünmek gibi olmasın.
Sonra otobüse binip Gırgır'a gittik. Ya, ne zaman havalı bir şekilde şehirde ulaşım yapacağım hiçbir fikrim yok. Donanmış gelinler süslendik ama gidip otobüse bindik şu işe bak.
Uzatmiyim, Gırgır'a gitmek üzere Eren ve Hazel'le buluştuk okulun önünde. Onlar da destansı görünüyorlardı. Hazel mini etek giymişti, Allahı var çok yakışmış kıza. Eren dar kot giymiş, beyaz badi giymiş, topukluları da çekmiş. Topuklu ayakkabı ve pantolon zaten süper oluyor, beyaz badiyle kot da keza öyle, bu üçü harika olmuştu. Ulan süslenmiştik o kadar uğraşıp ama değmişti yani.
Gırgır'a girişimiz ayrı bir güzeldi. Edgar'ın hele havasından geçilmiyor. Dört adet taş gibi kız herifin peşinde pervane. Ama koluna girme şerefine nail olan bendim. Ay içim kıpır kıpır oldu dokundukça. Zaten biliyorsunuz her daim gülümsüyor o. Eridim bittim. İçeri girdiğimizde ortam zaten loş, etkilenmem birkaç kat arttı. Ama merak etmeyin +18lik mekanlardan değil. Kafe ve bar tarzı karışık bir yer. 18 yaşından küçüklere alkol satışı yapılmıyor, kimse sarkmıyor vs.
İçeri girdik, geçtik bir yerde oturuyoruz. Pek dikkat etmiyorlar bize ama. Dağıldık içeride. Edgar dedi ki ''Selin yanımda kal, herifler sarkacak falan, kavga etmek zorunda bırakma beni.'' 16 yaşındayım, hala sübyanım, kimsenin umrunda değilim; ama o unutmuş galiba. Benim de işime geldi. Dibinden bir saniye ayrılmadım. Çift gibi takıldık falan güzeldi yani. O sırada Eren, Pelin ve Hazel birlikte takılıyorlardı. Bir masaya gitmişler, avlarını bekliyorlar, bir yandan vişne sularını şarap diye yutturuyorlardı. Sanırım fikir Eren'den çıkmıştı. Ah şu gençler...
Edgar'a yavşayan kızlar oldu, hepsine çok sinir oldum dövmek istedim ama Edgar hissetti galiba, başından kibarca savdı hepsini. Dedim ki ''Haydi kızların yanına gidelim.'' Hala sap olan arkadaşlarımızın yanına gittik. Eren'le Pelin içecek (vişne suyu) almaya gittiler. O sırada Alper'i gördüm. Hazel'i dürttüm. {Kafiyeye gel}
- Bak sen... Kimler varmış burada.
- Üff. Yine mi onlar ya.
Alper birkaç arkadaşıyla gelmişti. Beni gördü, hemen yanımıza geldi ve Edgar'a ölümcül bakışlar attı. Ama benden sonra Hazel'i görünce bakışları baya bir yumuşadı. Gözleri direk kızın bacaklara gitti. Pis sapık nolucak. Hazel'e selam verdi. Hazel de karşılık verdi. Sanırım o da biraz etkilenmişti. Allahı var hoş çocuk ama işte huyu kötü anam. Düşündüm. Hazel'le Alper çıksa, bir şey hissetmem tabii yanımda Edgar varsa.. Alper Hazel'le bar tarafına gitti, bir şey alamayacakları halde, Hazel'le konuşmaya çalışıyordu, Hazel de istemem yan cebime koy edasıyla karşılık veriyordu. Biz de Edgar'la tekrar baş başa kaldık.
- Yarın ne yapsam acaba ya? Çok sıkıldım. Sen ne yapacaksın Edgar?
- Sen ne yaparsan onu. Alışverişe gitmeye ne dersin?
- Nasıl yani? Birlikte mi? Erkekler alışverişten nefret eder!
- Ben de tek başıma gitmeyi sevmem ama seninle eğlenceli olabilir.
O anda mutluluktan başm döndü. Sanki 700 promil alkol almışım da dünya bir tarafıma minareymiş gibi hissediyordum. Bir erkek. Alışverişe gitmek istiyor. Benimle. Kendi iradesiyle.
O anda geçirdiğim küçük çaplı fenalıktan sonra kendime zar zor geldim ve bakışlarımı bardaki Hazel ve Alper'e çevirdim. Hazel Alper'i saptayamadığım bir nedenden ötürü tersledi. Alper trip attı döndü gitti. Hazel sinirlendi saçlarıyla oynamaya falan başladı. Yanında bir kız vardı. Konuşmaya başladı.
- Üzülme. Tartışmalar her çiftin yaşadığı sorunlardır.
- Ne çifti ya. Biz çift falan değiliz, olamayız da.
- Dışarıdan şey sanmıştım..
- Neyse ya. Sinirlerim bozuldu işte. Aslında şu sahnedeki de fena değilmiş.
- Şey.. O benim sevgilim.
O anda Hazel'in yüzünü görmeliydiniz. Ben gördüm, kahkaha atmaya başladım. Edgar anlam veremedi.
- Şey, çok pardon ya ben bir arkadaşa benzettim galiba. Allah sahibine bağışlsın. Merhaba ben Hazel.
Kız anlayışlıydı da Hazel'in ağzı ve burnu arasındaki mesafede oynama yapmadı. Neyse ki.
- Ben de Eylül. Memnun oldum. Sahnedeki gitarist benim sevgilim. Aslında bu durum başıma çok gelir o yüzden alıştım artık. Onun yüzünden hep buralarda takılırım. Bir daha karşılaşırsak, mutlaka görüşelim.
dedi ve çıktı gitti. Hazel de yanımıza geldi yediği bu naneyi anlattı. Komik kız.
Edgar, kahramanım, beyaz atlı prensim bizden birkaç yaş büyük olmanın verdiği sorumlulukla bizi toparladı, saat ilerledi gerekçesiyle evimize götürdü. Ben onu düşünerek uykuya daldım, o ise en son horluyordu...
OOC//Yayınımıza kısa bir ara
Şimdi efendim ben gerçek yaşamımda sevindirik bir kız olduğum için söylemeden edemeyeceğim. Bir öykü yarışmasına katılmıştım.(AB Öykü Yarışması) -Ne sürpriz, ben öykü yazmaya meraklıyım.- Dereceye girmişim ilde. Söylemek istedim. Ama yorum yazmayın nolur. Utanıyorum. Sevindirik gibi söyledim zaten bunu hemen size. Rezilim.
19 Aralık, 2010
Kilise Düğünleri *Sliwer'a göz kırpışlar*
Ertesi gün Pelin'i uyandırmam zor oldu. Hem de çok zor oldu. Gece geç geldiği için kalkamadı bir süre. Kendini hala Amerika'da sanıyor. Ama bana külyütmaz Selin derler.
Tıngır mıngır okula giderken aklım Egdar'la evde kalmıştı. Bunu Pelin'e söylemedim, yine kahkaha krizine girmesinden korktum.
Okulda Eren sıranın üzerine yatmış hayal kuruyordu. Kafasının üzerinde uçuşan hayalleri ben bile görebiliyordum. Bir ev, bir araba, topuklu ayakkabılar, Eyfel Kulesi'nin önünde bir resim, Özgür...
Beni gördüğünde hayallerine bir 'pof' sesiyle ara verdi. Duydum o sesi.
- Selin Özgür'le tartıştık.
- Neden?
- Gözümün önünde bir kızla flört etti.
- Eyvahlar olsun! Nasıl?
- Bir mağazaya giriyorduk. Ben girdim önce. Peşimden kızın teki daldı. Bu da kapıyı tuttu kız için. Kız buna gülümsedi. O da karşılık verdi.
- Asrın hatası!
- Aynen öyle. Ayrıldık önce, ama sonra barıştık.
- Sanırım ayrıldım ama sonra barıştım demen lazım. Zira haberi olduğunu bile sanmıyorum.
- Eh, biraz öyle. Kıymetini bil hazır varken.
Ben Eren'e nutuk çekerken Hazel ''Selin müzikçi seni çağırıyor.'' diyerek içeri girdi. Koştur koştur yanına gittim hocanın.
''Bak Selin.'' dedi. ''Bazı problemler yaşadığınızı duydum.'' dedi. ''Bu şekilde çalışamazsınız sanırım.'' dedi. ''Zaten benim sizinle farklı planlarım var. Bağımsız bir grup olacağız ve grubu yenileyeceğim.'' dedi. ''Ama gidip o okulun hocasına bu durumu senin de söylemen lazım.'' dedi. ''Öğlen bir ara git.'' dedi. ''Peki hocam'' dedim ama hiçbir fikrim yoktu nasıl olacağıyla ilgili.
Durumu Pelin'e anlattım, umursamadı fazla. Eren ''Yanında olmak isterdim ama Özgür'ü görmek istemiyorum bir süre.'' dedi. Hazel atladı. ''Gidelim de Alper'le yarım kalan işimizi bitirelim.'' dedi.
İşleri yarım kalmamıştı zaten bitirmişlerdi ama Hazel'e söylemedim çok sinirliydi. Kavga falan çıkarır, bela alırız yok yere diye gelmesini istemedim. Biraz kızdı. Takmadım o kadar.
Gittim öğlen conconların okuluna. Henüz dersten çıkmamıştı onlar. Bahçede oturdum bekledim.
Ne farklı duygularla hayatıma girmişti bu okul. Alper'in hayatımın aşkı olduğunu sanmıştım. Sonra Alp vardı.. Eren Özgür'ü tanımıştı. O zamanlar bu okulun önünden her geçişimde içimin bu denli burkulacağını düşünmezdim. Alp'i her gördüğümde ilk anda duyduğum üzüntünün tekrarlanacağını da... Dersten çıkmışlardı. Yanıma geldi yavaş yavaş.
- Nasılsın Selin?
- İyiyim Alp. Sen nasılsın?
- İyiyim. Hayırdır?
- Müzikçiyi görmeye geldim. Gruplar ayrılıyor da.
Aynı burukluk onda da vardı.
- Şu hale bak. Neyse. Hoşçakal.
- Hoşçakal.
Artık 'görüşürüz.' demiyor..
Alper'i görmeden -neyse ki- müzik hocasıyla konuşup işi halledebildim. Gruplar resmen ayrılmıştı. Geldiğimiz gibi sessiz sedasız gitmiştik hayatlarından da okullarından da... Öğleden sonra okul sorunsuz geçti ve eve döndük.
Eve girdiğimizde burnuma dolan kokular aklıma Edgar'ın aşçılık okulunda okuduğu ihtimalini getirdi. Kesin öyleydi. Ama sordum, normal senin benim okullarımızdanmış. Sanırım benden iyi yemek yapmasını kıskanıyorum. Ama evde oturup oturup bize yemek yapması da ilginç. Kesin o da benden hoşlanıyor.
Tam Pelin'e bu konudaki teorilerimi anlatacaktım ki o konuşmaya başladı.
- Bugün şu geçen gece tanıştığım çocuk aradı. Öğlen buluştuk bir yerlerde oturduk. Konuştuk falan. Hoş sohbet biri.
- Bu durum yemekte bile mesajlaşmanı açıklıyor.
- Öyle değil ya. Normal konuşuyoruz.
- Pelinciğim. Filmlerde, kitaplarda ve gerçek hayatta bu cümle söylendikten hemen sonraki gün, bak bir hafta bile geçmeden, ''ben ona aşığııııııım'' durumlarına giriyor genç kızlar. O yüzden öyle söyleme. Bu arada. Adı ne bu keratanın?
- Yiğit.
- İyi. Yarın da onu sevdiğini öğreniriz.
- Sanmıyorum. Ben yatıyorum ya moralimi bozdun.
Pelin saat 6'da (yazıyla 6) uyumaya gitti. Aslında bence odasında Yiğit'le konuşuyordu. Neyse kurcalamıyorum.
Edgar oturma odasında oturuyordu. Bir dizi izliyordu anlamaya çalışıyordu yazık. Yanına gittim ben de. Oraları özleyip özlemediğini sordum. Özlüyormuş ama bura da eğlenceliymiş. Mutluymuş ,sadece evde tek kalmak sıkıcıymış. Muhabbetimi falan sevmiş benim.Mest oldum mest. Baya bir konuştuktan sonra, yatmaya gittim. Rüyamda Edgar'la bir kilisede evleniyorduk. Töbe töbe kafir olup çıkıcam.
Tıngır mıngır okula giderken aklım Egdar'la evde kalmıştı. Bunu Pelin'e söylemedim, yine kahkaha krizine girmesinden korktum.
Okulda Eren sıranın üzerine yatmış hayal kuruyordu. Kafasının üzerinde uçuşan hayalleri ben bile görebiliyordum. Bir ev, bir araba, topuklu ayakkabılar, Eyfel Kulesi'nin önünde bir resim, Özgür...
Beni gördüğünde hayallerine bir 'pof' sesiyle ara verdi. Duydum o sesi.
- Selin Özgür'le tartıştık.
- Neden?
- Gözümün önünde bir kızla flört etti.
- Eyvahlar olsun! Nasıl?
- Bir mağazaya giriyorduk. Ben girdim önce. Peşimden kızın teki daldı. Bu da kapıyı tuttu kız için. Kız buna gülümsedi. O da karşılık verdi.
- Asrın hatası!
- Aynen öyle. Ayrıldık önce, ama sonra barıştık.
- Sanırım ayrıldım ama sonra barıştım demen lazım. Zira haberi olduğunu bile sanmıyorum.
- Eh, biraz öyle. Kıymetini bil hazır varken.
Ben Eren'e nutuk çekerken Hazel ''Selin müzikçi seni çağırıyor.'' diyerek içeri girdi. Koştur koştur yanına gittim hocanın.
''Bak Selin.'' dedi. ''Bazı problemler yaşadığınızı duydum.'' dedi. ''Bu şekilde çalışamazsınız sanırım.'' dedi. ''Zaten benim sizinle farklı planlarım var. Bağımsız bir grup olacağız ve grubu yenileyeceğim.'' dedi. ''Ama gidip o okulun hocasına bu durumu senin de söylemen lazım.'' dedi. ''Öğlen bir ara git.'' dedi. ''Peki hocam'' dedim ama hiçbir fikrim yoktu nasıl olacağıyla ilgili.
Durumu Pelin'e anlattım, umursamadı fazla. Eren ''Yanında olmak isterdim ama Özgür'ü görmek istemiyorum bir süre.'' dedi. Hazel atladı. ''Gidelim de Alper'le yarım kalan işimizi bitirelim.'' dedi.
İşleri yarım kalmamıştı zaten bitirmişlerdi ama Hazel'e söylemedim çok sinirliydi. Kavga falan çıkarır, bela alırız yok yere diye gelmesini istemedim. Biraz kızdı. Takmadım o kadar.
Gittim öğlen conconların okuluna. Henüz dersten çıkmamıştı onlar. Bahçede oturdum bekledim.
Ne farklı duygularla hayatıma girmişti bu okul. Alper'in hayatımın aşkı olduğunu sanmıştım. Sonra Alp vardı.. Eren Özgür'ü tanımıştı. O zamanlar bu okulun önünden her geçişimde içimin bu denli burkulacağını düşünmezdim. Alp'i her gördüğümde ilk anda duyduğum üzüntünün tekrarlanacağını da... Dersten çıkmışlardı. Yanıma geldi yavaş yavaş.
- Nasılsın Selin?
- İyiyim Alp. Sen nasılsın?
- İyiyim. Hayırdır?
- Müzikçiyi görmeye geldim. Gruplar ayrılıyor da.
Aynı burukluk onda da vardı.
- Şu hale bak. Neyse. Hoşçakal.
- Hoşçakal.
Artık 'görüşürüz.' demiyor..
Alper'i görmeden -neyse ki- müzik hocasıyla konuşup işi halledebildim. Gruplar resmen ayrılmıştı. Geldiğimiz gibi sessiz sedasız gitmiştik hayatlarından da okullarından da... Öğleden sonra okul sorunsuz geçti ve eve döndük.
Eve girdiğimizde burnuma dolan kokular aklıma Edgar'ın aşçılık okulunda okuduğu ihtimalini getirdi. Kesin öyleydi. Ama sordum, normal senin benim okullarımızdanmış. Sanırım benden iyi yemek yapmasını kıskanıyorum. Ama evde oturup oturup bize yemek yapması da ilginç. Kesin o da benden hoşlanıyor.
Tam Pelin'e bu konudaki teorilerimi anlatacaktım ki o konuşmaya başladı.
- Bugün şu geçen gece tanıştığım çocuk aradı. Öğlen buluştuk bir yerlerde oturduk. Konuştuk falan. Hoş sohbet biri.
- Bu durum yemekte bile mesajlaşmanı açıklıyor.
- Öyle değil ya. Normal konuşuyoruz.
- Pelinciğim. Filmlerde, kitaplarda ve gerçek hayatta bu cümle söylendikten hemen sonraki gün, bak bir hafta bile geçmeden, ''ben ona aşığııııııım'' durumlarına giriyor genç kızlar. O yüzden öyle söyleme. Bu arada. Adı ne bu keratanın?
- Yiğit.
- İyi. Yarın da onu sevdiğini öğreniriz.
- Sanmıyorum. Ben yatıyorum ya moralimi bozdun.
Pelin saat 6'da (yazıyla 6) uyumaya gitti. Aslında bence odasında Yiğit'le konuşuyordu. Neyse kurcalamıyorum.
Edgar oturma odasında oturuyordu. Bir dizi izliyordu anlamaya çalışıyordu yazık. Yanına gittim ben de. Oraları özleyip özlemediğini sordum. Özlüyormuş ama bura da eğlenceliymiş. Mutluymuş ,sadece evde tek kalmak sıkıcıymış. Muhabbetimi falan sevmiş benim.Mest oldum mest. Baya bir konuştuktan sonra, yatmaya gittim. Rüyamda Edgar'la bir kilisede evleniyorduk. Töbe töbe kafir olup çıkıcam.
18 Aralık, 2010
Güzeller içinden bir seni seçtim.
Sessiz sakin bir yemeğin ardından evde oturup televizyon izledik demek isterdim fakat yemekte baya bir konuştuk. Eğlendik falan. Edgar'a laf çarptım sürekli ne zaman gidiyorsun tarzından ama o şirin şirin gülümesemeye devam etti. Yemekten sonra masayı Pelin'in toplamasının ardındansa dışarı çıkmak için hazırlanmaya başladık. Pelin'in kokoş dolabının önüne geçtik doğal olarak. Kız hayvansı bir içgüdüyle dolmuş alışveriş yapmak için. En sonunda kıyafetlere karar verdik. Ben siyahlı grili bir elbise seçtim, Pelin kırmızı mini bir elbise. Benim elbisem makul boydaydı neyse ki. Giydiği ayakkabılarsa altın vuruşu yaptı. Giydiğinde iki Pelin boyutuna ulaşmıştı! Ben hafif topuklu bir çizmeyle kurtardım kendimi ve Edgar'ı anlatmaya kelime nasıl bulunur bilemiyorum.
Spor bir pantolon giymiş. Üzerine kareli yeşil-siyah bir gömlek ve içinde siyah düz bir tişört vardı. Atkısını da karizmatik bir şekilde bağlamış, bizi bekliyordu kapıda. Amerikalılar harbiden zevkli insanlar.
Donanmış gelin gibi süslenmiştik ama tek sorun nereye gideceğimizdi. Koyver gitsin dedim, gençlerin tekelinde olan bir mekana soktum bunları. Geçtik oturduk. Ama bariz yani dikkat çektik. Birkaç kız Edgar'a bakıp bakıp gülüyordu. Dedim ki Amerikalıya ''Sen ingilizce konuş, havan olur.'' Harbiden işe yaradı. Birkaç kızdan ikram, birkaçından teklif aldı. Reddetti tabii. Birkaç kere göz göze geldik, hherife bakmaya doyamıyordum. Loş ışıkta baya hoş görünüyordu. Göz göze gelince benim içim zaten bir hoş oldu. Başkasına bakamaz oldum. Pelin'se radarları açmıştı. Karşıdan bir çocukla kesişiyordu. Dedim ''Sen o çocuğun yanıan gidip tanışıp, sohbet edemezsin.'' ''Yaparsam napıcaksın?'' dedi. '' ''Ayakkabı alırım sana.'' Gözlerinin nasıl parladığını görmeliydiniz. ''Çocuk cepte.'' dedi ve çalım ata ata masalarına gitti. Ama nasıl kırılıyor konuşurken, çocuklar hipnotize olmuş zaten. Oturdu yanlarına, konuştular baya bir süre Kalkarken bir kağıda bir şeyler yazdı-büyük ihtimalle telefon numarasını- ve yüzünde bir zafer edasıyla yanımıza geldi. Sanki Çanakkale cephelerinden birinde komutan arkadaş.
- Ayakkabımı ne zaman alıyorum?
- Öff. Bir ara çıkar alırız.
- Neyse şimdi gitmem lazım, başka bir mekana gidiyorlarmış, parti varmış, onlara katılıcam ben. Siz takılın. Geç kalmam eve.
Vay be dedim. Biz hala Edgar'la oturmuş kola içiyorduk. El mahkum ama, madem mecburum Amerikalıya alışmaya, tanıyalım birbirimizi diye, sohbet çabalarına karşılık verdim. Gerçi ben dünden razıyım onu tanımaya. Özene bezene yaratılmış gibi. İngilizce konuştuk, hem pratik oldu bana da. Ama bendeki havayı bir görseniz. Şarap gibi adamla oturmuş konuşuyorum falan, kızlar beni parçalamak istiyor, ben halimden memnunum.
Hava atmaktan dikkatini toplayabildiğim sürede hikayesini öğrendim. Farklı bir şey yok. Liseyi bitirmiş, gap year için Türkiye'ye gelmiş. Yani bir işe girip çalışması lazım. Yardım istedi, müsait bir zamanda halletmek üzere söz verdim.
Pelin'le Amerika'daki maceralarından bahsetti. Eğlenceliydi onu dinlemek ve saat ilerlerdiğinde, eve döndük. Pelin gelmemişti henüz, tahmin ettiğim gibi.
Yattım uyudum.
Edgar ismi karizmatik aslında bence.
Evet ya, baya karizmatik.
Spor bir pantolon giymiş. Üzerine kareli yeşil-siyah bir gömlek ve içinde siyah düz bir tişört vardı. Atkısını da karizmatik bir şekilde bağlamış, bizi bekliyordu kapıda. Amerikalılar harbiden zevkli insanlar.
Donanmış gelin gibi süslenmiştik ama tek sorun nereye gideceğimizdi. Koyver gitsin dedim, gençlerin tekelinde olan bir mekana soktum bunları. Geçtik oturduk. Ama bariz yani dikkat çektik. Birkaç kız Edgar'a bakıp bakıp gülüyordu. Dedim ki Amerikalıya ''Sen ingilizce konuş, havan olur.'' Harbiden işe yaradı. Birkaç kızdan ikram, birkaçından teklif aldı. Reddetti tabii. Birkaç kere göz göze geldik, hherife bakmaya doyamıyordum. Loş ışıkta baya hoş görünüyordu. Göz göze gelince benim içim zaten bir hoş oldu. Başkasına bakamaz oldum. Pelin'se radarları açmıştı. Karşıdan bir çocukla kesişiyordu. Dedim ''Sen o çocuğun yanıan gidip tanışıp, sohbet edemezsin.'' ''Yaparsam napıcaksın?'' dedi. '' ''Ayakkabı alırım sana.'' Gözlerinin nasıl parladığını görmeliydiniz. ''Çocuk cepte.'' dedi ve çalım ata ata masalarına gitti. Ama nasıl kırılıyor konuşurken, çocuklar hipnotize olmuş zaten. Oturdu yanlarına, konuştular baya bir süre Kalkarken bir kağıda bir şeyler yazdı-büyük ihtimalle telefon numarasını- ve yüzünde bir zafer edasıyla yanımıza geldi. Sanki Çanakkale cephelerinden birinde komutan arkadaş.
- Ayakkabımı ne zaman alıyorum?
- Öff. Bir ara çıkar alırız.
- Neyse şimdi gitmem lazım, başka bir mekana gidiyorlarmış, parti varmış, onlara katılıcam ben. Siz takılın. Geç kalmam eve.
Vay be dedim. Biz hala Edgar'la oturmuş kola içiyorduk. El mahkum ama, madem mecburum Amerikalıya alışmaya, tanıyalım birbirimizi diye, sohbet çabalarına karşılık verdim. Gerçi ben dünden razıyım onu tanımaya. Özene bezene yaratılmış gibi. İngilizce konuştuk, hem pratik oldu bana da. Ama bendeki havayı bir görseniz. Şarap gibi adamla oturmuş konuşuyorum falan, kızlar beni parçalamak istiyor, ben halimden memnunum.
Hava atmaktan dikkatini toplayabildiğim sürede hikayesini öğrendim. Farklı bir şey yok. Liseyi bitirmiş, gap year için Türkiye'ye gelmiş. Yani bir işe girip çalışması lazım. Yardım istedi, müsait bir zamanda halletmek üzere söz verdim.
Pelin'le Amerika'daki maceralarından bahsetti. Eğlenceliydi onu dinlemek ve saat ilerlerdiğinde, eve döndük. Pelin gelmemişti henüz, tahmin ettiğim gibi.
Yattım uyudum.
Edgar ismi karizmatik aslında bence.
Evet ya, baya karizmatik.
Bence Amerikalı değil, uzaylı ama yalan söylüyor.
Fosur fosur uyuduğum bir gecenin sonunda sabah erkenden uyandım okula gitmek için. Baktım Hazel yok. Aynaya rujla ''Okulda görüşürüz.'' yazmış. Kağıda yazsa ölürdü sanki. O aynayı temizleyecek olan benim, atraksiyonu yapan o. Ne ala memleket. Aynada o ruj izlerini görünce sinirim bozuldu zaten, gittim Alper'i uyandırmaya, o da yok. Hazel herhalde kovdu bir güzel. Gittim Pelin'in kulağının dibine, uyandırdım kızı. Edgar bile uyandı Pelin uyanmadı. Biraz daha bağırdım, neyse hallettim o işi. ''Pelin.'' dedim. ''Bugün pazartesi yani okul var. Seni kaydettirelim benim okula.'' '' Ya 5 dakika daha uyusaaam?'' diye cevap verdi. Cırladım biraz. Kalktı. Söylene söylene giyindi, benim okul formama bir ton laf etti. Çok güldü. Tam evden çıkacağız aklıma Amerikalı geldi. ''Ne olacak bu Amerikalı'nın hali?'' dedim. ''İşsizlik biraz sıkıntı ama o da aşılabilir bir problem.'' dedi.
- Onu demiyorum, biz okuldayken ne yapacak?
- Evde oturacak.
- Ya olur mu adam yabancı.
- Selin ben Amerikada bu adamla ev arkadaşıydım.
- Pelin sana söyleyecek laf bulamıyorum ben. Evimizde kalamaz.
- Kalır. Güven bana.
Pelin'e ne zaman güvensem başıma bir iş gelir. Tek çare oydu ama. Gittik okula. Bir sürü evrak falan istedi idare. Pelin 'başlarım böyle işe' durumlardındaydı ve biliyorum tek başına hayatta halledemez. Türkiye'deki sistemden bir haber. Okulu asmam gerekti. Onun ikametgahıdır şusudur, pasaportudur, bir araya topladık kaydını tamamladık. Okul formasını da aldık. Ama işlerimiz bittiğinde okul çıkışına da az bir zaman kalmıştı. Derse giremedim yani. Sonra aklıma Hazel ve Eren'le hiç görüşmediğimiz geldi. ''Hadi okula gidelim de kızları bekleyelim.'' dedim. Ders çıkışını bekledik. Okuldan ilk çıkan Eren oldu. Kız resmen uçuyordu.
- Selin ne olduğuna inanamazsın!
- Ne oldu?
- Dün sizden çıktıktan sonra Özgür'le sahilde oturuyorduk. Serenat yaptı!
- Vay be. Çok romantik.
- Aynen öyle. Sesi çok güzel, çok güzel gitar çalıyor. Selin ben bu çocuğa her gün yeniden aşık oluyorum! Neyse şimdi yanına gitmem lazım, öptüm.
Geldiği gibi uçarak çıktı gitti. Sonra Hazel yanımıza geldi. Pelin lafa atladı.
- Ee, kızlar. Akşam napıyoruz?
- Bir şey mi yapıyoruz? dedi Hazel.
- Yarın okula başlıyorum. Bu son günümde evde oturacak değilim. Zaten memleketimi özlemişim.
- Ben gelemem ya, akşam sülalece toplanıyoruz bizde. Size iyi eğlenceler.
- Tamam sonra görüşürüz Hazel de, sabah erkenden gitmişsiniz, dedim.
- Evet ya, kıyafetlerim yoktu ya eve gitmem gerekti. Alper'i de kaldırdım, defolsun evine. Onunla uğraşacak halin yoktu. Zaten bir ukala tavırlar. Yok ''Ben Selin'i görmeden gitmem.'' Yok ''sen bana karışamazsın.'' Ayağımın altına alıcam bir gün, kalıcak öyle.
- Sana da hal hatır soruyoruz borçlu çıkıyoruz. Hadi o zaman biz Pelinle eve gidelim Amerikalı evi kim bilir ne hale getirdi.
Pelin yol boyunca bana Edgar'a karşı nazik olmamı öğütledi. Yol boyunca müzik dinledim ben de. Eve vardığımızda kapıyı korka korka açtım. Filmlerdeki gibi yalnız kalan her Amerikalının parti vereceğini düşünüyordum. Ama ev kalabalık değildi. Edgar mutfakta şarkı söylüyordu. Baktım, herif yemek yapıyor. Masayı falan hazırlamış hatta. Ne yalan söyliyim ömrümde öyle güllü çiçekli masa hazırlamadım. Benim bu kadar şaşırmamın aksine Pelin gayet normalmiş gibi üstünü çıkardı, ellerini yıkadı, hazırlamaya yardım etti. ''Selin sen git üstünü başını çıkar, yemeği yiyelim, sonra alemlere akıcaz bebeğim.'' dedi. Odama gittim.
Evimizde bir kızdan daha güzel masa hazırlamayı bilen bir erkek var.
I.Dünya Savaşı'nda İtilaf Devletleri'nin üst üste yaşadığı şoklardan bile daha büyüktü benimkisi.
- Onu demiyorum, biz okuldayken ne yapacak?
- Evde oturacak.
- Ya olur mu adam yabancı.
- Selin ben Amerikada bu adamla ev arkadaşıydım.
- Pelin sana söyleyecek laf bulamıyorum ben. Evimizde kalamaz.
- Kalır. Güven bana.
Pelin'e ne zaman güvensem başıma bir iş gelir. Tek çare oydu ama. Gittik okula. Bir sürü evrak falan istedi idare. Pelin 'başlarım böyle işe' durumlardındaydı ve biliyorum tek başına hayatta halledemez. Türkiye'deki sistemden bir haber. Okulu asmam gerekti. Onun ikametgahıdır şusudur, pasaportudur, bir araya topladık kaydını tamamladık. Okul formasını da aldık. Ama işlerimiz bittiğinde okul çıkışına da az bir zaman kalmıştı. Derse giremedim yani. Sonra aklıma Hazel ve Eren'le hiç görüşmediğimiz geldi. ''Hadi okula gidelim de kızları bekleyelim.'' dedim. Ders çıkışını bekledik. Okuldan ilk çıkan Eren oldu. Kız resmen uçuyordu.
- Selin ne olduğuna inanamazsın!
- Ne oldu?
- Dün sizden çıktıktan sonra Özgür'le sahilde oturuyorduk. Serenat yaptı!
- Vay be. Çok romantik.
- Aynen öyle. Sesi çok güzel, çok güzel gitar çalıyor. Selin ben bu çocuğa her gün yeniden aşık oluyorum! Neyse şimdi yanına gitmem lazım, öptüm.
Geldiği gibi uçarak çıktı gitti. Sonra Hazel yanımıza geldi. Pelin lafa atladı.
- Ee, kızlar. Akşam napıyoruz?
- Bir şey mi yapıyoruz? dedi Hazel.
- Yarın okula başlıyorum. Bu son günümde evde oturacak değilim. Zaten memleketimi özlemişim.
- Ben gelemem ya, akşam sülalece toplanıyoruz bizde. Size iyi eğlenceler.
- Tamam sonra görüşürüz Hazel de, sabah erkenden gitmişsiniz, dedim.
- Evet ya, kıyafetlerim yoktu ya eve gitmem gerekti. Alper'i de kaldırdım, defolsun evine. Onunla uğraşacak halin yoktu. Zaten bir ukala tavırlar. Yok ''Ben Selin'i görmeden gitmem.'' Yok ''sen bana karışamazsın.'' Ayağımın altına alıcam bir gün, kalıcak öyle.
- Sana da hal hatır soruyoruz borçlu çıkıyoruz. Hadi o zaman biz Pelinle eve gidelim Amerikalı evi kim bilir ne hale getirdi.
Pelin yol boyunca bana Edgar'a karşı nazik olmamı öğütledi. Yol boyunca müzik dinledim ben de. Eve vardığımızda kapıyı korka korka açtım. Filmlerdeki gibi yalnız kalan her Amerikalının parti vereceğini düşünüyordum. Ama ev kalabalık değildi. Edgar mutfakta şarkı söylüyordu. Baktım, herif yemek yapıyor. Masayı falan hazırlamış hatta. Ne yalan söyliyim ömrümde öyle güllü çiçekli masa hazırlamadım. Benim bu kadar şaşırmamın aksine Pelin gayet normalmiş gibi üstünü çıkardı, ellerini yıkadı, hazırlamaya yardım etti. ''Selin sen git üstünü başını çıkar, yemeği yiyelim, sonra alemlere akıcaz bebeğim.'' dedi. Odama gittim.
Evimizde bir kızdan daha güzel masa hazırlamayı bilen bir erkek var.
I.Dünya Savaşı'nda İtilaf Devletleri'nin üst üste yaşadığı şoklardan bile daha büyüktü benimkisi.
17 Aralık, 2010
Hazel'in pijaması, L beden erkek pijamasııı!
- Ben odama gidiyorum. Pelin sen Amerikalı'ya sahip çık, orada yatın. Hazel sen benim odama gel, Alper sana oturma odası kalıyor. İyi geceler.
Herkes memnundu. Konuşmamı bitirince sırayla 3 iyi geceler, 1 Good Night duydum ve Hazel'le odama gittim.
- Selin birlikte kalırız dedin ama dostum burada tek yatak var.
- Evet ama Alper'le kalmak istemezsin sanırım.
- Evinde cinayet işlensin istemezsin sanırım?
- Tamam hadi çok konuşmada şu pijamaları giy. Misafir pijaması. Ama erkek pijaması sanırım.
- Selin hayatta giymem bunu.
- Giyersin.
Giydi el mahkum. Anasının evi değil sonuçta. *burayı okurken ne tepki verecek acaba Sumi*
Yüzünü bana döndüğünde suratında patlayan flaşın etkileri yüzünden, bir flaş daha patlatmak zorunda kaldım. O mimiği kaçıramazdım.
L beden lacivert erkek pijamalarıyla harbiden karizmatikti. Onu o halde çektiğimi fark ettiğinde düştüğü dehşetin bir etkisi olaraksa elimdeki fotoğraf makinesine saldırdı. Galip gelen bendim.
- Selin seni lanetlerim.
- İyi geceler.
- Selin o fotoğrafları çektin, döndün kıçını yattın. Beni kullanıyorsun.
- ZZzz..
O benim uyuduğumu düşünürken ben ne yapıyordum tam hatırlamıyorum ama Hazel bir süre sonra sıkıldı kalktı. Onu biliyorum. Odadan çıktı. Sonra bir gürültü duydum, düşme sesi. Bir gürültü daha duydum, kısık sesle bağırmalar, bir su içme efekti ve hışımla odaya geri dönüşü.
Merak etmiştim neler döndüğünü.
- Hayırdır ya ne oldu orada?
- Ne oldusu mu var. Sıkıldım su içmeye gittim...
- Sıkılınca su içiyorsun. Hm.. Devam et.
- Giderken düştüm...
- Evde halı bile yok düşüyorsun. Evet?
- Alper de oralarda bir yerlerdeydi. Evde gezintiye mi çıktı napıyorsa. Ben düşünce yardım etti kalkmama. Çemkirdim biraz. ''Sen kim oluyorsunda bana dokunuyorsun, git yat, Selin'e dua et..'' tarzı. Biraz çekindi. ''Yardım etmek istemiştim.'' dedi. La havle çektim mutfağa gittim, geldim.
- Hazel harbiden abartıyosun. Canavar değil erkekler.
- Bunu senin söylemen ne tür bir ironi?
- Tamam Alper biraz öyle. Ama altı üstü yardım etmiş.
- Selin bir kere de benim tarafımı tut ya. Bir kere. Sen benim arkadaşımsın.
- ZZzz...
Bu sefer gerçekten döndüm kıçımı yattım. Nelerle uğraşıyoruz yarappim ya.
Herkes memnundu. Konuşmamı bitirince sırayla 3 iyi geceler, 1 Good Night duydum ve Hazel'le odama gittim.
- Selin birlikte kalırız dedin ama dostum burada tek yatak var.
- Evet ama Alper'le kalmak istemezsin sanırım.
- Evinde cinayet işlensin istemezsin sanırım?
- Tamam hadi çok konuşmada şu pijamaları giy. Misafir pijaması. Ama erkek pijaması sanırım.
- Selin hayatta giymem bunu.
- Giyersin.
Giydi el mahkum. Anasının evi değil sonuçta. *burayı okurken ne tepki verecek acaba Sumi*
Yüzünü bana döndüğünde suratında patlayan flaşın etkileri yüzünden, bir flaş daha patlatmak zorunda kaldım. O mimiği kaçıramazdım.
L beden lacivert erkek pijamalarıyla harbiden karizmatikti. Onu o halde çektiğimi fark ettiğinde düştüğü dehşetin bir etkisi olaraksa elimdeki fotoğraf makinesine saldırdı. Galip gelen bendim.
- Selin seni lanetlerim.
- İyi geceler.
- Selin o fotoğrafları çektin, döndün kıçını yattın. Beni kullanıyorsun.
- ZZzz..
O benim uyuduğumu düşünürken ben ne yapıyordum tam hatırlamıyorum ama Hazel bir süre sonra sıkıldı kalktı. Onu biliyorum. Odadan çıktı. Sonra bir gürültü duydum, düşme sesi. Bir gürültü daha duydum, kısık sesle bağırmalar, bir su içme efekti ve hışımla odaya geri dönüşü.
Merak etmiştim neler döndüğünü.
- Hayırdır ya ne oldu orada?
- Ne oldusu mu var. Sıkıldım su içmeye gittim...
- Sıkılınca su içiyorsun. Hm.. Devam et.
- Giderken düştüm...
- Evde halı bile yok düşüyorsun. Evet?
- Alper de oralarda bir yerlerdeydi. Evde gezintiye mi çıktı napıyorsa. Ben düşünce yardım etti kalkmama. Çemkirdim biraz. ''Sen kim oluyorsunda bana dokunuyorsun, git yat, Selin'e dua et..'' tarzı. Biraz çekindi. ''Yardım etmek istemiştim.'' dedi. La havle çektim mutfağa gittim, geldim.
- Hazel harbiden abartıyosun. Canavar değil erkekler.
- Bunu senin söylemen ne tür bir ironi?
- Tamam Alper biraz öyle. Ama altı üstü yardım etmiş.
- Selin bir kere de benim tarafımı tut ya. Bir kere. Sen benim arkadaşımsın.
- ZZzz...
Bu sefer gerçekten döndüm kıçımı yattım. Nelerle uğraşıyoruz yarappim ya.
Çocuklar Duymasın zili
- Evet Pelin, anlatmaya başlayabilirsin. Mesele yanındaki herif kim ve neden hiç konuşmuyor?
- O mu? O Edgar. Amerika'dan arkadaşım. Aksanı berbat o yüzden pek konuşmuyor. Ama Türkçe anlıyor. Ve memleketinden uzakta. Eminim kendini çok yalnız hissediyordur.
- Çok üzüldüm gerçekten. Ne işi var burada? Ve sen iki yıl aradan sonra habersiz geliyorsun ya, tebrik ediyorum.
- Ya Türkçe anlıyor diyorum sana.
Edgar'a baktım. Sırıtıyordu. Sanırım harbiden anlıyor.
- Selam dedi.
Aksanı gerçekten berbattı.
- Merhaba. Umarım uzun ve karmaşık cümleleri anlayamıyorsundur yoksa işimiz yaş.
- Üzgünüm ama anlayabiliyorum.
Pelin'e döndüm.
-Dinliyorum. Anlatmaya başlayabilirsin.
- Bak şimdi. Ben Amerika'dayken burada bir sürü şey olmuş ya, biliyorsun işte ailemizle ilgili. Oturdum ve düşündüm. Sen burada teksin, ben orada tekim. Biliyorum çok iyi değildi aramız, çoğunlukla bendim sorun ama neden bundan sonra da öyle olsun? Ben burayı çok özledim ve kaydımı, bilmemnemi alıp geldim. Aslında cenazeyi öğrenince gelicektim ama pasaport işlemleri problem oldu. Biraz geç geldim ama temelli geldim.
- Pelin naptın sen! Orada okuyordun işte mis gibi.
- Öyle değil işte. Ne kadar zor bilmiyorsun. Ben o hayatı istemiyorum. Ben seni özledim, inanmayacaksın ama.
- Ben de seni özledim ama bir sürü dert var halledilecek. Mesela, Tanrı misafiri mi desem ne desem bilemediğim bu herifin işi ne?
- Arkadaşım o. Orada bir gelenek vardır. Gap year, bilirsin. O Türkiye'ye geldi benimle. Bir süre buralarda. Ama sanırım bu süre baya uzun bir süre.
- Nerede kalıcak?
- Burada. Sinirlenme hemen. Eğlenceli olucak. Hem bizi birinin koruması gerek. Edgar gönüllü.
- Bana bak. Sevgilin mi yoksa?
- Ay tabi ki hayır.
- Pelin beynim döndü. Bir ara geniş geniş açıkla.
- Tamam sen de şu kavganın sebebini açıklarsın. Ben eşyalarımı odama yerleştiriyim. Bu arada, eski odamı kullanmamda problem yok sanırım? Edgar'la biz kalırız orada.
- Olmaz öyle şey. Elin Amerikalısıyla. Burası Türkiye.
- Bişey olmaz. Sen kendi derdine bak.
Şuna bak ya. Pelin benden 2 dakika büyük. Sadece iki dakika ve tek lafımı bile dinletemiyorum. Öff.
Zaten zil çaldı. Ulan geçen bozulduydu yeniletmiştik, heralde Çocuklar Duymasın'ın zilini taktılar.
Hazel açtı. Bir kez daha yanılmamamın haklı gururunu yaşadım. Alper kapıdaydı. Ben de yataktan kalktım, gittim.
- Selin. Ben eve gittim. Babam yine kavga ettiğimi görünce biraz sinirlendi ve şu an yağmurda ıslanan kedi yavrularından farksızım.
- Otel falan mı ayarlayalım?
Hazel dayanamadı atladı tabi.
- Hayır Selin anlamıyor musun burada kalmak istiyor.
- Alper?
- Eh, biraz. Kısa bir süreliğine.
- Kusura bakma Selin araya giriyorum. Ulan bana baksana sen. Hala hangi yüzle geliyorsun? Hadi geliyorsun kalmayı nasıl düşünürsün? Kızı ne hallere düşürdün. Siz iki salak hayatına hiç girmeseniz tek derdi Adam Brody'le öpüşmenin yollarını bulmak olurdu.
- Ama ben..
- Başlatma sana. Utanma arlanma olur insanda.
- Eeh, yeter ama. Buraya seni dinlemeye gelmedim ve benim muhattabım sen değilsin. Selin, kalabilir miyim?
- Peki, ama ev kalabalık biraz. Rahat edemeyebilirsin.
- Sen varsın sonuçta.
Duymazlıktan geldim. Eren mutfaktaydı, yanına gittim.
- Hadi Eren sen de Hazel'i al git. Evden merak ederler.
- Olmaz Selin. Baksana şu karışık ortama. Seni nasıl bırakalım.
- Ben kalırım Eren sen git.
- Yok Hazel sen de git. Tek değilim ya.
- Sorun da o zaten. Alper varsa ben de olmalıyım. Ama Eren sen git. Özgür gelicekti ya zaten, gidin.
- Aslında gitsem iyi olur. Annemlerle zaten limoniyim. Yarın yine gelirim. Özgür'ü ariyim de gelsin.
10 dakika sonra Özgür kapıdaydı. Eren'i aldı, halimizi hatrımızı sordu ve çıktılar. Adım gibi eminim birlikte sinemaya falan gidecekler, ev bahaneydi. Aşık çiftin hali başka azizim.
Onlar gidince, arkamdaki kombinasyona baktım.
Bir Amerikalı, bir Alper, bir Hazel, bir Pelin ve bir Selin bir gün aynı evde kalıyormuş...
- O mu? O Edgar. Amerika'dan arkadaşım. Aksanı berbat o yüzden pek konuşmuyor. Ama Türkçe anlıyor. Ve memleketinden uzakta. Eminim kendini çok yalnız hissediyordur.
- Çok üzüldüm gerçekten. Ne işi var burada? Ve sen iki yıl aradan sonra habersiz geliyorsun ya, tebrik ediyorum.
- Ya Türkçe anlıyor diyorum sana.
Edgar'a baktım. Sırıtıyordu. Sanırım harbiden anlıyor.
- Selam dedi.
Aksanı gerçekten berbattı.
- Merhaba. Umarım uzun ve karmaşık cümleleri anlayamıyorsundur yoksa işimiz yaş.
- Üzgünüm ama anlayabiliyorum.
Pelin'e döndüm.
-Dinliyorum. Anlatmaya başlayabilirsin.
- Bak şimdi. Ben Amerika'dayken burada bir sürü şey olmuş ya, biliyorsun işte ailemizle ilgili. Oturdum ve düşündüm. Sen burada teksin, ben orada tekim. Biliyorum çok iyi değildi aramız, çoğunlukla bendim sorun ama neden bundan sonra da öyle olsun? Ben burayı çok özledim ve kaydımı, bilmemnemi alıp geldim. Aslında cenazeyi öğrenince gelicektim ama pasaport işlemleri problem oldu. Biraz geç geldim ama temelli geldim.
- Pelin naptın sen! Orada okuyordun işte mis gibi.
- Öyle değil işte. Ne kadar zor bilmiyorsun. Ben o hayatı istemiyorum. Ben seni özledim, inanmayacaksın ama.
- Ben de seni özledim ama bir sürü dert var halledilecek. Mesela, Tanrı misafiri mi desem ne desem bilemediğim bu herifin işi ne?
- Arkadaşım o. Orada bir gelenek vardır. Gap year, bilirsin. O Türkiye'ye geldi benimle. Bir süre buralarda. Ama sanırım bu süre baya uzun bir süre.
- Nerede kalıcak?
- Burada. Sinirlenme hemen. Eğlenceli olucak. Hem bizi birinin koruması gerek. Edgar gönüllü.
- Bana bak. Sevgilin mi yoksa?
- Ay tabi ki hayır.
- Pelin beynim döndü. Bir ara geniş geniş açıkla.
- Tamam sen de şu kavganın sebebini açıklarsın. Ben eşyalarımı odama yerleştiriyim. Bu arada, eski odamı kullanmamda problem yok sanırım? Edgar'la biz kalırız orada.
- Olmaz öyle şey. Elin Amerikalısıyla. Burası Türkiye.
- Bişey olmaz. Sen kendi derdine bak.
Şuna bak ya. Pelin benden 2 dakika büyük. Sadece iki dakika ve tek lafımı bile dinletemiyorum. Öff.
Zaten zil çaldı. Ulan geçen bozulduydu yeniletmiştik, heralde Çocuklar Duymasın'ın zilini taktılar.
Hazel açtı. Bir kez daha yanılmamamın haklı gururunu yaşadım. Alper kapıdaydı. Ben de yataktan kalktım, gittim.
- Selin. Ben eve gittim. Babam yine kavga ettiğimi görünce biraz sinirlendi ve şu an yağmurda ıslanan kedi yavrularından farksızım.
- Otel falan mı ayarlayalım?
Hazel dayanamadı atladı tabi.
- Hayır Selin anlamıyor musun burada kalmak istiyor.
- Alper?
- Eh, biraz. Kısa bir süreliğine.
- Kusura bakma Selin araya giriyorum. Ulan bana baksana sen. Hala hangi yüzle geliyorsun? Hadi geliyorsun kalmayı nasıl düşünürsün? Kızı ne hallere düşürdün. Siz iki salak hayatına hiç girmeseniz tek derdi Adam Brody'le öpüşmenin yollarını bulmak olurdu.
- Ama ben..
- Başlatma sana. Utanma arlanma olur insanda.
- Eeh, yeter ama. Buraya seni dinlemeye gelmedim ve benim muhattabım sen değilsin. Selin, kalabilir miyim?
- Peki, ama ev kalabalık biraz. Rahat edemeyebilirsin.
- Sen varsın sonuçta.
Duymazlıktan geldim. Eren mutfaktaydı, yanına gittim.
- Hadi Eren sen de Hazel'i al git. Evden merak ederler.
- Olmaz Selin. Baksana şu karışık ortama. Seni nasıl bırakalım.
- Ben kalırım Eren sen git.
- Yok Hazel sen de git. Tek değilim ya.
- Sorun da o zaten. Alper varsa ben de olmalıyım. Ama Eren sen git. Özgür gelicekti ya zaten, gidin.
- Aslında gitsem iyi olur. Annemlerle zaten limoniyim. Yarın yine gelirim. Özgür'ü ariyim de gelsin.
10 dakika sonra Özgür kapıdaydı. Eren'i aldı, halimizi hatrımızı sordu ve çıktılar. Adım gibi eminim birlikte sinemaya falan gidecekler, ev bahaneydi. Aşık çiftin hali başka azizim.
Onlar gidince, arkamdaki kombinasyona baktım.
Bir Amerikalı, bir Alper, bir Hazel, bir Pelin ve bir Selin bir gün aynı evde kalıyormuş...
16 Aralık, 2010
Dizleri çıkmış pijamalarımdı sorun. Onlar yesyeni olsaydı, bunlar da olmazdı.
Kapı açıldığında içeri Pelin'in girmesi şaşırtıcıydı. Şoka girmiştim sanırım. Arkadasından da siyah kıvırcık saçlı, güzel gözlü bir herif girdi Tanımam etmem. Herkes susmuştu. Şaşıran ise bir bendim, bir Cansu abla. Aksanı bozuk bir halde Pelin:
- Ben geldim Selin! Saçların hala amele dalgası mı çok merak ediyorum.
Cevap veremedim. İki yıl öncesine geri gittim. Pelin'in evden ayrıldığı zamana...
Liseye yeni başlayacaktım. Pelin de. Aslında sanırım en baştan başlasam daha iyi olur. Pelin ve ben ikiziz. Kardeşiz yani. Ama hiç anlaşamadık. Kıskanç kız tripleri. O benim kıyafetlerimi kıskanırdı, ben onun tokalarını. ve ikiz gibi giyinmemize rağmen.. Aman ben ne diyorum zaten ikiziz. Ama çift yumurta. Çok şükür benzemiyoruz. Sanırım kardeş katli çıkardı. Bu durumu gören ailelerimiz bizi birbirimizden ayırmanın yollarını düşündüler. Tek çıkar yol bizi ayırmaktı ve Pelin lise için Amerika'ya gitti ve şu an kapımda tanımadığım bir herifle dikiliyor. Pijamalarımın dizleri çıkmış.
Pijamalarım ve tanımadığım herif dışında odaklanmam gereken konular da olduğunu Pelin konuşmaya başlayınca fark ettim.
- Zamanlamam güzel galiba. Neler oluyor gençler burada? Say NO to violence.
Kimse cevap vermedi. Ben gözlerim kocaman bir şekilde Pelin'e bakıyordum. Yine konuşan o oldu.
- Ayol ne oldu size böyle? Ben gelmeden önce ortalık ana baba günü ben geldim sus pus. Canlanın biraz.
Sonra herkes baktı Pelin kendi kendine konuşuyor, işlerine devam ettiler. Alp ve Alper normalden yüksek sesle 'konuşuyorlardı.'
- O kadar olaydan sonra Selin'in nasıl olduğunu öğrenmek için geliyorum ve evinde seni görüyorum. Abi bu nası bir düzen ya!
- Alp sakin ol burada kavga edilmez. Gel çıkalım, dışarıda halledelim. Bu aramızdaki bir sorun.
Alp sinirli sinirli kapıya yöneldi. Hazel en şirin haliyle Alper'e seslendi.
- Alper, bir dakika durur musun?
Haliyle Alper salyalarını akıta akıta durdu. Pislik.
Hazel gerildi, elini yumruk yaptı ve Alper'in suratının ortasına geçirdi. Bu sefer Pelin bile şaşkınlıkla bakakalmıştı. Ne kadar sert bir yumruk olduğu Alper'in kırmızı yüzünden anlaşılıyordu.
- Şimdi gidebilirsin istersen. Ama sen kal Alp. Selin'le görüşmeye geldin madem, konuşun.
Suratına yumruğu yiyen Alper daha fazla küçük düşmemek için tek başına çıktı gitti. Ama geri geleceğini biliyorum. O kadar yüzsüz çünkü.
Alp yanıma geldi Pelin'den önce.
- Eren haber verdi. Şimdi nasılsın?
- Alp iyi değilim. Seninle konuştuktan sonra kendimi çok kötü hissettim.
- Ben de öyleydim. Ve sonra buraya geldim o hıyarla karşılaştım! Selin hala nasıl buraya gelebiliyor o?
- Alp onun bir suçu yok. Suçlu olan varsa o benim.
- Bunu inkar etmiyorum. Neyse ben gitsem iyi olur, dinlen sende.
- Bir daha gelmeyeceksin?
- Sanırım.
- Gruptan çıkıyorum. Bir daha görüşemeyeceğiz.
- Belki görüşebiliriz.
- Seni seviyorum.
- Seni seviyorum.
Gitti. Sanırım bu sefer dönmeyecek. Alper değil çünkü o.
Bir kez daha Alp'i üzmemin cezasını çekiyordum. Ağlıyordum.
Ta ki Pelin odaya dalana kadar. Bir de o mesele vardı.
Hayır sadece Pelin de değildi hayatımın konuk oyuncusu. O tanımlayamadığım herif de genç odamdaydı.
ve pijamamın dizleri çıkmıştı.
- Ben geldim Selin! Saçların hala amele dalgası mı çok merak ediyorum.
Cevap veremedim. İki yıl öncesine geri gittim. Pelin'in evden ayrıldığı zamana...
Liseye yeni başlayacaktım. Pelin de. Aslında sanırım en baştan başlasam daha iyi olur. Pelin ve ben ikiziz. Kardeşiz yani. Ama hiç anlaşamadık. Kıskanç kız tripleri. O benim kıyafetlerimi kıskanırdı, ben onun tokalarını. ve ikiz gibi giyinmemize rağmen.. Aman ben ne diyorum zaten ikiziz. Ama çift yumurta. Çok şükür benzemiyoruz. Sanırım kardeş katli çıkardı. Bu durumu gören ailelerimiz bizi birbirimizden ayırmanın yollarını düşündüler. Tek çıkar yol bizi ayırmaktı ve Pelin lise için Amerika'ya gitti ve şu an kapımda tanımadığım bir herifle dikiliyor. Pijamalarımın dizleri çıkmış.
Pijamalarım ve tanımadığım herif dışında odaklanmam gereken konular da olduğunu Pelin konuşmaya başlayınca fark ettim.
- Zamanlamam güzel galiba. Neler oluyor gençler burada? Say NO to violence.
Kimse cevap vermedi. Ben gözlerim kocaman bir şekilde Pelin'e bakıyordum. Yine konuşan o oldu.
- Ayol ne oldu size böyle? Ben gelmeden önce ortalık ana baba günü ben geldim sus pus. Canlanın biraz.
Sonra herkes baktı Pelin kendi kendine konuşuyor, işlerine devam ettiler. Alp ve Alper normalden yüksek sesle 'konuşuyorlardı.'
- O kadar olaydan sonra Selin'in nasıl olduğunu öğrenmek için geliyorum ve evinde seni görüyorum. Abi bu nası bir düzen ya!
- Alp sakin ol burada kavga edilmez. Gel çıkalım, dışarıda halledelim. Bu aramızdaki bir sorun.
Alp sinirli sinirli kapıya yöneldi. Hazel en şirin haliyle Alper'e seslendi.
- Alper, bir dakika durur musun?
Haliyle Alper salyalarını akıta akıta durdu. Pislik.
Hazel gerildi, elini yumruk yaptı ve Alper'in suratının ortasına geçirdi. Bu sefer Pelin bile şaşkınlıkla bakakalmıştı. Ne kadar sert bir yumruk olduğu Alper'in kırmızı yüzünden anlaşılıyordu.
- Şimdi gidebilirsin istersen. Ama sen kal Alp. Selin'le görüşmeye geldin madem, konuşun.
Suratına yumruğu yiyen Alper daha fazla küçük düşmemek için tek başına çıktı gitti. Ama geri geleceğini biliyorum. O kadar yüzsüz çünkü.
Alp yanıma geldi Pelin'den önce.
- Eren haber verdi. Şimdi nasılsın?
- Alp iyi değilim. Seninle konuştuktan sonra kendimi çok kötü hissettim.
- Ben de öyleydim. Ve sonra buraya geldim o hıyarla karşılaştım! Selin hala nasıl buraya gelebiliyor o?
- Alp onun bir suçu yok. Suçlu olan varsa o benim.
- Bunu inkar etmiyorum. Neyse ben gitsem iyi olur, dinlen sende.
- Bir daha gelmeyeceksin?
- Sanırım.
- Gruptan çıkıyorum. Bir daha görüşemeyeceğiz.
- Belki görüşebiliriz.
- Seni seviyorum.
- Seni seviyorum.
Gitti. Sanırım bu sefer dönmeyecek. Alper değil çünkü o.
Bir kez daha Alp'i üzmemin cezasını çekiyordum. Ağlıyordum.
Ta ki Pelin odaya dalana kadar. Bir de o mesele vardı.
Hayır sadece Pelin de değildi hayatımın konuk oyuncusu. O tanımlayamadığım herif de genç odamdaydı.
ve pijamamın dizleri çıkmıştı.
15 Aralık, 2010
Arena'ya giren 'Boğa'ydı gelen..
Çaresizce eve döndüm. Cansu abla okuldaydı. Yatağıma yattım hareketsizce. Sahip olduğum her şeyi kaybettiğimi fark ettim. Anne babam yoktu, Alp yoktu, Alper yoktu ve gruptan da çıkmalıydım bu durumda...
'Loser' bendim ve kurtulmak için tek yol bile yoktu. Ona bile sahip değildim.
Ağlamaktan gözlerim şişmişti. Aklıma Eren ve Hazel'in olaydan henüz haberi olmadığı geldi. Eren'i aradım.
- Efendim?
- Eren, bize gelsene müsaitsen. Sana ihtiyacım var.
- Hayırdır kötü bir şey mi oldu?
- Sanırım oldu. Gelince anlatırım.
- Tamam Hazel'i de alıp geliyorum hemen. Sakin ol sorun her ne ise.
Yarım saat sonra kapı çaldı. Açtım. Eren beni gördüğünde direk sarıldı.
- Selin bu ne hal böyle? Betin benzin atmış. Şu gözlere bak ya. Ne oldu sana?
- Selin korkuyorum içine bir şey mi girdi kızım söylesene?
Anlattım olayları tüm açıklığıyla. Alper'i sevdiğimi söyledim. Ama Alp beni görmek istemediği için Alper'den nefret ettiğimi anlattım. Alp'in benim hakkımdaki katı duygularından bahsettim...
Onaylamadıklarını gözlerinden okuyabiliyordum fakat onlar da ne kadar perişan olduğumu görüyordu. Üzerime gelmediler.
- Ona biraz zaman vermelisin. dedi Eren.
- Alper'in burnunu beynine geçirmem için izin vermelisin, dedi Hazel.
- Her şey düzelecek, dedi Eren.
- Burnunun acısı uzun bir süre geçmeyecek, dedi Hazel.
- Bu utançla daha fazla nasıl yaşarım? Ya da şöyle sorayım, rezilliğimin bir sınırı var mı? dedim.
- Biraz uyu, yarın cumartesi hem, geçecek her şey.
Uyudum. Uyandığımda Eren ve Hazel gitmeye hazırlanıyordu. Kalkmaya çalıştım. Kalkamadım. Eren yanıma geldi.
- Kalkma gideriz biz. Yat dinlen.
Elimi tuttu. Gözleri büyüdü.
- Ama senin ateşin var. Hazel bir baksana.
- Cidden çok ateşin var.
''Bir Cansu Abla'yı mı arasak?'' demelerine kalmadan zil çaldı. Cansu ablaydı gelen.
Akılları bende kala kala evlerine gittiler, Cansu abla yemek hazırladı, yedim ve uyumak için odama gittim.
Uyumak kolay olmuyordu. Gözüm telefondaydı, Alp'i düşünerek uyudum..
Gece yarısı saat sesiyle uyandığımda çalan saatin Cansu Abla'ya ait olduğunu anladım. Ders çalışmak için kalkmıştı sanırım. Uykum kaçmıştı. Uyumazsam zamanın geçmeyeceğini biliyordum fakat hiçbir şey bu konuda bana yardımcı olmuyordu. Ne yaparsam çabuk uyurumu düşünerek uyuyakaldım. Sanırım biraz abartmıştım. Uyandığımda saat çok geç olmuştu. Ama bir şeyler tuhaftı. Cansu Abla'nın tek başına çıkartamayacağı kadar gürültü evimin ortasından geliyordu.
Kafamı kaldırdım ve Alper'e saldıran Alp'i, Alper'in burnunu beynine geçirme denemeleri yapmaya çalışan Hazel'i, korkuyla kenarda olanları izleyen Eren ve Cansu Abla'yı, uzun bir aradan sonra biri tarafından anahtarla açılan kapıyı gördüm. O kapının ben ve Cansu abla dışında biri tarafından açılmasından daha anormal olamazdı hiçbir şey o an için... Evin savaş meydanına dönmesi bile...
'Loser' bendim ve kurtulmak için tek yol bile yoktu. Ona bile sahip değildim.
Ağlamaktan gözlerim şişmişti. Aklıma Eren ve Hazel'in olaydan henüz haberi olmadığı geldi. Eren'i aradım.
- Efendim?
- Eren, bize gelsene müsaitsen. Sana ihtiyacım var.
- Hayırdır kötü bir şey mi oldu?
- Sanırım oldu. Gelince anlatırım.
- Tamam Hazel'i de alıp geliyorum hemen. Sakin ol sorun her ne ise.
Yarım saat sonra kapı çaldı. Açtım. Eren beni gördüğünde direk sarıldı.
- Selin bu ne hal böyle? Betin benzin atmış. Şu gözlere bak ya. Ne oldu sana?
- Selin korkuyorum içine bir şey mi girdi kızım söylesene?
Anlattım olayları tüm açıklığıyla. Alper'i sevdiğimi söyledim. Ama Alp beni görmek istemediği için Alper'den nefret ettiğimi anlattım. Alp'in benim hakkımdaki katı duygularından bahsettim...
Onaylamadıklarını gözlerinden okuyabiliyordum fakat onlar da ne kadar perişan olduğumu görüyordu. Üzerime gelmediler.
- Ona biraz zaman vermelisin. dedi Eren.
- Alper'in burnunu beynine geçirmem için izin vermelisin, dedi Hazel.
- Her şey düzelecek, dedi Eren.
- Burnunun acısı uzun bir süre geçmeyecek, dedi Hazel.
- Bu utançla daha fazla nasıl yaşarım? Ya da şöyle sorayım, rezilliğimin bir sınırı var mı? dedim.
- Biraz uyu, yarın cumartesi hem, geçecek her şey.
Uyudum. Uyandığımda Eren ve Hazel gitmeye hazırlanıyordu. Kalkmaya çalıştım. Kalkamadım. Eren yanıma geldi.
- Kalkma gideriz biz. Yat dinlen.
Elimi tuttu. Gözleri büyüdü.
- Ama senin ateşin var. Hazel bir baksana.
- Cidden çok ateşin var.
''Bir Cansu Abla'yı mı arasak?'' demelerine kalmadan zil çaldı. Cansu ablaydı gelen.
Akılları bende kala kala evlerine gittiler, Cansu abla yemek hazırladı, yedim ve uyumak için odama gittim.
Uyumak kolay olmuyordu. Gözüm telefondaydı, Alp'i düşünerek uyudum..
Gece yarısı saat sesiyle uyandığımda çalan saatin Cansu Abla'ya ait olduğunu anladım. Ders çalışmak için kalkmıştı sanırım. Uykum kaçmıştı. Uyumazsam zamanın geçmeyeceğini biliyordum fakat hiçbir şey bu konuda bana yardımcı olmuyordu. Ne yaparsam çabuk uyurumu düşünerek uyuyakaldım. Sanırım biraz abartmıştım. Uyandığımda saat çok geç olmuştu. Ama bir şeyler tuhaftı. Cansu Abla'nın tek başına çıkartamayacağı kadar gürültü evimin ortasından geliyordu.
Kafamı kaldırdım ve Alper'e saldıran Alp'i, Alper'in burnunu beynine geçirme denemeleri yapmaya çalışan Hazel'i, korkuyla kenarda olanları izleyen Eren ve Cansu Abla'yı, uzun bir aradan sonra biri tarafından anahtarla açılan kapıyı gördüm. O kapının ben ve Cansu abla dışında biri tarafından açılmasından daha anormal olamazdı hiçbir şey o an için... Evin savaş meydanına dönmesi bile...
14 Aralık, 2010
Veda.
Sonraki birkaç saatimi Alp'i arayarak, şeftalili ice tea içerek, ağlayarak ve Yalın dinleyerek geçirdim. Mesajlarıma cevap vermedi, telefonlarımı açmadı ama telefonunu da kapamadı. Tek çareyi evine gitmekte buldum.
Evde giydiğim eşorfmanlarım, en tepeden topladığım saçım ve ağlamaktan kızarmış gözlerimle kapılarını çaldığımda kapıyı açan annesi şaşırdı biraz.
- Selin ne oldu kızım sana? Alp de odasına kapandı. Kötü bir şey mi oldu?
- Şey, sonra anlatsam olur mu? Alp'le konuşmam lazım.
- Tabii. Odasında, gir içeri.
Kapısına gittim. İçeri girmek için yeterli gücü toplamaya çalıştım ama toplamama fırsat vermeden kapıyı açtı. Geldiğimi fark etmişti. Soğuk bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
- Ne oldu Selin?
- Alp telefonlarıma cevap vermiyorsun. Konuşmak istiyorum seninle.
- Duymamışım.
- Bal gibi duydun. Vaktin var mı bana ayırabileceğin?
Güldü. Acı bir gülüştü.
- Vaktim var mı? Aslında ben bugünümü sana ayırmayı düşünüyordum seni Alper'le öpüşürken görmeden önce.
- Olay tam olarak sana anlattığım gibi oldu yani ben-
- Tamam Selin anladım. Ama bu olayın bir geçmişi vardı. Hep ben Alper'in gölgesinde kaldım. Alper'e ulaşabilmek için beni kullandın. Beni sevdiğini söylerken bile, Alper gelse onu reddetmeyeceğini biliyordun. Bugün de bu duyguların ortaya çıktı. Alper'in tek bir sözüne karşılık benim tüm planlarımı bozdun. Yalan söyleyerek gittin hem de yanına. Çünkü ortada uygunsuz bir şeyler olduğunu biliyordun.
- Öyle olacağını düşünmemiştim..
- En çok neye üzüldüğüme karar veremiyorum. Yalan söyledin, beni üzdü, ama Alper'le buluşmak için yalan söyledin hem de. Bu daha kötüydü. Ve hayatında yer edinemediğimi öğrendim. Oysa Alper'in benim sığıntı halimin aksine, hayatında her zaman özel bir yeri olduğunu...Alper'in her zaman senin için farklı olduğunu.. Alper'le öpüştüğünüzü de gördüm. Sevdiğin kişi o olduğu için Alper'in ne kadar şanslı olduğunu fark ettim. Daha ne kadar acı çekebilirim?
- Ben seni seviyorum. Sana alıştım. Beni mutlu ediyorsun. Ben seni o kadar üzmüşken bile bugün düştüğümde yanıma geldin tereddüt etmeden.
- Selin anla artık. Seni hala seviyorum. Bu yaşananlardan sonra da. Ama bundan sonra sana her baktığımda Alper'i göreceğim. Sana her dokunduğumda, Alper'in daha önce dokunduğunu hatırlayacağım ve seni sevdiğimi her söylediğimde, senin beni sevmediğini bir kez daha hatırlayacağım.
- Düzeltemez miyiz?
- Keşke bir yolu olsaydı..
- Annene anlatmamışsın... Beni iyi karşıladı.
- Senin lehine bir şeyler söyleyeceğim. Kötü biri olduğunu düşünmelerini istemiyorum. Sana destek olmalarını istiyorum. Ben olamayacağım çünkü.
Salya sümük ağlayarak dinliyordum Alp'i. ''Hoşçakal'' dedim. Gözlerinin yavaş yavaş dolduğunu gördüm. Sarıldı. Son kez. Sıkıca. Gözyaşları ılık ılık boynumdan aşağı akıyordu. Onları hissetmek, Alp'i hissetmek ve bu mutluluğun son kez olduğunu bilmek katlanılamazdı. ''Seni seviyorum, inandırma şansım olmasa da...'' dedim. Konuşacak gücü mü yoktu, konuşmak mı istemedi bilmiyorum. Ağır ağır odasından çıktım. Annesi bir terslik olduğunu anlamıştı. Soru sormadı. İyi dilekleriyle yolcu etti.
Bir yolculuk daha sona erdi, haberi yoktu.
Alp artık yoktu, kimse bilmiyordu..
Evde giydiğim eşorfmanlarım, en tepeden topladığım saçım ve ağlamaktan kızarmış gözlerimle kapılarını çaldığımda kapıyı açan annesi şaşırdı biraz.
- Selin ne oldu kızım sana? Alp de odasına kapandı. Kötü bir şey mi oldu?
- Şey, sonra anlatsam olur mu? Alp'le konuşmam lazım.
- Tabii. Odasında, gir içeri.
Kapısına gittim. İçeri girmek için yeterli gücü toplamaya çalıştım ama toplamama fırsat vermeden kapıyı açtı. Geldiğimi fark etmişti. Soğuk bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
- Ne oldu Selin?
- Alp telefonlarıma cevap vermiyorsun. Konuşmak istiyorum seninle.
- Duymamışım.
- Bal gibi duydun. Vaktin var mı bana ayırabileceğin?
Güldü. Acı bir gülüştü.
- Vaktim var mı? Aslında ben bugünümü sana ayırmayı düşünüyordum seni Alper'le öpüşürken görmeden önce.
- Olay tam olarak sana anlattığım gibi oldu yani ben-
- Tamam Selin anladım. Ama bu olayın bir geçmişi vardı. Hep ben Alper'in gölgesinde kaldım. Alper'e ulaşabilmek için beni kullandın. Beni sevdiğini söylerken bile, Alper gelse onu reddetmeyeceğini biliyordun. Bugün de bu duyguların ortaya çıktı. Alper'in tek bir sözüne karşılık benim tüm planlarımı bozdun. Yalan söyleyerek gittin hem de yanına. Çünkü ortada uygunsuz bir şeyler olduğunu biliyordun.
- Öyle olacağını düşünmemiştim..
- En çok neye üzüldüğüme karar veremiyorum. Yalan söyledin, beni üzdü, ama Alper'le buluşmak için yalan söyledin hem de. Bu daha kötüydü. Ve hayatında yer edinemediğimi öğrendim. Oysa Alper'in benim sığıntı halimin aksine, hayatında her zaman özel bir yeri olduğunu...Alper'in her zaman senin için farklı olduğunu.. Alper'le öpüştüğünüzü de gördüm. Sevdiğin kişi o olduğu için Alper'in ne kadar şanslı olduğunu fark ettim. Daha ne kadar acı çekebilirim?
- Ben seni seviyorum. Sana alıştım. Beni mutlu ediyorsun. Ben seni o kadar üzmüşken bile bugün düştüğümde yanıma geldin tereddüt etmeden.
- Selin anla artık. Seni hala seviyorum. Bu yaşananlardan sonra da. Ama bundan sonra sana her baktığımda Alper'i göreceğim. Sana her dokunduğumda, Alper'in daha önce dokunduğunu hatırlayacağım ve seni sevdiğimi her söylediğimde, senin beni sevmediğini bir kez daha hatırlayacağım.
- Düzeltemez miyiz?
- Keşke bir yolu olsaydı..
- Annene anlatmamışsın... Beni iyi karşıladı.
- Senin lehine bir şeyler söyleyeceğim. Kötü biri olduğunu düşünmelerini istemiyorum. Sana destek olmalarını istiyorum. Ben olamayacağım çünkü.
Salya sümük ağlayarak dinliyordum Alp'i. ''Hoşçakal'' dedim. Gözlerinin yavaş yavaş dolduğunu gördüm. Sarıldı. Son kez. Sıkıca. Gözyaşları ılık ılık boynumdan aşağı akıyordu. Onları hissetmek, Alp'i hissetmek ve bu mutluluğun son kez olduğunu bilmek katlanılamazdı. ''Seni seviyorum, inandırma şansım olmasa da...'' dedim. Konuşacak gücü mü yoktu, konuşmak mı istemedi bilmiyorum. Ağır ağır odasından çıktım. Annesi bir terslik olduğunu anlamıştı. Soru sormadı. İyi dilekleriyle yolcu etti.
Bir yolculuk daha sona erdi, haberi yoktu.
Alp artık yoktu, kimse bilmiyordu..
Benim yüzümden üzülme Alp. Lütfen.
Arkada duyulan tabak ve bardak kırılma sesine doğru döndüğümde Alp'i garsona bir şeyler söylerken ve bir miktar para verirken gördüm. Sanırım özür diliyordu ve masrafların parasını veriyordu. O anda ne kadar yanlış bir şey yaptığımı anladım. Alp bu kadar düşünceli bir insanken ben Alper'in bencilliğinin sonuçlarını dinliyordum, dediği ve yaptığı onca şeye rağmen Alp'i kırmak pahasına Alper'leydim.
Sanırım hep içimde bir yerlerde vardı ''Alper gelse, seni seviyorum dese, tereddüt etmeden kollarına giderim.'' Alp'i harcamak bu kadar kolaydı benim için.
Ama Alp'in kafeden çıkmadan önceki son bakışı içimi acıttı. Öyle masum bakmıştı ki.. Bunları haketmediğini öyle güzel anlatmıştı ki.. Üzüntüyle bize bakmıştı ve öylece çıkıp gitmişti. Sanki hayatımda hiç yeri yoktu. Hiç olmamıştı ve geldiği gibi gitmişti.. Sanki bunu biliyordu..
Öyle değildi. Sahip olabileceğim güzel şeylerin hepsiydi Alp. Ama bunu o gün bile çok geç fark ettim.
Alper şaşkınlıkta sandalyesine çakılı kalmıştı. Ben Alp'in peşinden kafeden çıktım. Hızlı hızlı gidiyordu. Sanırım biz Alper'le Alp'i üzerken kar yağmaya başlamıştı. Alp'e seslendim. Durmadı. Çok hızlı yürüyordu. Koşmaya başladım ama her zamanki salaklığımla bu işi bile başaramadım. Ayağım kaydı ve kendimi yerde iki metre uzanmış buldum. Başımı da çarpmıştım. Her ne kadar rezil olmamak korkusuyla ses çıkarmamaya çalışsam da hafif bir çığlık sesi duyulmuştu. Alp arkasına döndü, baktı ve her yönden zavallı olan beni gördü. Duraksamadan, hızlı hızlı bana doğru gelmeye başladı. Elini uzattı. Tuttum ve destek alarak ayağa kalktım.
- Bir şeyin var mı?
- Hayır, çok teşekkür ederim senin sayende. Sen olmasan kimb-
- İyi.
Yoluna devam etti. Hızlı hızlı takip ediyordum bir yandan konuşmaya çalışıyordum.
- Alp lütfen konuşabilir miyiz?
- Selin geri döner misin hava soğuk ve yeniden düşmeni istemiyorum.
- Alp seninle konuşmak istiyorum. Lütfen.
- Selin lütfen demene dayanamadığımı biliyorsun. O yüzden kes şunu. Geri dön.
- Lütfen?
Durdu.
- Peki, ne söylüyorsan çabuk söyle.
- Alp bak açıklayabilirim. Sen odada beklerken Alper aradı. Numarası bende kayıtlı değil o yüzden açtım. O olduğunu bilmiyordum. İntihardan falan bahsetti. Panikledim. Görüşmek isteyince kabul etmek zorunda kaldım. Ama böyle olacağını düşünememiştim, sadece konuşacaktık ve sonra hemen senin yanına gelecektim.
- ...
- Bir şeyler söyle, lütfen.
- İyi.
Dedi ve gitti. Ortada kalakaldım. Arkasından baktım ve yavaş yavaş kafeye doğru yürüdüm.
İşte ne kadar salak olduğumu anlayın. Alp benim için üzülürken ben kafeye Alper'in yanına döndüm. Sabırsızlıkla masadaki telefonuyla oynuyordu. Döndüm, çantamı topladım ve gitmeye hazırlandım.
- Ne oldu?
- Gitti. Konuşmak istemiyor benimle. Bir daha hiç istemeyecek.
- Düzelir.
- Sanmam. Görüşürüz.
Eve gittim. Düşüncelerimle baş başa kaldım. İhtiyacım olan tek şeymiş gibi...
Düşüncelerimle baş başayken fark ettim, ihtiyacım olan tek şeydi Alp.
Sanırım hep içimde bir yerlerde vardı ''Alper gelse, seni seviyorum dese, tereddüt etmeden kollarına giderim.'' Alp'i harcamak bu kadar kolaydı benim için.
Ama Alp'in kafeden çıkmadan önceki son bakışı içimi acıttı. Öyle masum bakmıştı ki.. Bunları haketmediğini öyle güzel anlatmıştı ki.. Üzüntüyle bize bakmıştı ve öylece çıkıp gitmişti. Sanki hayatımda hiç yeri yoktu. Hiç olmamıştı ve geldiği gibi gitmişti.. Sanki bunu biliyordu..
Öyle değildi. Sahip olabileceğim güzel şeylerin hepsiydi Alp. Ama bunu o gün bile çok geç fark ettim.
Alper şaşkınlıkta sandalyesine çakılı kalmıştı. Ben Alp'in peşinden kafeden çıktım. Hızlı hızlı gidiyordu. Sanırım biz Alper'le Alp'i üzerken kar yağmaya başlamıştı. Alp'e seslendim. Durmadı. Çok hızlı yürüyordu. Koşmaya başladım ama her zamanki salaklığımla bu işi bile başaramadım. Ayağım kaydı ve kendimi yerde iki metre uzanmış buldum. Başımı da çarpmıştım. Her ne kadar rezil olmamak korkusuyla ses çıkarmamaya çalışsam da hafif bir çığlık sesi duyulmuştu. Alp arkasına döndü, baktı ve her yönden zavallı olan beni gördü. Duraksamadan, hızlı hızlı bana doğru gelmeye başladı. Elini uzattı. Tuttum ve destek alarak ayağa kalktım.
- Bir şeyin var mı?
- Hayır, çok teşekkür ederim senin sayende. Sen olmasan kimb-
- İyi.
Yoluna devam etti. Hızlı hızlı takip ediyordum bir yandan konuşmaya çalışıyordum.
- Alp lütfen konuşabilir miyiz?
- Selin geri döner misin hava soğuk ve yeniden düşmeni istemiyorum.
- Alp seninle konuşmak istiyorum. Lütfen.
- Selin lütfen demene dayanamadığımı biliyorsun. O yüzden kes şunu. Geri dön.
- Lütfen?
Durdu.
- Peki, ne söylüyorsan çabuk söyle.
- Alp bak açıklayabilirim. Sen odada beklerken Alper aradı. Numarası bende kayıtlı değil o yüzden açtım. O olduğunu bilmiyordum. İntihardan falan bahsetti. Panikledim. Görüşmek isteyince kabul etmek zorunda kaldım. Ama böyle olacağını düşünememiştim, sadece konuşacaktık ve sonra hemen senin yanına gelecektim.
- ...
- Bir şeyler söyle, lütfen.
- İyi.
Dedi ve gitti. Ortada kalakaldım. Arkasından baktım ve yavaş yavaş kafeye doğru yürüdüm.
İşte ne kadar salak olduğumu anlayın. Alp benim için üzülürken ben kafeye Alper'in yanına döndüm. Sabırsızlıkla masadaki telefonuyla oynuyordu. Döndüm, çantamı topladım ve gitmeye hazırlandım.
- Ne oldu?
- Gitti. Konuşmak istemiyor benimle. Bir daha hiç istemeyecek.
- Düzelir.
- Sanmam. Görüşürüz.
Eve gittim. Düşüncelerimle baş başa kaldım. İhtiyacım olan tek şeymiş gibi...
Düşüncelerimle baş başayken fark ettim, ihtiyacım olan tek şeydi Alp.
13 Aralık, 2010
Alper gelse, Seni Seviyorum dese, tereddüt etmeden kollarına gidersin.
- Ne yapıyorsun sen burada!
- Bugün pazar.
- Yani?
- Seni özledim.
- O zaman özleminle oturma odasında yüzleş. Şuna bak dizleri çıkmış pijamalarımla çok seksiyim(!)
- Öylesin.
- Şansını zorlama.
- Peki, oturma odasındayım.
Kendime çeki düzen verirken ben, telefon çaldı. Arayana baktım. Numara tanıdık ama çıkartamadım. Açtım.
- Alo?
- Selin.
- Alper?
- Seninle konuşmak istiyorum. Son kez.
- Ne konuşacağız Alper bir söylesene. Sanki bir şey kaldı artık.
- Selin lütfen. Çok kötüyüm. Ölmek istiyorum ve seni son kez görmek istiyorum.
- Ne ölümü ya. Saçmalama. Değer mi kimse için.
- Lütfen. Gel.
- Peki tamam. Nereye?
- Kahve bahane'ye. 1 saat sonra. Seninle ilk orada buluşmuştuk.
- Peki tamam. Sakın bir delilik yapma. (Bunu söylemeyi ne kadar sevdiğimi Sumi biliyor. mehehe.)
Özene bezene hazırlanmak için vaktim yoktu. Bir kot pantolon, bir kazak giydim ve Alp'in yanına gittim.
- Şey, benim bir arkadaşımla buluşmam lazım. Yani acilen çıkmalıyım.
- Ama benim çok güzel planlarım vardı..
- Tahmin edebiliyorum ama önemli olmasa iptal etmezdim.
- Ama ben seni özlemiştim...
- Telafi edeceğim, söz veriyorum.
Alp'i Alper için ekmenin haklı suçluluğuyla kahve bahane'ye doğru yola çıktım. Başıma ne iş geldiyse bu mekan yüzünden geldi...
Kafeye biraz erken varmıştım ve Alper'i beklemek zorunda kaldım. Huzursuzdum. İçimde bir sıkıntı vardı. Zaten istemeyerek geldiğim bu yerde bekleyen taraf olmak da cabası.
Öpüşen çiftlere bakmamaya çalıştım ve sonunda Alper teşrif etti. Berbat bir haldeydi. Perişandı. Paçavra giyse daha derli toplu görünürdü.
- Teşekkür ederim geldiğin için Selin.
- Alper bu ne hal böyle?
- Selin çok kötüyüm. Tüm umutlarımı yitirdim. Sen yoksun, en yakın arkadaşım Alp benden nefret ediyor, dersler desen takip edemiyorum bile artık, ailem için de bir hiçim. Maddi destekleri minimumda. Yalnızım. İstenmeyenim. Sen sırtını bana döndüğünden beri yolunda giden tek bir şey yok.
- Sen beni hiç sevmedin. Ben seni çok sevmiştim. Ama beni istemedin.
- Sevdim. İstedim. Çiftlikte ilk karşılaştığımız günü hatırlıyor musun? Ben hatırlıyorum. Göz göze gelmiştik. Arkadaşlarımla yürüyordum. Ben tam kahkaha atarken gülümseyerek bana bakmıştın. Çok utanmıştım. ''Ulan çok güzel bir kızla tam kahkaha atarken göz göze geldim. Umarım ağzım burnum yamulmamıştır.'' demiştim hatta arkadaşlarıma. O zaman tahmin edememiştim devamı olduğunu.
Sonra okulda karşılaşmıştık. Siz hocayla konuşuyordunuz, ben sonradan gelmiştim ya hani. Çok şaşırmıştım ve ama çokta sevinmiştim. Seni tanımak için bir şansım vardı. Ve bir süre sonra beni sevdiğini fark ettim. Korktum. Çünkü sen çok narinsin ama ben değilim. Dikkatsizce söylediğim tek bir söz bile kırabilirdi seni ve ben defalarca kırdım. Seni ilk gördüğüm andan beri doğru olan kişinin sen olduğunu bilsem de amaçsızca kaçtım. Değeriniyse Alp'le yakınlaştığınızda anladım. Her şey için çok geç olduğunun farkındaydım ama acı çekiyordum ve yapamayacağım hiçbir şey yoktu. Aranızı bozmaya çalıştım. Alp'le kendi aram bozuldu. Şerefsizin teki olduğumu düşünüyor. Haksız da sayılmaz. Alp seni seviyor. Seni kırmıyor. Biliyorum, birlikte olsak ya da olmasak, her durumda kırılacaktın. Hayatında kalmam için bir sebep yok. Zaten yerim de yok. Okul değiştireceğim. O okula katlanamıyorum. Bir daha görüşemeyiz. Ama benim içimde bir yerlerde hep olacaksın, ukte olarak...
Bunları Alper'den duymak şaşırtıcıydı. Aynı şeyleri aynı zamanda hissettiğimiz halde birbirimize bu denli uzak olmak kaderin bir cilvesiydi ve bundan sonra dinlenebilecek tek şarkı ''belki'' ydi.
Gözlerimden dökülen yaşları Alper sildiğinde fark ettim. Hem ağlaktım hem salak. Alp'le çıkmam Alper'i sevmeme engel değildi ve onu öpmeme...
Ve Alp'in bizi öpüşürken görmesine...
Her şeyi berbat etmede Alper'le yarışıyorum yeminle.
- Bugün pazar.
- Yani?
- Seni özledim.
- O zaman özleminle oturma odasında yüzleş. Şuna bak dizleri çıkmış pijamalarımla çok seksiyim(!)
- Öylesin.
- Şansını zorlama.
- Peki, oturma odasındayım.
Kendime çeki düzen verirken ben, telefon çaldı. Arayana baktım. Numara tanıdık ama çıkartamadım. Açtım.
- Alo?
- Selin.
- Alper?
- Seninle konuşmak istiyorum. Son kez.
- Ne konuşacağız Alper bir söylesene. Sanki bir şey kaldı artık.
- Selin lütfen. Çok kötüyüm. Ölmek istiyorum ve seni son kez görmek istiyorum.
- Ne ölümü ya. Saçmalama. Değer mi kimse için.
- Lütfen. Gel.
- Peki tamam. Nereye?
- Kahve bahane'ye. 1 saat sonra. Seninle ilk orada buluşmuştuk.
- Peki tamam. Sakın bir delilik yapma. (Bunu söylemeyi ne kadar sevdiğimi Sumi biliyor. mehehe.)
Özene bezene hazırlanmak için vaktim yoktu. Bir kot pantolon, bir kazak giydim ve Alp'in yanına gittim.
- Şey, benim bir arkadaşımla buluşmam lazım. Yani acilen çıkmalıyım.
- Ama benim çok güzel planlarım vardı..
- Tahmin edebiliyorum ama önemli olmasa iptal etmezdim.
- Ama ben seni özlemiştim...
- Telafi edeceğim, söz veriyorum.
Alp'i Alper için ekmenin haklı suçluluğuyla kahve bahane'ye doğru yola çıktım. Başıma ne iş geldiyse bu mekan yüzünden geldi...
Kafeye biraz erken varmıştım ve Alper'i beklemek zorunda kaldım. Huzursuzdum. İçimde bir sıkıntı vardı. Zaten istemeyerek geldiğim bu yerde bekleyen taraf olmak da cabası.
Öpüşen çiftlere bakmamaya çalıştım ve sonunda Alper teşrif etti. Berbat bir haldeydi. Perişandı. Paçavra giyse daha derli toplu görünürdü.
- Teşekkür ederim geldiğin için Selin.
- Alper bu ne hal böyle?
- Selin çok kötüyüm. Tüm umutlarımı yitirdim. Sen yoksun, en yakın arkadaşım Alp benden nefret ediyor, dersler desen takip edemiyorum bile artık, ailem için de bir hiçim. Maddi destekleri minimumda. Yalnızım. İstenmeyenim. Sen sırtını bana döndüğünden beri yolunda giden tek bir şey yok.
- Sen beni hiç sevmedin. Ben seni çok sevmiştim. Ama beni istemedin.
- Sevdim. İstedim. Çiftlikte ilk karşılaştığımız günü hatırlıyor musun? Ben hatırlıyorum. Göz göze gelmiştik. Arkadaşlarımla yürüyordum. Ben tam kahkaha atarken gülümseyerek bana bakmıştın. Çok utanmıştım. ''Ulan çok güzel bir kızla tam kahkaha atarken göz göze geldim. Umarım ağzım burnum yamulmamıştır.'' demiştim hatta arkadaşlarıma. O zaman tahmin edememiştim devamı olduğunu.
Sonra okulda karşılaşmıştık. Siz hocayla konuşuyordunuz, ben sonradan gelmiştim ya hani. Çok şaşırmıştım ve ama çokta sevinmiştim. Seni tanımak için bir şansım vardı. Ve bir süre sonra beni sevdiğini fark ettim. Korktum. Çünkü sen çok narinsin ama ben değilim. Dikkatsizce söylediğim tek bir söz bile kırabilirdi seni ve ben defalarca kırdım. Seni ilk gördüğüm andan beri doğru olan kişinin sen olduğunu bilsem de amaçsızca kaçtım. Değeriniyse Alp'le yakınlaştığınızda anladım. Her şey için çok geç olduğunun farkındaydım ama acı çekiyordum ve yapamayacağım hiçbir şey yoktu. Aranızı bozmaya çalıştım. Alp'le kendi aram bozuldu. Şerefsizin teki olduğumu düşünüyor. Haksız da sayılmaz. Alp seni seviyor. Seni kırmıyor. Biliyorum, birlikte olsak ya da olmasak, her durumda kırılacaktın. Hayatında kalmam için bir sebep yok. Zaten yerim de yok. Okul değiştireceğim. O okula katlanamıyorum. Bir daha görüşemeyiz. Ama benim içimde bir yerlerde hep olacaksın, ukte olarak...
Bunları Alper'den duymak şaşırtıcıydı. Aynı şeyleri aynı zamanda hissettiğimiz halde birbirimize bu denli uzak olmak kaderin bir cilvesiydi ve bundan sonra dinlenebilecek tek şarkı ''belki'' ydi.
Gözlerimden dökülen yaşları Alper sildiğinde fark ettim. Hem ağlaktım hem salak. Alp'le çıkmam Alper'i sevmeme engel değildi ve onu öpmeme...
Ve Alp'in bizi öpüşürken görmesine...
Her şeyi berbat etmede Alper'le yarışıyorum yeminle.
12 Aralık, 2010
Valide Hanım ve Peder Bey
- Çok komiksin Alpciğim. Gerçekten öylesin ama öpüşürken espri yapma mümkünse.
- Yüz ifadeni görmelisin. Hadi ama, o kadar da kötü bir şey değil.
- Hayır o kadar kötü bir şey. Eminim annen oğlunun sevgilisini sevgiyle kucak açacaktır ve baban da gelini gibi bağrına basacaktır(!) Off, evden kovarlar eğer gitmeye kalkarsam.
- Umarım saçmalamanın bir sınırı vardır. Tabii ki seni sevecekler.
- Peki ama evleniyor değiliz nereden çıktı tanışma?
- Annem tanışmak istiyor seninle. Bilirsin, destek olmak için..
- Şey, şimdi anladım. Eğer annen istediyse, el mahkum. Dinlememiz gerekir.
- İstemiyorsan gitmeyiz. O kadar da sorun değil. Senin ne istediğin önemli sonuçta.
- Yok hayır biraz paniklemiştim. Ne zaman gidiyoruz?
- Yarın.
- Sanırım bana bir şeyler oluyor.
Güldü. Çok komikmiş gibi güldü beyefendi.
- Yarın seni evden alırım.
Ve sonra beni yalnız bıraktı o düşüncelerle. İnanabiliyor musunuz!! Eve gittim, kendimi berbatın da ötesinde hissederek uyudum. Sabahsa erkenden kalkıp hazırlandım.
Ne giyeceğime karar vermek çok zor oldu. En sonunda coco'nun tavsiyesine uydum. Black little dress her zaman günü kurtarır. Dizlerimin birazcık üzerindeydi elbise. Hanım kız hesabı. Saçlarımı at kuyruğu yaptım. Cici kız hesabı. Çizmeleri de çektim, bu ne hesabı bilmiyorum. Hava soğuktu onun için giydim. Ve hayallerimdeki gibi Alp'i beklemeye başladım.
Kapının yanında beklediğimden çalındığı gibi açmam Alp'i şaşırttı. Bir şey demesine fırsat vermeden ''Haydi, bitirelim şu işi.'' dedim. Salak salak sırıtması sinirimi bozdu. Ben stresten ölüyorum, beyefendinin yaptığına bakın.
Arabasıyla beni aldığını söylemek isterdim ama otobüse bindik. Hiç havalı bir hayat değil lan bu ne! 1 saatte evlerine anca vardık. Saat 6 olmuştu sanırsın yatıya gidiyoruz. Kapıyı açan, sanırım annesiydi. Kahverengi bir pantolon, kırmızı bir kazak giymişti. Saçları bukle bukleydi ama doğaldı. Yaşına göre genç görünüyordu ve oldukça güzeldi. Babası oldukça karizmatikti. Hafif kırlaşmaya başlayan saçları ona olgun bir hava vermiş, kot pantolon ve gömlek kombinasyonu gençliğini ön plana çıkarmıştı. Yanlış hatırlamıyorsam babası mimar, annesi ise öğretmen.
Güler yüzle içeri buyur ettiler.
Sofra kurulmuştu. yemek için bizi bekliyorlardı.
- Acıkmışsınızdır, sofraya geçelim, orada konuşuruz.
Hayatımda hiç bu kadar gerildiğimi hatırlamıyordum.
- Ailenin başına gelenler için çok üzgünüz Selin ve bugün seni biraz da bunun için davet ettik. Biz her türlü şey için sana yardım etmeye hazırız.
- Teşekkür ederim, desteğinizi hissetmek bile güzel.
- Aslında sanırım şu konum itibariyle çok normal olmayacak ama arada sırada bizde de kalmanı istiyoruz.
Oha lan! Burası Türkiye. kaldıramaz böyle şeyleri. Bu aile nereden indiyse. Memleket mars herhalde.
- Şey, evet biraz tuhaf geliyor kulağa.
Damak tadları benimkine pek uymasa da kibar davranmam gerekiyordu.
- Her şey çok lezzetliydi. (Lezzetli lafına da kıl olurum.) Ellerinize sağlık.
- Afiyet olsun selin. Çaya çağırırım sizi, haydi siz yalnız kalın biraz.
Ulan herif salonun ortasında öpse, galiba bir şey demeyecekler. Nasıl iş anlamadım. Benim babam olsa çoktan Alp'in topuklarını birkaç kurşunla süslemişti.
- Çok iyi insanlar.
- Bir de onları okul konularında gör.
Neşeliydi.
- Ama sen çok gergindin.
- Doğal olarak. Sen şanslısın, bu gerginliği yaşamayacaksın.
- Bu bir şans değil.
Sessizlik oldu.
- Bunu çok sık mı söylüyorum bilmiyorum ama, Seni seviyorum ve kaybetmekten korkuyorum ve şimdi ailecek okey oynamayı öneriyorum.
- Romantik ortamların içine ediyorsun canım, söylemiş miydin? Şimdi bıraksan ne hoş durumlar yaşardık okey dedin bildiğin.
Sırıttı.
-Bunun için varım.
Ve gecenin geri kalanında okey oynadık. Sadece okey. Odasında yalnız bile kalamadık. Pff.
Aslında eğlenceliydi ama daha farklı hayal etmiştim.
Neyse işte. Akşam eve bir geldim, telefonların ardı arkası kesilmiyor. Önce Hazel aradı.
- Selin o salak çocuğa bir şey söyle sinirimi bozuyor.
- Hangi salak?
- Konserde bana seksi diyen salak.
- Abartmıyor musun?
- Abartan benim öyle mi? Facebook'tan eklemiş beni. Ve sonra sohbet etmeye çalıştı.
- Eklesin ne var bunda. Görmüş beğenmiş, belli ki seni kendine almak istiyor.
- Yardımcı olmuyorsun.
- Peki, ne dedi?
- Tanışmak falan istedi. Gerçi çok hoş cümleleri var. Neyse. Ben de tersledim sen kim oluyosun diye, hırçın halimi de çok beğendiğini söyledi.
Kahkahamı engelleyemedim.
- Hazel bu çocuk kafayı sana fena halde takmış.
- Off, ben gidiyorum intihar edicem. Yarın görüşürüz.
- Görüşürüz.
Uyumak için yatağa uzandığımda Eren aradı.
- Kiminle konuşuyordun?
- Hazel. Uğur'dan dert yandı.
- Beni de aradı. Mis gibi çocuk, niye şikayetçiyse.
- Ben de anlamadım.
- Benim de haberlerim var bugün ilk defa Özgür'le buluştuk!
- Vay be! Nereye gittiniz?
- Sinemaya.
- İlk randevuda!?
- Evet ama sadece film izledik. Selin bana hediye aldı biliyor musun? Gümüşçünün önünden geçiyorduk, vitrine baktım. Bir yüzük vardı çok beğendim. Aldı ve şu an ciddi ciddi çıkıyor bile değiliz! Ama sanırım o yüzükten sonra çıkmaya başladık. Bilmiyorum. Selin ben aşık oluyorum.
- Üzgünüm Eren ama çoktan oldun.
- Rüyamda onu görür müyüm sence?
- Uyu ve hep beraber öğrenelim.
Zaten bir sürü stres çekmiştim, kafamı yastığa koyduğum gibi uyudum. Uyandığımda da Alp yanımdaydı. Rüya sandım. Ama bildiğin yanımdaydı.
- Yüz ifadeni görmelisin. Hadi ama, o kadar da kötü bir şey değil.
- Hayır o kadar kötü bir şey. Eminim annen oğlunun sevgilisini sevgiyle kucak açacaktır ve baban da gelini gibi bağrına basacaktır(!) Off, evden kovarlar eğer gitmeye kalkarsam.
- Umarım saçmalamanın bir sınırı vardır. Tabii ki seni sevecekler.
- Peki ama evleniyor değiliz nereden çıktı tanışma?
- Annem tanışmak istiyor seninle. Bilirsin, destek olmak için..
- Şey, şimdi anladım. Eğer annen istediyse, el mahkum. Dinlememiz gerekir.
- İstemiyorsan gitmeyiz. O kadar da sorun değil. Senin ne istediğin önemli sonuçta.
- Yok hayır biraz paniklemiştim. Ne zaman gidiyoruz?
- Yarın.
- Sanırım bana bir şeyler oluyor.
Güldü. Çok komikmiş gibi güldü beyefendi.
- Yarın seni evden alırım.
Ve sonra beni yalnız bıraktı o düşüncelerle. İnanabiliyor musunuz!! Eve gittim, kendimi berbatın da ötesinde hissederek uyudum. Sabahsa erkenden kalkıp hazırlandım.
Ne giyeceğime karar vermek çok zor oldu. En sonunda coco'nun tavsiyesine uydum. Black little dress her zaman günü kurtarır. Dizlerimin birazcık üzerindeydi elbise. Hanım kız hesabı. Saçlarımı at kuyruğu yaptım. Cici kız hesabı. Çizmeleri de çektim, bu ne hesabı bilmiyorum. Hava soğuktu onun için giydim. Ve hayallerimdeki gibi Alp'i beklemeye başladım.
Kapının yanında beklediğimden çalındığı gibi açmam Alp'i şaşırttı. Bir şey demesine fırsat vermeden ''Haydi, bitirelim şu işi.'' dedim. Salak salak sırıtması sinirimi bozdu. Ben stresten ölüyorum, beyefendinin yaptığına bakın.
Arabasıyla beni aldığını söylemek isterdim ama otobüse bindik. Hiç havalı bir hayat değil lan bu ne! 1 saatte evlerine anca vardık. Saat 6 olmuştu sanırsın yatıya gidiyoruz. Kapıyı açan, sanırım annesiydi. Kahverengi bir pantolon, kırmızı bir kazak giymişti. Saçları bukle bukleydi ama doğaldı. Yaşına göre genç görünüyordu ve oldukça güzeldi. Babası oldukça karizmatikti. Hafif kırlaşmaya başlayan saçları ona olgun bir hava vermiş, kot pantolon ve gömlek kombinasyonu gençliğini ön plana çıkarmıştı. Yanlış hatırlamıyorsam babası mimar, annesi ise öğretmen.
Güler yüzle içeri buyur ettiler.
Sofra kurulmuştu. yemek için bizi bekliyorlardı.
- Acıkmışsınızdır, sofraya geçelim, orada konuşuruz.
Hayatımda hiç bu kadar gerildiğimi hatırlamıyordum.
- Ailenin başına gelenler için çok üzgünüz Selin ve bugün seni biraz da bunun için davet ettik. Biz her türlü şey için sana yardım etmeye hazırız.
- Teşekkür ederim, desteğinizi hissetmek bile güzel.
- Aslında sanırım şu konum itibariyle çok normal olmayacak ama arada sırada bizde de kalmanı istiyoruz.
Oha lan! Burası Türkiye. kaldıramaz böyle şeyleri. Bu aile nereden indiyse. Memleket mars herhalde.
- Şey, evet biraz tuhaf geliyor kulağa.
Damak tadları benimkine pek uymasa da kibar davranmam gerekiyordu.
- Her şey çok lezzetliydi. (Lezzetli lafına da kıl olurum.) Ellerinize sağlık.
- Afiyet olsun selin. Çaya çağırırım sizi, haydi siz yalnız kalın biraz.
Ulan herif salonun ortasında öpse, galiba bir şey demeyecekler. Nasıl iş anlamadım. Benim babam olsa çoktan Alp'in topuklarını birkaç kurşunla süslemişti.
- Çok iyi insanlar.
- Bir de onları okul konularında gör.
Neşeliydi.
- Ama sen çok gergindin.
- Doğal olarak. Sen şanslısın, bu gerginliği yaşamayacaksın.
- Bu bir şans değil.
Sessizlik oldu.
- Bunu çok sık mı söylüyorum bilmiyorum ama, Seni seviyorum ve kaybetmekten korkuyorum ve şimdi ailecek okey oynamayı öneriyorum.
- Romantik ortamların içine ediyorsun canım, söylemiş miydin? Şimdi bıraksan ne hoş durumlar yaşardık okey dedin bildiğin.
Sırıttı.
-Bunun için varım.
Ve gecenin geri kalanında okey oynadık. Sadece okey. Odasında yalnız bile kalamadık. Pff.
Aslında eğlenceliydi ama daha farklı hayal etmiştim.
Neyse işte. Akşam eve bir geldim, telefonların ardı arkası kesilmiyor. Önce Hazel aradı.
- Selin o salak çocuğa bir şey söyle sinirimi bozuyor.
- Hangi salak?
- Konserde bana seksi diyen salak.
- Abartmıyor musun?
- Abartan benim öyle mi? Facebook'tan eklemiş beni. Ve sonra sohbet etmeye çalıştı.
- Eklesin ne var bunda. Görmüş beğenmiş, belli ki seni kendine almak istiyor.
- Yardımcı olmuyorsun.
- Peki, ne dedi?
- Tanışmak falan istedi. Gerçi çok hoş cümleleri var. Neyse. Ben de tersledim sen kim oluyosun diye, hırçın halimi de çok beğendiğini söyledi.
Kahkahamı engelleyemedim.
- Hazel bu çocuk kafayı sana fena halde takmış.
- Off, ben gidiyorum intihar edicem. Yarın görüşürüz.
- Görüşürüz.
Uyumak için yatağa uzandığımda Eren aradı.
- Kiminle konuşuyordun?
- Hazel. Uğur'dan dert yandı.
- Beni de aradı. Mis gibi çocuk, niye şikayetçiyse.
- Ben de anlamadım.
- Benim de haberlerim var bugün ilk defa Özgür'le buluştuk!
- Vay be! Nereye gittiniz?
- Sinemaya.
- İlk randevuda!?
- Evet ama sadece film izledik. Selin bana hediye aldı biliyor musun? Gümüşçünün önünden geçiyorduk, vitrine baktım. Bir yüzük vardı çok beğendim. Aldı ve şu an ciddi ciddi çıkıyor bile değiliz! Ama sanırım o yüzükten sonra çıkmaya başladık. Bilmiyorum. Selin ben aşık oluyorum.
- Üzgünüm Eren ama çoktan oldun.
- Rüyamda onu görür müyüm sence?
- Uyu ve hep beraber öğrenelim.
Zaten bir sürü stres çekmiştim, kafamı yastığa koyduğum gibi uyudum. Uyandığımda da Alp yanımdaydı. Rüya sandım. Ama bildiğin yanımdaydı.
10 Aralık, 2010
Bence biz evlenelim.
Hayat bazen zor olabiliyor.
Yağmur yağıyor, ojelerimin renklerinden nefret ediyorum ve mülteci muamelesi görüyorum. Hem de kendi evimde.
Fakat sonunda beni bu şehirden koparma gayretleri boşa çıktı. Amcamın burada üniversite okuyan kızı yani kuzenimle bu evde kalacağız. Bir hafta boyunca yurttan taşınıp buraya yerleşme işleriyle uğraştık, misafirleri yolcu ettik ve evdeki ilk gecemizde saat 9da uyuduk.
Ertesi gün konser olduğu halde 9da uyumam biraz ilginçti gerçi ama yıpranmıştım, yorulmuştum ve rüya görmeye ihtiyacım vardı. Nitekim rüyamda sesimin detone olduğunu gördüm. Ah ne iyi bir moral.
Ertesi gün erkenden kalkıp okula gittim. Son bir prova aldık ve sonrası hazırlanma faslı. Önce kıyafetlerimizi giydik. Spor siyah bir etek, kolsuz beyaz bir badi giydim. Genel format buydu fakat hostes tarzı giyime karşı çıktığımız için tek tip giyinmeme kararı aldık. Modeller farklıydı. Sadece aksesuarlarımız aynıydı. Biz bir takımız ya...
Kıyafetler hazır olunca bir de kuaföre gitmek gerekti tabii. Eren fıstık gibi oldu. Bukle yaptırdı saçını. Hazel normalde bukle olan saçını yeniden tarzı bişeyler yaptırdı. Ben de topuz yaptırdım. Şakaydı. Ben de bukle yaptırdım ama Eren'inkinden farklı. Lakin hiçbirimiz abartılı değildik ve ben hariç herkes harikaydı.
Günün en süper kısmı konser vereceğimiz okula otobüsle gitmemizdi. İnsan filmlerdeki gibi bir şeyler hayal etmiyor değil. Ben evde Alp'i bekliyorum, takım elbisesiyle geliyor, ''Çok güzel olmuşsun.'' diyor, allıktan zaten kızarmış olan yanaklarım bir ton daha kızarıyor ve arabasına binip gidiyoruz. Ama nerde.
Otobüse bindik. Okula girerken almak istemediler bizi, yabancı madde muamelesi gördük. Ama bundan sonrası iyiydi. Bakın ne oldu.
Kantinde sıcak çikolata içiyorduk. Alp ıslık çalarak içeri girdi, öpüştük koklaştık falan. Yanaktan yani. Neyse işte sonunda konsere başladık. Ama çok heyecanlıydım. İlk başta sesim titredi ama sonra baktım millet zaten dinlemiyor, kendi aramızda eğlene eğlene çalıp söylemeye başladık. Eğlenceli geçti. Molada bir adam içeri girdi. Sahneye bir çelenk getirdi. Ardından bir tane daha, bir tane daha ve 2 tane daha getirdi. 5 çelenk sahneye dizildi. S E L İ N yazıyordu. ''Tanrım'' dedim. ''Alp gibilerini yaratıyorsun, beni neden yaratıyorsun.'' dedim. ''Ben o seviyeye ne zaman ulaşacağım, evrimimi ne zaman tamamlayacağım.'' dedim.
Sonra koştur koştur Alp'in yanına gittim. Bahçenin bir köşesinden benim ağzım açık bir halde şapşal şapşal çelenklere bakışımı izliyordu kahkahalarla.
- Alp bir servet falan mı döktün bu çelenklere, bu ne hal?
- Bundan sonraki adım Seni Seviyorum yazmak olacak.
- Denemeye bile kalkma. Ayrılma sebebidir. Ailene ne dedin?
- Sevgilime sürpriz yapıyorum maydonoz olmayın dedim. Daha kibar bir dille.
- Bu işi biliyorsun.
- Senden öğrendim.
- Peki o zaman, şu işi bitirelim ve sonra çelenklerin tadını çıkaralım.
- Bana uyar.
Pis pis sırıttı. Pis sapık ne düşündüyse artık.
Konserde benim sözleri, orkestranın notaları unutması ve seyircilerden birinin Jimmy Jump tarzı sahneye çıkıp şiir okuması komik ve eğlenceliydi. Okulun öğrencileri kadar biz de eğlendik.
Gayet cüzi, o kadar cüzi ki bir tane çelenk almaya bile yetmeyecek paralarımızı aldık ve Violet diye tabir ettiğimiz mekana gittik. Eren kaşla göz arasında Özgür'le konuşuyordu. Yanlarına gittim. Oturdum. Dikkat etmediler bile bana ama ben masanın altından tuttukları ellerini tabi ki görmüştüm ve Özgür'ün ''Akşam beni bekle.'' demesi ona göre sessizdi fakat gayet net bir şekilde duydum. Müsait bir zamanda Eren'i sıkıştırıp olanları anlattırmaya karar verdim.
Maydonoz gibi neden Eren ve Özgür'ün masasında oturpta Alp'le öpüşüp koklaşmadığımı düşünürken Hazel sinirle geldi. Onun sinirinden korkan Özgür ikiledi ve Hazel söze başladı.
- Uğur denen gerizekalı hergeleden nefret ediyorum!
- Ne oldu?
- Çok seksi gitar çaldığımı söyledi.
- Woohoo.
- Hiç öyle hava kaçıran rüzgar gibi ses çıkarmayın. Salak herif ya. O kim oluyor ki. Basit bir öğrenci parçası işte. Konseri dinlemeye gelenlerden biri.
- Hıı evet, imza isteyen densiz bir hayran hatta.
- Ya kesin bir sizde. Herif bana sarktı siz işin dalgasındasınız.
- Ne olmuş yani, görmüş beğenmiş seni.
- Ama ben onu beğenmedim!
- Evet, bir şeye taparken kullandığının ses tonunla konuşman beğenmediğinin bir kanıtı bence de. Katılıyorum.
- Sizinle de konuşulmuyor. Aramayın bir daha beni.
İşte bu sahne bir arkadaştan sevgili tribi işitmenin sözlükteki karşılığı.
Bütün gün sabırsızlıkla beklediğim ansa Alp'i yalnız görmemle oldu. Bir masada bir şeyler içiyordu.
- Eşlik edebilir miyim yakışıklı beyefendi?
- Onur duyarım matmazel.
- Size her gün yeniden aşık oluyorum bayım.
- Sesinizi duyduğumda kalbim atmaya yeni başlamış gibi hissediyorum hanımefendi.
- Sizi seviyorum bayım.
- Beni sevdiğinizi söylemeniz bir erkeği bile ağlatabilecek cinsten sözler.
Sonrası malum. O beni öptü, ben sapık gibi parfümünü kokladım, o bunu yanlış anladı, boyna doğru kaydı, ben bir şey demedim.
- Bence ailemle tanışsan iyi olur.
Romantik ortamın içine nasıl edilir onu öğretti bu sefer Alp. Düşünceli şey.
Yağmur yağıyor, ojelerimin renklerinden nefret ediyorum ve mülteci muamelesi görüyorum. Hem de kendi evimde.
Fakat sonunda beni bu şehirden koparma gayretleri boşa çıktı. Amcamın burada üniversite okuyan kızı yani kuzenimle bu evde kalacağız. Bir hafta boyunca yurttan taşınıp buraya yerleşme işleriyle uğraştık, misafirleri yolcu ettik ve evdeki ilk gecemizde saat 9da uyuduk.
Ertesi gün konser olduğu halde 9da uyumam biraz ilginçti gerçi ama yıpranmıştım, yorulmuştum ve rüya görmeye ihtiyacım vardı. Nitekim rüyamda sesimin detone olduğunu gördüm. Ah ne iyi bir moral.
Ertesi gün erkenden kalkıp okula gittim. Son bir prova aldık ve sonrası hazırlanma faslı. Önce kıyafetlerimizi giydik. Spor siyah bir etek, kolsuz beyaz bir badi giydim. Genel format buydu fakat hostes tarzı giyime karşı çıktığımız için tek tip giyinmeme kararı aldık. Modeller farklıydı. Sadece aksesuarlarımız aynıydı. Biz bir takımız ya...
Kıyafetler hazır olunca bir de kuaföre gitmek gerekti tabii. Eren fıstık gibi oldu. Bukle yaptırdı saçını. Hazel normalde bukle olan saçını yeniden tarzı bişeyler yaptırdı. Ben de topuz yaptırdım. Şakaydı. Ben de bukle yaptırdım ama Eren'inkinden farklı. Lakin hiçbirimiz abartılı değildik ve ben hariç herkes harikaydı.
Günün en süper kısmı konser vereceğimiz okula otobüsle gitmemizdi. İnsan filmlerdeki gibi bir şeyler hayal etmiyor değil. Ben evde Alp'i bekliyorum, takım elbisesiyle geliyor, ''Çok güzel olmuşsun.'' diyor, allıktan zaten kızarmış olan yanaklarım bir ton daha kızarıyor ve arabasına binip gidiyoruz. Ama nerde.
Otobüse bindik. Okula girerken almak istemediler bizi, yabancı madde muamelesi gördük. Ama bundan sonrası iyiydi. Bakın ne oldu.
Kantinde sıcak çikolata içiyorduk. Alp ıslık çalarak içeri girdi, öpüştük koklaştık falan. Yanaktan yani. Neyse işte sonunda konsere başladık. Ama çok heyecanlıydım. İlk başta sesim titredi ama sonra baktım millet zaten dinlemiyor, kendi aramızda eğlene eğlene çalıp söylemeye başladık. Eğlenceli geçti. Molada bir adam içeri girdi. Sahneye bir çelenk getirdi. Ardından bir tane daha, bir tane daha ve 2 tane daha getirdi. 5 çelenk sahneye dizildi. S E L İ N yazıyordu. ''Tanrım'' dedim. ''Alp gibilerini yaratıyorsun, beni neden yaratıyorsun.'' dedim. ''Ben o seviyeye ne zaman ulaşacağım, evrimimi ne zaman tamamlayacağım.'' dedim.
Sonra koştur koştur Alp'in yanına gittim. Bahçenin bir köşesinden benim ağzım açık bir halde şapşal şapşal çelenklere bakışımı izliyordu kahkahalarla.
- Alp bir servet falan mı döktün bu çelenklere, bu ne hal?
- Bundan sonraki adım Seni Seviyorum yazmak olacak.
- Denemeye bile kalkma. Ayrılma sebebidir. Ailene ne dedin?
- Sevgilime sürpriz yapıyorum maydonoz olmayın dedim. Daha kibar bir dille.
- Bu işi biliyorsun.
- Senden öğrendim.
- Peki o zaman, şu işi bitirelim ve sonra çelenklerin tadını çıkaralım.
- Bana uyar.
Pis pis sırıttı. Pis sapık ne düşündüyse artık.
Konserde benim sözleri, orkestranın notaları unutması ve seyircilerden birinin Jimmy Jump tarzı sahneye çıkıp şiir okuması komik ve eğlenceliydi. Okulun öğrencileri kadar biz de eğlendik.
Gayet cüzi, o kadar cüzi ki bir tane çelenk almaya bile yetmeyecek paralarımızı aldık ve Violet diye tabir ettiğimiz mekana gittik. Eren kaşla göz arasında Özgür'le konuşuyordu. Yanlarına gittim. Oturdum. Dikkat etmediler bile bana ama ben masanın altından tuttukları ellerini tabi ki görmüştüm ve Özgür'ün ''Akşam beni bekle.'' demesi ona göre sessizdi fakat gayet net bir şekilde duydum. Müsait bir zamanda Eren'i sıkıştırıp olanları anlattırmaya karar verdim.
Maydonoz gibi neden Eren ve Özgür'ün masasında oturpta Alp'le öpüşüp koklaşmadığımı düşünürken Hazel sinirle geldi. Onun sinirinden korkan Özgür ikiledi ve Hazel söze başladı.
- Uğur denen gerizekalı hergeleden nefret ediyorum!
- Ne oldu?
- Çok seksi gitar çaldığımı söyledi.
- Woohoo.
- Hiç öyle hava kaçıran rüzgar gibi ses çıkarmayın. Salak herif ya. O kim oluyor ki. Basit bir öğrenci parçası işte. Konseri dinlemeye gelenlerden biri.
- Hıı evet, imza isteyen densiz bir hayran hatta.
- Ya kesin bir sizde. Herif bana sarktı siz işin dalgasındasınız.
- Ne olmuş yani, görmüş beğenmiş seni.
- Ama ben onu beğenmedim!
- Evet, bir şeye taparken kullandığının ses tonunla konuşman beğenmediğinin bir kanıtı bence de. Katılıyorum.
- Sizinle de konuşulmuyor. Aramayın bir daha beni.
İşte bu sahne bir arkadaştan sevgili tribi işitmenin sözlükteki karşılığı.
Bütün gün sabırsızlıkla beklediğim ansa Alp'i yalnız görmemle oldu. Bir masada bir şeyler içiyordu.
- Eşlik edebilir miyim yakışıklı beyefendi?
- Onur duyarım matmazel.
- Size her gün yeniden aşık oluyorum bayım.
- Sesinizi duyduğumda kalbim atmaya yeni başlamış gibi hissediyorum hanımefendi.
- Sizi seviyorum bayım.
- Beni sevdiğinizi söylemeniz bir erkeği bile ağlatabilecek cinsten sözler.
Sonrası malum. O beni öptü, ben sapık gibi parfümünü kokladım, o bunu yanlış anladı, boyna doğru kaydı, ben bir şey demedim.
- Bence ailemle tanışsan iyi olur.
Romantik ortamın içine nasıl edilir onu öğretti bu sefer Alp. Düşünceli şey.
09 Aralık, 2010
Trio tamamlanıyor. Öyle trio değil. Eren-Özgür, Alp-Selin triosu.
- Sana inanamıyorum Eren. Çocuğun numarasını nasıl aldın?
- Aslında o biraz tesadüfen oldu. Yani eve gelmişti, Alp'i almak için. Ben de uyuyolar falan dedim. Oturduk konuşuyoduk sizi beklerken. Netbook'tan anime izlediğimi gördü, animelerden konu açıldı. O da animelere hayranmış. Basiliski izliyormuş şu an.
Ben de dedim ki, ''Sanırım yakınlarda bir zamanda anime ve çizgi roman festivali olacak.'' Gözleri parladı tabii. Gitmeyi çok isterim, birlikte gidebilir miyiz olaylarına girdi. Numarasını verdi, mutlaka görüşelim bu konuyu dedi. Hayır diyemedim.
Güldü.
- Pes doğrusu. Bu kadar şansta fazla. Çocuğun gözüne girmişsin ilk konuşmada.
- Buna da zeka diyorlar işte cicim.
- Neye zeka deniyormuş bakalım?
- Selam Hazel. bugün hayatımın aşkıyla tanıştım da onu anlatıyordum. Özgür.
Olayların ikinci baskısını da dinledim ve evlerine dağıldılar.
Ev tenhalaşmıştı. Sadece teyzemler, halamlar ve amcamlar vardı. Beni içeri davet ettiler.
Söze amcam başladı.
- Selin, bu üzücü olayların yaşanmasını hiçbirimiz istemezdik ama olan oldu. Konuşmamız gereken bir takım konular var.
- Bensiz halletseniz olmaz mı?
- Kendi ilgilenebileceğimiz kısmını hallettik. Resmi evraklar tamamlandı fakat malvarlıkları senin üzerine yapılamıyor reşit olmadığın için. Ve artık burada tek başına da kalamazsın.
- Birinin yanında kalmalısın, dedi teyzem.
Hepsine teker teker baktım.
Amcam Kayseri'de, halamlar Sivas'ta, teyzem ise Ankara'da yaşıyor. Başka bir şehre anne babam olmadan taşınma fikri midemi bulandırdı.
- Buradan ayrılamam. Benim burada bir hayatım var.
- Ama biz de burada daha fazla kalamayız. İzinlerimiz bitiyor.
- Ben tek kalabilirim.
- Mümkünatı yok. Ne o kimsesiz gibi.
- Öyle değil miyim?
- Hayatım anlıyoruz seni ama bir seçim yapmalısın.
- Burada kalıyorum. Bunu değiştiremem. Ve her ne kadar yakınlarım olsanız da, kendi evimin rahatlığını bulamam. Bir şekilde yaşamalıyım bununla.
- Peki, bunu bir düşün. Acele etmene gerek yok.
Buradan ayrılmam demek, daha kötü bir ruh halinin içine düşmem demek. Arkadaşlarım olmadan, Eren, Hazel, Alp olmadan nasıl atlatırım bunu bilmem.
Hiçkimse beni anlamadığı gibi, başlarına kaldığım için de oldukça üzgünler.
Zaten sabah erkenden kalktım okula gitmek için. O ortamda kalmak daha kötü.
***
Conconistanda fazla yayılmamıştı haber. Sadece gruptakiler biliyordu. En azından rahatsız edici bakışların odağı olmadım. Sabah okulda Eren ve Özgür'ü sessiz sessiz bir şeyler konuşurken gördüm. Özgür de sanırım Eren'den hoşlanıyor. Alp henüz gelmemişti. Müzik odasında Hazel'le sohbet ederken Alper geldi.
- Selin, başın sağolsun. Evinize gelmek istedim ama beni görmek istemezdin sanırım ve sanırım Alp de oradaydı. Her şeyi tekrar mahvetmek istemedim.
- Teşekkür ederim, düşünmen yeterli.
- Eğer bir şeye ihtiyacın olursa ben buradayım. Ve geçen gün bahçede olanlar için çok üzgünüm. Biraz sinirliydim. Başka bir olaya.
- Oldu bitti. Konuşmamıza gerek yok artık.
- Peki o zaman, sonra görüşürüz.
Alper kendi iradesiyle bu raddeye getirdiği olayların acısını çekiyor. Ama maalesef oturup acısıyla uğraşamayacağım.
Müzik hocası provaların bitiminde, bir hafta sonra konser olduğunu söyledi. Kostümler kararlaştırıldı, ertesi gün görüşmek üzere okuldan çıkıldı.
Eve ne kadar geç gidersem o kadar iyi düşüncesi vardı bende. Alp'le bir kafeye gittik. Sohbet ettik. Basit konulardan. İki arkadaş gibi. Konserden bahsederken ''Seni Seviyorum'' demesiyse biraz şaşırttı tabii. İlk defa duymuştum ondan. Heyecan vericiydi. Söyleyebileceğim en zeki şeyi söyledim.
- Gerçekten mi?
Güldü. Sanırım kararı o sorudan sonra değişti.
- Aslında o biraz tesadüfen oldu. Yani eve gelmişti, Alp'i almak için. Ben de uyuyolar falan dedim. Oturduk konuşuyoduk sizi beklerken. Netbook'tan anime izlediğimi gördü, animelerden konu açıldı. O da animelere hayranmış. Basiliski izliyormuş şu an.
Ben de dedim ki, ''Sanırım yakınlarda bir zamanda anime ve çizgi roman festivali olacak.'' Gözleri parladı tabii. Gitmeyi çok isterim, birlikte gidebilir miyiz olaylarına girdi. Numarasını verdi, mutlaka görüşelim bu konuyu dedi. Hayır diyemedim.
Güldü.
- Pes doğrusu. Bu kadar şansta fazla. Çocuğun gözüne girmişsin ilk konuşmada.
- Buna da zeka diyorlar işte cicim.
- Neye zeka deniyormuş bakalım?
- Selam Hazel. bugün hayatımın aşkıyla tanıştım da onu anlatıyordum. Özgür.
Olayların ikinci baskısını da dinledim ve evlerine dağıldılar.
Ev tenhalaşmıştı. Sadece teyzemler, halamlar ve amcamlar vardı. Beni içeri davet ettiler.
Söze amcam başladı.
- Selin, bu üzücü olayların yaşanmasını hiçbirimiz istemezdik ama olan oldu. Konuşmamız gereken bir takım konular var.
- Bensiz halletseniz olmaz mı?
- Kendi ilgilenebileceğimiz kısmını hallettik. Resmi evraklar tamamlandı fakat malvarlıkları senin üzerine yapılamıyor reşit olmadığın için. Ve artık burada tek başına da kalamazsın.
- Birinin yanında kalmalısın, dedi teyzem.
Hepsine teker teker baktım.
Amcam Kayseri'de, halamlar Sivas'ta, teyzem ise Ankara'da yaşıyor. Başka bir şehre anne babam olmadan taşınma fikri midemi bulandırdı.
- Buradan ayrılamam. Benim burada bir hayatım var.
- Ama biz de burada daha fazla kalamayız. İzinlerimiz bitiyor.
- Ben tek kalabilirim.
- Mümkünatı yok. Ne o kimsesiz gibi.
- Öyle değil miyim?
- Hayatım anlıyoruz seni ama bir seçim yapmalısın.
- Burada kalıyorum. Bunu değiştiremem. Ve her ne kadar yakınlarım olsanız da, kendi evimin rahatlığını bulamam. Bir şekilde yaşamalıyım bununla.
- Peki, bunu bir düşün. Acele etmene gerek yok.
Buradan ayrılmam demek, daha kötü bir ruh halinin içine düşmem demek. Arkadaşlarım olmadan, Eren, Hazel, Alp olmadan nasıl atlatırım bunu bilmem.
Hiçkimse beni anlamadığı gibi, başlarına kaldığım için de oldukça üzgünler.
Zaten sabah erkenden kalktım okula gitmek için. O ortamda kalmak daha kötü.
***
Conconistanda fazla yayılmamıştı haber. Sadece gruptakiler biliyordu. En azından rahatsız edici bakışların odağı olmadım. Sabah okulda Eren ve Özgür'ü sessiz sessiz bir şeyler konuşurken gördüm. Özgür de sanırım Eren'den hoşlanıyor. Alp henüz gelmemişti. Müzik odasında Hazel'le sohbet ederken Alper geldi.
- Selin, başın sağolsun. Evinize gelmek istedim ama beni görmek istemezdin sanırım ve sanırım Alp de oradaydı. Her şeyi tekrar mahvetmek istemedim.
- Teşekkür ederim, düşünmen yeterli.
- Eğer bir şeye ihtiyacın olursa ben buradayım. Ve geçen gün bahçede olanlar için çok üzgünüm. Biraz sinirliydim. Başka bir olaya.
- Oldu bitti. Konuşmamıza gerek yok artık.
- Peki o zaman, sonra görüşürüz.
Alper kendi iradesiyle bu raddeye getirdiği olayların acısını çekiyor. Ama maalesef oturup acısıyla uğraşamayacağım.
Müzik hocası provaların bitiminde, bir hafta sonra konser olduğunu söyledi. Kostümler kararlaştırıldı, ertesi gün görüşmek üzere okuldan çıkıldı.
Eve ne kadar geç gidersem o kadar iyi düşüncesi vardı bende. Alp'le bir kafeye gittik. Sohbet ettik. Basit konulardan. İki arkadaş gibi. Konserden bahsederken ''Seni Seviyorum'' demesiyse biraz şaşırttı tabii. İlk defa duymuştum ondan. Heyecan vericiydi. Söyleyebileceğim en zeki şeyi söyledim.
- Gerçekten mi?
Güldü. Sanırım kararı o sorudan sonra değişti.
08 Aralık, 2010
Dipteyim sondayım depresyondayım
Konuşmadık Hazel'le. Sadece ben ağladım, o sarıldı. Eren de saçlarımı okşadı.
Hazel'le aramızdaki sorun böylece son buldu. Tabii eğer onunla konuşmazsam içimde kalır. Sahi, Alp nerede?
Salak falanım galiba. Durumuma bak. Ama buna rağmen ben beni zerre takmayan bir adamın yanımda olmasını istiyorum. Hah. Tam bir ucubikten beklenecek türden bir iş.
Lakin kalbim temizmiş a dostlar.
Öğlen, cenaze evin önüne getirildiğinde aşağıya indim Eren ve Hazel'le. Yüzlerini son kez gösterdiler.
Beklediğim manzara değildi gördüklerim. Derler ya, uyuyor gibiydi diye ölüler hakkında. Öyle değildi annem ve babam. Öyle uyumazlar biliyorum. Ölmüşlerdi. Çok belliydi. Acı çekerek hem de...
Bütün günümü birilerinin omzunda ağlayarak geçirmiştim. Kişinin kim olduğununsa önemi bir süreden sonra kalmıyordu. Yüzlerindeki acı dolu ifadeyi gördükten sonra karşıma ilk çıkan kişiye sarılıp dengemi sağlamaya çalıştım. Sıkıca tuttu beni. Hissettim o zaman Alp olduğunu. Üst üste gelen tüm o olaylara ağladım. Ağlayarak uyudum yanımda Alp'le. O zaman her şey biraz daha katlanılabilir görünmüştü.
Uyandığımda Alp hala yanımdaydı. Yalnızdık odada. Başka bir zaman olsa, buna sevinebilirdim. Yine de, kendimi biraz daha iyi hissetmemi sağlamıştı.
- Teşekkür ederim geldiğin için.
- Şu anda başka bir yerde olmam düşünülemez.
- Provalar aksıyor.
- Sorun etme. Senin öğretmenlerin ve bizim müzik öğretmenimiz de bugün buradaydı. Hepsi anlayışlı insanlar.
- Bu durumdan nefret ediyorum.
- Hangi durumdan?
- Herkes bana acıyor. Ben kötü bir durumda değilim. Yaşayabilirim.
- Bunu herkes biliyor. Sen güçlü birisin. İstediğin zaman her şeyi yapabilirsin.
Ve sana bir sır vereyim, benden daha iyisin bu konuda. Sana çelenk gönderemezdim.
Gülümsedim. Kapı açıldı ve içeri tanımadığım birisi girdi. Arkasında da Eren. Eren'in yüzüne baktığımda bastırmaya çalıştığı sevinç ve heyecanı görebiliyordum.
'Stranger' konuşmaya başladı.
- Selin, başın sağolsun, zor bir durum fakat çok özür dileyerek Alp'i dışarı çıkarmak istiyorum. Kardeşinin doğum günü partisine katılması gerekiyor.
- Tabii. İyi eğlenceler.
- Gitmek istemiyorum ama, koca kafalı Cansu bir yıl rahat bırakmaz beni. Yarın okuldan sonra mutlaka gelirim. Hoşçakal.
- Eğlenmene bak. Ben öyle yapıyorum.
İroniye gülümsedim ama o pek komik bulmadı.
Eren'se bulduğu her saniyede kıkırdıyordu. Bir şeyler döndüğü belliydi.
Stranger Eren'e ''Tanıştığıma çok memnun oldum Eren. Görüşürüz.'' dedi, gülümsedi, Eren eridi, onları yolcu etti ve yanıma geldi.
Hiçbir şey yokmuş gibi yanımda oturuyordu. Görgülü bir kız biliyorum ama anlatmak için can atıyordu. Doğrusu ben de öğrenmek istiyordum.
- Dökül bakalım Eren.
- Bahsettiğim çocuk oydu. Hayatımı kurtaran. Animelere hayran. Bizden bir yaş büyük. Adı Özgür. Sanırım aşık oldum.
- Teker teker anlat şunları. Nasıl bu kadar çok şey öğrendin!?
- Buna aşk deniyor cicim.
Hazel'le aramızdaki sorun böylece son buldu. Tabii eğer onunla konuşmazsam içimde kalır. Sahi, Alp nerede?
Salak falanım galiba. Durumuma bak. Ama buna rağmen ben beni zerre takmayan bir adamın yanımda olmasını istiyorum. Hah. Tam bir ucubikten beklenecek türden bir iş.
Lakin kalbim temizmiş a dostlar.
Öğlen, cenaze evin önüne getirildiğinde aşağıya indim Eren ve Hazel'le. Yüzlerini son kez gösterdiler.
Beklediğim manzara değildi gördüklerim. Derler ya, uyuyor gibiydi diye ölüler hakkında. Öyle değildi annem ve babam. Öyle uyumazlar biliyorum. Ölmüşlerdi. Çok belliydi. Acı çekerek hem de...
Bütün günümü birilerinin omzunda ağlayarak geçirmiştim. Kişinin kim olduğununsa önemi bir süreden sonra kalmıyordu. Yüzlerindeki acı dolu ifadeyi gördükten sonra karşıma ilk çıkan kişiye sarılıp dengemi sağlamaya çalıştım. Sıkıca tuttu beni. Hissettim o zaman Alp olduğunu. Üst üste gelen tüm o olaylara ağladım. Ağlayarak uyudum yanımda Alp'le. O zaman her şey biraz daha katlanılabilir görünmüştü.
Uyandığımda Alp hala yanımdaydı. Yalnızdık odada. Başka bir zaman olsa, buna sevinebilirdim. Yine de, kendimi biraz daha iyi hissetmemi sağlamıştı.
- Teşekkür ederim geldiğin için.
- Şu anda başka bir yerde olmam düşünülemez.
- Provalar aksıyor.
- Sorun etme. Senin öğretmenlerin ve bizim müzik öğretmenimiz de bugün buradaydı. Hepsi anlayışlı insanlar.
- Bu durumdan nefret ediyorum.
- Hangi durumdan?
- Herkes bana acıyor. Ben kötü bir durumda değilim. Yaşayabilirim.
- Bunu herkes biliyor. Sen güçlü birisin. İstediğin zaman her şeyi yapabilirsin.
Ve sana bir sır vereyim, benden daha iyisin bu konuda. Sana çelenk gönderemezdim.
Gülümsedim. Kapı açıldı ve içeri tanımadığım birisi girdi. Arkasında da Eren. Eren'in yüzüne baktığımda bastırmaya çalıştığı sevinç ve heyecanı görebiliyordum.
'Stranger' konuşmaya başladı.
- Selin, başın sağolsun, zor bir durum fakat çok özür dileyerek Alp'i dışarı çıkarmak istiyorum. Kardeşinin doğum günü partisine katılması gerekiyor.
- Tabii. İyi eğlenceler.
- Gitmek istemiyorum ama, koca kafalı Cansu bir yıl rahat bırakmaz beni. Yarın okuldan sonra mutlaka gelirim. Hoşçakal.
- Eğlenmene bak. Ben öyle yapıyorum.
İroniye gülümsedim ama o pek komik bulmadı.
Eren'se bulduğu her saniyede kıkırdıyordu. Bir şeyler döndüğü belliydi.
Stranger Eren'e ''Tanıştığıma çok memnun oldum Eren. Görüşürüz.'' dedi, gülümsedi, Eren eridi, onları yolcu etti ve yanıma geldi.
Hiçbir şey yokmuş gibi yanımda oturuyordu. Görgülü bir kız biliyorum ama anlatmak için can atıyordu. Doğrusu ben de öğrenmek istiyordum.
- Dökül bakalım Eren.
- Bahsettiğim çocuk oydu. Hayatımı kurtaran. Animelere hayran. Bizden bir yaş büyük. Adı Özgür. Sanırım aşık oldum.
- Teker teker anlat şunları. Nasıl bu kadar çok şey öğrendin!?
- Buna aşk deniyor cicim.
07 Aralık, 2010
Big girls don't cry.
Defalarca doğum günümü kutladığımız, bizim için özel olan tüm o günlere şahitlik eden evimiz bu sefer cenaze eviydi. Ev sahiplerinden bir tek ben vardım yaşayan. İçeri girdim. Yanımda Eren, Ayşegül, teyzemler vardı. Tüm odalar tıklım tıklım doluydu. Komşular, annemin iş arkadaşları, babamın iş arkadaşları... Odama gittim.
Beni teselli eden tüm o sözleri duymuyor, sadece ağlıyordum. Ağlamaktan gözlerim acıyordu fakat içimden başka bir şey gelmiyordu. Bir daha bir ailem olmayacağını bilmek, anne ve babamın bir daha beni desteklemeyeceğini, benimle mutlu olmayacağını bilmekti beni üzen.
Tüm o teselliler, acımalar altında nasıl uyudum bilmiyorum. Uyumuştum. Uyandığımda başım ağrıyordu. Ne olduğunu anlayamadım önce. Okula gitmek için kalktım, odadaki kalabalığı gördüm. Eren, koltukta sessizce oturuyordu. Teyzem kanepeye uzanmıştı. Valizler, ıvır zıvırlar vardı.
Hatırladım. Bunlar sadece filmlerde olur sanırdım.
Eren de benimle uyandı. Saat 5'ti. Dışarıyı işaret ettim. Evin durumu felaketti. Halamlar, amcamlar ve bazı yakın komşular evin bir yerlerinde sessizce oturuyorlardı. Onlara görünmeden mutfak balkonuna çıkmayı başardık. Eren'e neler olduğunu sordum.
- Akşam annemlerden izin aldım burada kalmak için. Gelmek istediler ama iyi olmadığını söyledim. Bugün cenazeye gelecekler.
- Evin önünde mi toplanılacak?
- Bunları düşünme. Haber verilir bize.
- Git uyu biraz. Uykusuz kaldın. Ben biraz oturacağım.
- Seni burada bırakamam.
- Gitmezsen midemi kusarım.
- İğrençsin Selin. Gidiyorum.
Eren'i uyumaya göndermiştim ama, kendi kendime ne yapacağımı da bilmiyordum. Balkonda sokağın yavaş yavaş dolmasını izledim. Teyzem beni bulana kadar.
Acı çekmemi mi istiyorlardı, bilmiyorum. Tüm o kalabalığın içine götürdüler beni. Taziyeleri kabul etmem gerekiyormuş. Sakin sakin oturan tüm o insanların beni görünce ağlamaya başlaması kadar yapmacık bir sahne daha görmedim. Herkes kendine ağlıyordu, beni ise rahat bırakmıyorlardı. Herkes teker teker sarıldı, kaderime ağladı. Sanki çok umurlarındaymış gibi.
Uyuduğumda rahatlamış olmam, bağırış, çığırış ağıtlarla son buldu. Sanırım krize girmiştim. En son bana sarılan kişiyi, saçlarından tanımıştım.
Hazel, gözyaşlarım yüzünden sırılsıklam olmaya başlamış okul kıyafetiyle yanımdaydı.
Beni teselli eden tüm o sözleri duymuyor, sadece ağlıyordum. Ağlamaktan gözlerim acıyordu fakat içimden başka bir şey gelmiyordu. Bir daha bir ailem olmayacağını bilmek, anne ve babamın bir daha beni desteklemeyeceğini, benimle mutlu olmayacağını bilmekti beni üzen.
Tüm o teselliler, acımalar altında nasıl uyudum bilmiyorum. Uyumuştum. Uyandığımda başım ağrıyordu. Ne olduğunu anlayamadım önce. Okula gitmek için kalktım, odadaki kalabalığı gördüm. Eren, koltukta sessizce oturuyordu. Teyzem kanepeye uzanmıştı. Valizler, ıvır zıvırlar vardı.
Hatırladım. Bunlar sadece filmlerde olur sanırdım.
Eren de benimle uyandı. Saat 5'ti. Dışarıyı işaret ettim. Evin durumu felaketti. Halamlar, amcamlar ve bazı yakın komşular evin bir yerlerinde sessizce oturuyorlardı. Onlara görünmeden mutfak balkonuna çıkmayı başardık. Eren'e neler olduğunu sordum.
- Akşam annemlerden izin aldım burada kalmak için. Gelmek istediler ama iyi olmadığını söyledim. Bugün cenazeye gelecekler.
- Evin önünde mi toplanılacak?
- Bunları düşünme. Haber verilir bize.
- Git uyu biraz. Uykusuz kaldın. Ben biraz oturacağım.
- Seni burada bırakamam.
- Gitmezsen midemi kusarım.
- İğrençsin Selin. Gidiyorum.
Eren'i uyumaya göndermiştim ama, kendi kendime ne yapacağımı da bilmiyordum. Balkonda sokağın yavaş yavaş dolmasını izledim. Teyzem beni bulana kadar.
Acı çekmemi mi istiyorlardı, bilmiyorum. Tüm o kalabalığın içine götürdüler beni. Taziyeleri kabul etmem gerekiyormuş. Sakin sakin oturan tüm o insanların beni görünce ağlamaya başlaması kadar yapmacık bir sahne daha görmedim. Herkes kendine ağlıyordu, beni ise rahat bırakmıyorlardı. Herkes teker teker sarıldı, kaderime ağladı. Sanki çok umurlarındaymış gibi.
Uyuduğumda rahatlamış olmam, bağırış, çığırış ağıtlarla son buldu. Sanırım krize girmiştim. En son bana sarılan kişiyi, saçlarından tanımıştım.
Hazel, gözyaşlarım yüzünden sırılsıklam olmaya başlamış okul kıyafetiyle yanımdaydı.
06 Aralık, 2010
Son
Molada Eren'le kantine gittik. Alp dersten henüz çıkmamıştı. Döndüğümdeyse boş olan müzik odasında ayaktaydı Alp ve Hazel. Yalnızlardı. Alp'in eli Hazel'in saçlarındaydı. Ben de çok memnun oldum bu tesadüfe diyordu. Beni gördüler. Sanırım patlıcan moruna dönen rengim endişelendirdi. Bir an çıkıp gitmeyi düşündüm sonra yanlarına gittim.
- Ne oluyor burada?
- Bir şey olduğu yok.
- Öyle mi Hazel hanım. Bu ne 'tesadüf'. Sevgilimden hoşlanmanı kastediyorum.
- Selin saçmalama.
- Saçmalayan benim, öyle mi Alp?
- Dinlemiyorsun çünkü sorun o.
Konuşmamız gruptakilerin toplanmasıyla son buldu. Memnun oldum. Hocadan, karnım ağrıdığı gerekçesiyle izin aldım ve kantine gittim. Kendimi çok kötü hissediyordum.
Aldatılmış gibi...
Birkaç dakika sonra Alp de yanıma geldi.
- Nasıl çıktın, dedim.
- Seni sevdiğimi, yanında olabilmek uğruna müzik dersimin zayıf gelmesini göze aldığımı, izin vermese de bu dersten çıkacağımı söyledim hocaya. İzin verdi tabii.
- Çıkabilir miyim desen de izin verirdi.
- Ama etkileyici olmazdı.
- Peki niye geldin?
- Yanında olmak istediğim için. İstersen konuşmayalım. Durayım burada öyle.
- Eminim Hazel çok üzülmüştür.
- Selin Hazel senin en yakın arkadaşın.
- Ah, nasıl unuttum. O benim en yakın arkadaşım ya, kendini ona da yakın hissettin değil mi?
- Hayır. Başka bir konuyu konuşuyorduk o zaman.
- Konuyu söylemezsin sanırım.
- Elimde olsa çok isterdim ama...
- Alper kalbimi nasıl kırdı biliyorsun. Belki beni çok fazla etkilemedi, ama bunun nedeni senin olmandı. Güven veriyordun bana. Sanki sen olursan sorun olmazmış bu okulla ilgili sorunlar gibi geliyordu. Ama sizi öyle gördüğümde... Bilmiyorum, başka bir kızın sana bir şeyler hissettirebilmesinin verdiği acıyı nasıl anlatabilirim hiç bilmiyorum.
- Seni anlıyorum. Aynı korkuları paylaşıyoruz. İçimde kötü bir his var.
- Ben buradayım ama.
- Emin olamıyorum.
Kainat işaretlerle dolu. Bu konuşmanın üzerine telefonum çaldı. Arayan teyzemin kızı Ayşegül'dü.
- Naber kuzen?
- Selin annenler nerede?
- Yolda sanırım dün Ankara'da seminerleri vardı.
- Sen neredesin?
- Conconların orada.
Burada Alp'in gözleri faltaşı gibi açıldı, pot kırmanın mahçupluğuyla gülümsedim.
- Geliyorum. Beni bekle Selin. dedi.
Neler olduğunu sormaya fırsat kalmadan telefonu kapattı.
Alp'e kırgındım fakat aynı zamanda ona ihtiyacım vardı. Birlikte Ayşegül'ü beklemeye başladık.
Yavaş yavaş geldi. Endişeliydi.
- Meraktan çatladım Ayşe. Ne oldu?
- Selin bu haber nasıl verilir bilmiyorum.
- Hangi haber?
- Ankara yolunda kaza olmuş.
- Ayşe ne biliyorsan çabuk söyle. Hangi hastanedeler?
- Hastahanede değiller.
Salağa yatmayı istedim o anda. Anlamamış olmayı. Belki de şu anda morgda olan annemden hiç doğmamayı... Babamın genlerini taşımamayı...
Çok şey istedim ama hiçbiri gerçekleşmedi.
Ayşegül'e sarılmıştım. Ağlıyordum. Hıçkıra hıçkıra. Konuşamıyordum.
Alp olanları izliyordu. Sanırım şoktaydı o da.
''Gidelim Ayşe. Neredeler?'' dedim.
- Ben de geliyorum. dedi Alp.
Karşı çıkmadım. Yanımda olmasını istiyordum. Alp müzik odasından eşyalarımı aldı. Sanırım herkes bana acıyordu. Düşünmemeye çalıştım. Teyzemler bizi almaya geldi. Evimize gittik. Annem ve Babamla son bir gece geçireceğim o eve...
- Ne oluyor burada?
- Bir şey olduğu yok.
- Öyle mi Hazel hanım. Bu ne 'tesadüf'. Sevgilimden hoşlanmanı kastediyorum.
- Selin saçmalama.
- Saçmalayan benim, öyle mi Alp?
- Dinlemiyorsun çünkü sorun o.
Konuşmamız gruptakilerin toplanmasıyla son buldu. Memnun oldum. Hocadan, karnım ağrıdığı gerekçesiyle izin aldım ve kantine gittim. Kendimi çok kötü hissediyordum.
Aldatılmış gibi...
Birkaç dakika sonra Alp de yanıma geldi.
- Nasıl çıktın, dedim.
- Seni sevdiğimi, yanında olabilmek uğruna müzik dersimin zayıf gelmesini göze aldığımı, izin vermese de bu dersten çıkacağımı söyledim hocaya. İzin verdi tabii.
- Çıkabilir miyim desen de izin verirdi.
- Ama etkileyici olmazdı.
- Peki niye geldin?
- Yanında olmak istediğim için. İstersen konuşmayalım. Durayım burada öyle.
- Eminim Hazel çok üzülmüştür.
- Selin Hazel senin en yakın arkadaşın.
- Ah, nasıl unuttum. O benim en yakın arkadaşım ya, kendini ona da yakın hissettin değil mi?
- Hayır. Başka bir konuyu konuşuyorduk o zaman.
- Konuyu söylemezsin sanırım.
- Elimde olsa çok isterdim ama...
- Alper kalbimi nasıl kırdı biliyorsun. Belki beni çok fazla etkilemedi, ama bunun nedeni senin olmandı. Güven veriyordun bana. Sanki sen olursan sorun olmazmış bu okulla ilgili sorunlar gibi geliyordu. Ama sizi öyle gördüğümde... Bilmiyorum, başka bir kızın sana bir şeyler hissettirebilmesinin verdiği acıyı nasıl anlatabilirim hiç bilmiyorum.
- Seni anlıyorum. Aynı korkuları paylaşıyoruz. İçimde kötü bir his var.
- Ben buradayım ama.
- Emin olamıyorum.
Kainat işaretlerle dolu. Bu konuşmanın üzerine telefonum çaldı. Arayan teyzemin kızı Ayşegül'dü.
- Naber kuzen?
- Selin annenler nerede?
- Yolda sanırım dün Ankara'da seminerleri vardı.
- Sen neredesin?
- Conconların orada.
Burada Alp'in gözleri faltaşı gibi açıldı, pot kırmanın mahçupluğuyla gülümsedim.
- Geliyorum. Beni bekle Selin. dedi.
Neler olduğunu sormaya fırsat kalmadan telefonu kapattı.
Alp'e kırgındım fakat aynı zamanda ona ihtiyacım vardı. Birlikte Ayşegül'ü beklemeye başladık.
Yavaş yavaş geldi. Endişeliydi.
- Meraktan çatladım Ayşe. Ne oldu?
- Selin bu haber nasıl verilir bilmiyorum.
- Hangi haber?
- Ankara yolunda kaza olmuş.
- Ayşe ne biliyorsan çabuk söyle. Hangi hastanedeler?
- Hastahanede değiller.
Salağa yatmayı istedim o anda. Anlamamış olmayı. Belki de şu anda morgda olan annemden hiç doğmamayı... Babamın genlerini taşımamayı...
Çok şey istedim ama hiçbiri gerçekleşmedi.
Ayşegül'e sarılmıştım. Ağlıyordum. Hıçkıra hıçkıra. Konuşamıyordum.
Alp olanları izliyordu. Sanırım şoktaydı o da.
''Gidelim Ayşe. Neredeler?'' dedim.
- Ben de geliyorum. dedi Alp.
Karşı çıkmadım. Yanımda olmasını istiyordum. Alp müzik odasından eşyalarımı aldı. Sanırım herkes bana acıyordu. Düşünmemeye çalıştım. Teyzemler bizi almaya geldi. Evimize gittik. Annem ve Babamla son bir gece geçireceğim o eve...
Sürtükleşme tamamlandı
Sabah uyandığımda bir robotun gözlerinin önünden bu yazı geçtiğinden eminim.
Sürtük
Adı Selin
16 yaşında
öpüşmediği erkekler: bulunamadı
salaklık derecesi 150 IQ eşiti.
Evet yani böyle mimlendim Tanrı'nın gözünde. Haksız da değil hani. En yakın arkadaşların önce birinden hoşlandım, yüz bulamadım diğerine sardım. Onunla çıkıyorum, ama ilkini seviyorum ama sanırım o da beni seviyor.
Biriyle öpüştükten birkaç dakika sonra diğeriyle öpüştüm.
Fahişelere bile teker teker geliyor ulan.
Yine bir haltlar yiyeceğimin farkında olarak okula gittim. Okula derken, conconistana. Sanırım kaydımı oraya aldırmalıyım.
Okulda Hazel ve Alp bahçede oturmuş gülüşüyorlardı. Hazel -en yakın arkadaşım-, Alp - sanırım hoşlandığım çocuk- bankta oturmuş gülüşüyorlardı. Evet bildiğiniz gülüşüyorlardı. Bozuntuya vermemek için yanlarına gittim.
- Selam.
Sessizlik oldu. Kıllandım tabi. Sonunda Hazel lütfetti.
- Merhaba Selin. Biz de senden bahsediyorduk.
- Bu kadar gülünecek ne özelliğim varmış merak ettim doğrusu.
Tekrar kahkahalarına başladılar.
- Hadi ama Selin, buna sevinmelisin.
- Maskara olduğuma mı?
- Şaka yapıyorsun sanırım?
- Tabii ki. Biriniz sevgilim, diğeriniz en yakın arkadaşım, şaka yapayım dedim.
Gülümsemeye çalıştım. Yapmacık durdu.
Tanrım ben ne kadar salak oldum. Oturup konuşuyorlar diye kıskanıyorum. Sanırım Alp'i kaybetmek istemiyorum. Korkularım yersiz değil. Kaybettiklerim yeter de artar bile.
Sınıfa gidiyorum diyerek yanlarından ayrıldım. Eren müzik odasındaydı.
- Selin sana bir şey anlatmalıyım! Bugün ne olduğuna inanamayacaksın!
- Ne oldu?
- Hayatımın aşkıyla tanıştım!
- Ne!? Nasıl yani? Baştan başla şunu anlatmaya.
- Bak şimdi. Kapıdan içeri tam girerken kapı üzerime doğru kapanmaya başladı. Elimde Keman kutusu olduğu için tutamadım ben de ve o anda o kapıyı o güçlü kollarıyla tuttu ve benim ezilmeme engel oldu.
- Eren. Bunu benden öğrenmeni istemezdim ama o kapı tahta.
- Olabilir ciddi bir tehlikeye maruz kalabilirdim. Ve sonra sohbet ettik.
- Hadi canım! Bu kadar çabuk mu? Ne konuştunuz?
- Teşekkür ederim dedim. Rica ederim dedi ve gülümsedi.
- Buna sohbet mi diyorsun?
- Evet biraz kısa ama başlangıç için ideal. Selin sanırım aşık oluyorum.
- İyi de, kim bu çocuk?
- Bilmiyorum. Hiç bilmiyorum. Bu okuldan ama sınıfı ne, adı ne hiçbir fikrim yok. Acaba o da animelerden hoşlanır mı?
Sanırım söylemeyi unuttum. Eren bir anime manyağı. Onu bir animenin içine hapsetsem, bana tüm servetini verir.
- Neyse Eren, öğreniriz Alp'ten.
- Sahi, Alp nerede? Hazel'le napıyolar? Ben geldiğimden beri konuşuyorlar.
- Hiçbir fikrim yok.
Alper içeri girdi. Eren'e göz kırptı ve günaydın dedi. Salak ya. Kıskanacağımı düşünüyor. Gerçi öyle. Kıskanmadım değil. Ya ben napıyorum!
En sonunda, Alp ve Hazel içeri girdiler. Yine o şuh kahkahalarıyla. ''Bunu sonra konuşacağız.'' dedi Hazel Alp'e.
''Bunu sonra konuşacağız.'' dedim Hazel'e. Ama içimden.
Sürtük
Adı Selin
16 yaşında
öpüşmediği erkekler: bulunamadı
salaklık derecesi 150 IQ eşiti.
Evet yani böyle mimlendim Tanrı'nın gözünde. Haksız da değil hani. En yakın arkadaşların önce birinden hoşlandım, yüz bulamadım diğerine sardım. Onunla çıkıyorum, ama ilkini seviyorum ama sanırım o da beni seviyor.
Biriyle öpüştükten birkaç dakika sonra diğeriyle öpüştüm.
Fahişelere bile teker teker geliyor ulan.
Yine bir haltlar yiyeceğimin farkında olarak okula gittim. Okula derken, conconistana. Sanırım kaydımı oraya aldırmalıyım.
Okulda Hazel ve Alp bahçede oturmuş gülüşüyorlardı. Hazel -en yakın arkadaşım-, Alp - sanırım hoşlandığım çocuk- bankta oturmuş gülüşüyorlardı. Evet bildiğiniz gülüşüyorlardı. Bozuntuya vermemek için yanlarına gittim.
- Selam.
Sessizlik oldu. Kıllandım tabi. Sonunda Hazel lütfetti.
- Merhaba Selin. Biz de senden bahsediyorduk.
- Bu kadar gülünecek ne özelliğim varmış merak ettim doğrusu.
Tekrar kahkahalarına başladılar.
- Hadi ama Selin, buna sevinmelisin.
- Maskara olduğuma mı?
- Şaka yapıyorsun sanırım?
- Tabii ki. Biriniz sevgilim, diğeriniz en yakın arkadaşım, şaka yapayım dedim.
Gülümsemeye çalıştım. Yapmacık durdu.
Tanrım ben ne kadar salak oldum. Oturup konuşuyorlar diye kıskanıyorum. Sanırım Alp'i kaybetmek istemiyorum. Korkularım yersiz değil. Kaybettiklerim yeter de artar bile.
Sınıfa gidiyorum diyerek yanlarından ayrıldım. Eren müzik odasındaydı.
- Selin sana bir şey anlatmalıyım! Bugün ne olduğuna inanamayacaksın!
- Ne oldu?
- Hayatımın aşkıyla tanıştım!
- Ne!? Nasıl yani? Baştan başla şunu anlatmaya.
- Bak şimdi. Kapıdan içeri tam girerken kapı üzerime doğru kapanmaya başladı. Elimde Keman kutusu olduğu için tutamadım ben de ve o anda o kapıyı o güçlü kollarıyla tuttu ve benim ezilmeme engel oldu.
- Eren. Bunu benden öğrenmeni istemezdim ama o kapı tahta.
- Olabilir ciddi bir tehlikeye maruz kalabilirdim. Ve sonra sohbet ettik.
- Hadi canım! Bu kadar çabuk mu? Ne konuştunuz?
- Teşekkür ederim dedim. Rica ederim dedi ve gülümsedi.
- Buna sohbet mi diyorsun?
- Evet biraz kısa ama başlangıç için ideal. Selin sanırım aşık oluyorum.
- İyi de, kim bu çocuk?
- Bilmiyorum. Hiç bilmiyorum. Bu okuldan ama sınıfı ne, adı ne hiçbir fikrim yok. Acaba o da animelerden hoşlanır mı?
Sanırım söylemeyi unuttum. Eren bir anime manyağı. Onu bir animenin içine hapsetsem, bana tüm servetini verir.
- Neyse Eren, öğreniriz Alp'ten.
- Sahi, Alp nerede? Hazel'le napıyolar? Ben geldiğimden beri konuşuyorlar.
- Hiçbir fikrim yok.
Alper içeri girdi. Eren'e göz kırptı ve günaydın dedi. Salak ya. Kıskanacağımı düşünüyor. Gerçi öyle. Kıskanmadım değil. Ya ben napıyorum!
En sonunda, Alp ve Hazel içeri girdiler. Yine o şuh kahkahalarıyla. ''Bunu sonra konuşacağız.'' dedi Hazel Alp'e.
''Bunu sonra konuşacağız.'' dedim Hazel'e. Ama içimden.
05 Aralık, 2010
Sen bir sürtüksün Selin. Evet öylesin tatlım.
''Biliyorsunuz zaten olayı.'' dedim. Demez olaydım. Şakaydı yahu.
- Öyle mii? Gördün mü Eren biliyormuşuz. Ulan daha bir haftadır tanıdığın herifle yiyişiyorsun, soru sorunca biz suçlu oluyoruz.
- Ne yani benim ahlakımı mı sorguluyoruz?
- Evet. Rahibe Teresa olarak olaya el koyuyorum. Töbe ya. Eren bir şey söyle vallahi elimden bir kaza çıkıcak.
- Tamam sakin olun. Anlat bakalım şimdi. Bu çocukla ne durumdasınız?
- Hiiç takılıyoruz.
- Ben de en yakın arkadaşımla takılıyorum ama öpüşmüyorum hanımefendi.
- Hazel bir olaya karışma sen. Takılıyoruz derken, Alper'le kıyasla.
- Alper şey gibi, hani lisedeyken üniversiteden bir sevgilin olur ve beklentilerini asla karşılayamayacağını bilirsin ya, öyle. Ama Alp'le tek amacımız sinemada en arkadan bilet bulabilip öpüşmek gibi. Daha rahatım. Daha masum duygular içindeyiz. Mesela beni öpen taraf o değildi.
- Oha, bir de sen ilk adımı attın yani. Abi ben daha bir şey söylemiyorum bu kıza.
- Mesele o değil, o benim yanımda olacağını hissettirdi. Güven veriyor. Alper beni her durumda üzerdi. Birlikte olsakta, olmasakta...
Sessizlik oldu ve ardından Alper'in sesi.
- Demek Alp seni üzmez. Kötü çocuk benim. Pezevengin önde gideniyim. Öyle mi?
- Hazel, biz gidelim. Görüşürüz Selin, Alper.
Alper'le baş başa kalmak en son isteyeceğim şeydir sanırım. Ama oldu. Pis arkadaşlarım bunu da yaptı.
- Selin neden böyle olduk?
- Alper anlamıyorum, nasıldıkta nasıl olduk?
- Önceden sen beni severdin, ben seni. Şimdi benden kaçıyorsun. En yakın arkadaşımla çıkıyorsun. Duygularımı bile bile bana bunu yapıyorsun.
- Şimdi beni daha iyi anlayabilirsin.
- Lütfen bunu bize yapma. Mutlu olabiliriz.
- Ben mutluyum.
- Biliyorum, sen de beni seviyorsun. Beni unutmak için Alp'i kullanıyorsun. Kusura bakma ama o benim en yakın arkadaşım. Buna izin veremem.
- Alper sen paranoyaksın. Bunlar senin senaryoların. Şimdi geri çekil.
- Alp'le seni görmeye dayanamıyorum.
- Alper gider misin.
İyice yaklaşan Alper sonunda yaşamadığım tek şey olan Türk filmlerinin o nadide sahnelerini de yaşattı. O beni öpmeye çalışırken, ben onu iterken - keşke o anda orada bir vazo olsaydı, sumi'ye göz kırpıyorum- Alp mükemmel zamanlamasıyla ''Merak ettim nerede kaldın Selin?'' diyerek arka tarafa geldi. Tabi gördüğü manzara çok hoş değildi ve bizi gördüğü gibi okula doğru hızla ilerledi. Alper pis pis gülümsüyordu. ''Söylemiştim. Bu iş olmaz.'' dedi. ''Sevde seni arıyor, defol git yanına'' dedim.
Sanırım artık işler iyice çirkefleşti. Ama bunu düşünecek zamanım yoktu. Alp'i aramaya başladım. Sınıflarındaydı. Tek başına.
-Girebilir miyim?
- Hayır.
- Yanlış anladın.
- Neyi? Alper'i unutmak için beni kullanmanı mı, beni öptükten birkaç dakika sonra Alper'le öpüşmeni mi, yoksa en yakın arkadaşımla aramı bozmanı mı?
- Alp ben böyle biri değilim.
- Öyle mi? Hiç belli etmiyorsun.
- Alp bilmediğin şeyler var.
- Söyle o zaman. Yoksa.. bir daha eskisi gibi olamayız. Bir daha biz bir şey olamayız daha doğrusu ve bunu istemiyorum.
- Alper çok sinirliydi, orada ben istememiştim..
- Doğru anlamadım değil mi? Zorlamadı seni değil mi? Bu çok daha kötü.
- Alp işler sarpa sardı. Ne olacak bilmiyorum. Ne yapacağım bilmiyorum.
- Seni bilmem ama ben Alper'in ağzıyla burun mesafesi arasında bir düzenleme yapacağım.
- Yapmayacaksın. Daha fazla belaya bulaşmak istemiyorum. Lütfen.
Yanıma geldi. Peçete getirdi, gözyaşlarımı sildi.
- Sen nasıl istersen. Korkuyorum Selin. Ben neden bilmiyorum ama sana çok bağlandım ve kaybedersem..
Daha şiddetli ağlamaya başladım. Her şeye rağmen Alper'e karşı hala bir şeyler hissetmem, bunu Alper dışında kimsenin hissedememesi, Alp, düştüğüm kaltak durumu kaldırabileceğim şeylerin çok dışında.
Proteinlerimi sindirmek, aseton banyosu yaparak ölmek istiyorum.
- Öyle mii? Gördün mü Eren biliyormuşuz. Ulan daha bir haftadır tanıdığın herifle yiyişiyorsun, soru sorunca biz suçlu oluyoruz.
- Ne yani benim ahlakımı mı sorguluyoruz?
- Evet. Rahibe Teresa olarak olaya el koyuyorum. Töbe ya. Eren bir şey söyle vallahi elimden bir kaza çıkıcak.
- Tamam sakin olun. Anlat bakalım şimdi. Bu çocukla ne durumdasınız?
- Hiiç takılıyoruz.
- Ben de en yakın arkadaşımla takılıyorum ama öpüşmüyorum hanımefendi.
- Hazel bir olaya karışma sen. Takılıyoruz derken, Alper'le kıyasla.
- Alper şey gibi, hani lisedeyken üniversiteden bir sevgilin olur ve beklentilerini asla karşılayamayacağını bilirsin ya, öyle. Ama Alp'le tek amacımız sinemada en arkadan bilet bulabilip öpüşmek gibi. Daha rahatım. Daha masum duygular içindeyiz. Mesela beni öpen taraf o değildi.
- Oha, bir de sen ilk adımı attın yani. Abi ben daha bir şey söylemiyorum bu kıza.
- Mesele o değil, o benim yanımda olacağını hissettirdi. Güven veriyor. Alper beni her durumda üzerdi. Birlikte olsakta, olmasakta...
Sessizlik oldu ve ardından Alper'in sesi.
- Demek Alp seni üzmez. Kötü çocuk benim. Pezevengin önde gideniyim. Öyle mi?
- Hazel, biz gidelim. Görüşürüz Selin, Alper.
Alper'le baş başa kalmak en son isteyeceğim şeydir sanırım. Ama oldu. Pis arkadaşlarım bunu da yaptı.
- Selin neden böyle olduk?
- Alper anlamıyorum, nasıldıkta nasıl olduk?
- Önceden sen beni severdin, ben seni. Şimdi benden kaçıyorsun. En yakın arkadaşımla çıkıyorsun. Duygularımı bile bile bana bunu yapıyorsun.
- Şimdi beni daha iyi anlayabilirsin.
- Lütfen bunu bize yapma. Mutlu olabiliriz.
- Ben mutluyum.
- Biliyorum, sen de beni seviyorsun. Beni unutmak için Alp'i kullanıyorsun. Kusura bakma ama o benim en yakın arkadaşım. Buna izin veremem.
- Alper sen paranoyaksın. Bunlar senin senaryoların. Şimdi geri çekil.
- Alp'le seni görmeye dayanamıyorum.
- Alper gider misin.
İyice yaklaşan Alper sonunda yaşamadığım tek şey olan Türk filmlerinin o nadide sahnelerini de yaşattı. O beni öpmeye çalışırken, ben onu iterken - keşke o anda orada bir vazo olsaydı, sumi'ye göz kırpıyorum- Alp mükemmel zamanlamasıyla ''Merak ettim nerede kaldın Selin?'' diyerek arka tarafa geldi. Tabi gördüğü manzara çok hoş değildi ve bizi gördüğü gibi okula doğru hızla ilerledi. Alper pis pis gülümsüyordu. ''Söylemiştim. Bu iş olmaz.'' dedi. ''Sevde seni arıyor, defol git yanına'' dedim.
Sanırım artık işler iyice çirkefleşti. Ama bunu düşünecek zamanım yoktu. Alp'i aramaya başladım. Sınıflarındaydı. Tek başına.
-Girebilir miyim?
- Hayır.
- Yanlış anladın.
- Neyi? Alper'i unutmak için beni kullanmanı mı, beni öptükten birkaç dakika sonra Alper'le öpüşmeni mi, yoksa en yakın arkadaşımla aramı bozmanı mı?
- Alp ben böyle biri değilim.
- Öyle mi? Hiç belli etmiyorsun.
- Alp bilmediğin şeyler var.
- Söyle o zaman. Yoksa.. bir daha eskisi gibi olamayız. Bir daha biz bir şey olamayız daha doğrusu ve bunu istemiyorum.
- Alper çok sinirliydi, orada ben istememiştim..
- Doğru anlamadım değil mi? Zorlamadı seni değil mi? Bu çok daha kötü.
- Alp işler sarpa sardı. Ne olacak bilmiyorum. Ne yapacağım bilmiyorum.
- Seni bilmem ama ben Alper'in ağzıyla burun mesafesi arasında bir düzenleme yapacağım.
- Yapmayacaksın. Daha fazla belaya bulaşmak istemiyorum. Lütfen.
Yanıma geldi. Peçete getirdi, gözyaşlarımı sildi.
- Sen nasıl istersen. Korkuyorum Selin. Ben neden bilmiyorum ama sana çok bağlandım ve kaybedersem..
Daha şiddetli ağlamaya başladım. Her şeye rağmen Alper'e karşı hala bir şeyler hissetmem, bunu Alper dışında kimsenin hissedememesi, Alp, düştüğüm kaltak durumu kaldırabileceğim şeylerin çok dışında.
Proteinlerimi sindirmek, aseton banyosu yaparak ölmek istiyorum.
04 Aralık, 2010
Ben düştüm aşk ateşine..
O geceyi mesajlaşarak sabahlayarak geçirdik. Çok ilginç olduğumu, bu yüzden benden hoşlandığını söyledi. Beni tanımak istiyormuş. Alper bir salakmış falan filan. Bir kızın ne duymak istediğini kesinlikle iyi biliyor. Eh, ben de bir erkek ne ister'den anlıyorum, hakkımı yiyemem.
Sabah ruh gibi uyandım ve o halde conconistana gidemeyeceğim için kendime çeki düzen falan verdim. Konsere iki hafta kalmıştı ve bu yüzden her gün conconistana gitmemiz işime geliyordu.
Sabah okullarına gittiğimde Alper'den başka kimse gelmemişti. Müzik odasına malzemelerimi bıraktım, tam dışarı çıkıyordum ki Alper seslendi.
- Selin.
- Efendim?
- Ne yapmaya çalışıyorsun?
- Ne demek şimdi bu?
- Alp benim en yakın arkadaşım.
- Anlattı, evet.
- Bu yaptığın çok kaltakça.
- Ben bir şey yapmıyorum ve sen bana karışabilecek pozisyonda değilsin.
- Seni seviyorum anlasana seni salak!
- Çok romantiksin.
- Alp'le aranızın bozulması için her şeyi yaparım.
- Aman dikkat et de Sevdeciğin kızmasın.
dedim ve dışarı çıktım. Sinirlerimi bozuldu. Arkaya gittim tek başıma oturmaya başladım. Kısa bir süre sonra Alp yanıma geldi.
- Tartışmışsınız sanırım Alper'le.
- Ben kötü bir şey mi yapıyorum? dedim. Gözlerim dolmaya başlamıştı.
- Bu kadar üzülmeni gerektirecek bir şey yapmıyorsun.
- Sanırım gruptan çıkıp buraya bir daha gelmemem yapacağım en iyi iş olacak bunca şeyin üzerine.
- Selin lütfen saçmalama. Peki henüz birlikte yaşayamayamadıklarımız? Elini tutmadım daha, ilk öpüşmemiz ortada yok, hiç film izlemedik. Seni tanıma şansına sahip olamadım. Alper en yakın arkadaşım olsa bile, bunları elimden almasına asla izin vermem.
Boynuna sarılıp ağlamaya başladım. Ağlıyordum çünlü Alper'in yapabileceklerinden korkuyordum. Çünkü duygularımdan emin olamadığım için kendimi suçluyordum.
Ben Alp'in üzerine salyalarımı ve gözyaşlarımı akıtırken o da saçlarımı okşuyordu. Geri çekildim ve dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdım. Ellerimle saçlarımı tutup boynumdan çekerken ani öpüşümle nefesi kesilmişti. Ama mecazi anlamda değil. Nefes alamamıştı bir süre. Sonra dudaklarının sıcaklığını, ellerinin yumuşaklığını benliğimde hissettim. Parfümü Burberry's'ti sanırım ve teniyle uyumu harikaydı. Beni nazikçe uzaklaştırdığı zaman arkamızda duran Eren ve Hazel'le göz göze gelip mahçup bir şekilde gülümsedim. Sanırım Hazel ''OHA'' demişti. Şu sıralar oldukça sık söyledikleri bir kelime bu..
Alp kızlara selam verdikten sonra yanımızdan aceleyle ayrıldı. Biz de baş başa kaldık ve Arka Sokaklar'dakilere benzer bir sorgu ortamının içine düştüm. Balıklama atladım. Cup diye ses çıktı.
Eren ''Dökül.'' diye söze başladı.
Sabah ruh gibi uyandım ve o halde conconistana gidemeyeceğim için kendime çeki düzen falan verdim. Konsere iki hafta kalmıştı ve bu yüzden her gün conconistana gitmemiz işime geliyordu.
Sabah okullarına gittiğimde Alper'den başka kimse gelmemişti. Müzik odasına malzemelerimi bıraktım, tam dışarı çıkıyordum ki Alper seslendi.
- Selin.
- Efendim?
- Ne yapmaya çalışıyorsun?
- Ne demek şimdi bu?
- Alp benim en yakın arkadaşım.
- Anlattı, evet.
- Bu yaptığın çok kaltakça.
- Ben bir şey yapmıyorum ve sen bana karışabilecek pozisyonda değilsin.
- Seni seviyorum anlasana seni salak!
- Çok romantiksin.
- Alp'le aranızın bozulması için her şeyi yaparım.
- Aman dikkat et de Sevdeciğin kızmasın.
dedim ve dışarı çıktım. Sinirlerimi bozuldu. Arkaya gittim tek başıma oturmaya başladım. Kısa bir süre sonra Alp yanıma geldi.
- Tartışmışsınız sanırım Alper'le.
- Ben kötü bir şey mi yapıyorum? dedim. Gözlerim dolmaya başlamıştı.
- Bu kadar üzülmeni gerektirecek bir şey yapmıyorsun.
- Sanırım gruptan çıkıp buraya bir daha gelmemem yapacağım en iyi iş olacak bunca şeyin üzerine.
- Selin lütfen saçmalama. Peki henüz birlikte yaşayamayamadıklarımız? Elini tutmadım daha, ilk öpüşmemiz ortada yok, hiç film izlemedik. Seni tanıma şansına sahip olamadım. Alper en yakın arkadaşım olsa bile, bunları elimden almasına asla izin vermem.
Boynuna sarılıp ağlamaya başladım. Ağlıyordum çünlü Alper'in yapabileceklerinden korkuyordum. Çünkü duygularımdan emin olamadığım için kendimi suçluyordum.
Ben Alp'in üzerine salyalarımı ve gözyaşlarımı akıtırken o da saçlarımı okşuyordu. Geri çekildim ve dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdım. Ellerimle saçlarımı tutup boynumdan çekerken ani öpüşümle nefesi kesilmişti. Ama mecazi anlamda değil. Nefes alamamıştı bir süre. Sonra dudaklarının sıcaklığını, ellerinin yumuşaklığını benliğimde hissettim. Parfümü Burberry's'ti sanırım ve teniyle uyumu harikaydı. Beni nazikçe uzaklaştırdığı zaman arkamızda duran Eren ve Hazel'le göz göze gelip mahçup bir şekilde gülümsedim. Sanırım Hazel ''OHA'' demişti. Şu sıralar oldukça sık söyledikleri bir kelime bu..
Alp kızlara selam verdikten sonra yanımızdan aceleyle ayrıldı. Biz de baş başa kaldık ve Arka Sokaklar'dakilere benzer bir sorgu ortamının içine düştüm. Balıklama atladım. Cup diye ses çıktı.
Eren ''Dökül.'' diye söze başladı.
03 Aralık, 2010
Dünya'nın bütün çiçeklerini Taş'a getirin. Dünya'nın bütün çiçeklerini diyorum.
Çelengi Taş'a yolladıktan sonra okula gittim. Hazel ve Eren'e anlattım. Kocaman bir oha dediler. Eren olayı çok beğendi, Hazel insan bir sorar değil mi tripleri falan attı ama çaktırmasada o da fikri beğendi bence. Çok romantiğim. Umarım Alp'te geri tepmez.
Okul çıkışı okul kapısında Alp'i gördüm. Aslında bekliyordum bunu. Adama çelenk yaptırdım boru değil. O da öküz olmadığına göre en azından olumlu ya da olumsuz bir yorum yapar. Söze o başladı.
- Selam.
- Selam.
- Tanışamamıştık. Ben Alp.
Güldüm.
- Biliyorum ama sen beni tanımıyorsun. Ben de Selin.
- Memnun oldum. Ben çok üşüdüm, bir yere oturalım mı?
- Memnuniyetle.
Sırf bunun için bile, harcadığım paraya değer lan. Herifle bir şeyler içme şerefine nail oluyorum şu an!
Gideceğimiz mekana vardığımızda Allah'ım sana geliyorum durumlarındaydım. Kahve bahane'ye getirdi. Deja vu durumlarını yaşadım. Alper'le de buraya gelmiştik ve o zamanlar bulutlar pembeydi, şu anda şimşek çakıyor. İnşallah, inşallah, inşallah bunun sonu da öyle olmaz.
Geçen seferden deneyimliyim, expresso single almadım. İtalyan kahvesi aldı Alp. Ben de aynısından istedim. Beklerken sohbet ettik.
- Nasıl geçti sınavın?
Gülümsüyordum. Gülümsedi.
- Sorulara odaklanmam zor oldu ama harikaydı. O motivasyondan sonra..
Tanrım!! O kadar şirin gülümsüyor ki!
- Yardımcı olabildiysem ne mutlu bana.
- Aslında fikir çok orjinal. Ve birinin ilgisini çekmek için ne yapman gerektiğini biliyorsun. Tüm okul çelengi konuşuyordu.
- Sahi, akıbeti ne oldu o çelengin?
- Belediye çöplüğüne gitmekten son anda kurtuldu. Okul müdürü bile etkilendi. Bizim sınıfa kondu çelenk.
Bir kahkaha attım. Ulan ne sansasyon yarattım.
- Aslında çok etkileyiciydi. Yani duygularını gayet açık ve orjinal bir dille anlatıyorsun. Kimse ne düşünür korkun yok. Bu güzel. Ama benim için bir çelenge o kadar para vermeye değer mi tartışılır.
- Daha fazlasını bile verebilirim. Bunları duymak bile yeter bana.
Ne kadar yüzsüz biri olsamda benim de ar damarım var ve burada biraz kızardım. Çok hoşuna gitti ama.
O sırada beklemediğim bir şey oldu. Kızaran yanaklarımı okşadı. Eridim ben o sırada. Çünkü tamamen hazırlıksızdım. Hiç tensel temastan falan hoşlanan biri gibi görünmüyordu.
Benim kalbim ağzımda bir halde entel entel İtalyan kahvelerimizi içtik. Nerede oturduğumu sordu. Söyledim. ''Ben de oralarda oturuyorum, seni eve bırakabilirim'' dedi. Balıklama atladım tabii ben bu fikre. Yolda okuldan, müzikten falan bahsettik. Müzikle ilgileniyormuş ama okul grubunu samimiyetsiz buluyormuş. Alper'den konuştuk biraz. Bana yaptıklarından haberdar olduğundan bahsetti. Alper çok sinir olmuş bugün bana. Dikkat çekmeye çalıştığımı söyleyip durmuş. Bir ton kötülemiş falan beni. Ona yollamadım ya, ona kızdı o. Çatlasın.
Yalnız benim kafamı Alp karıştırıyor. İlgileniyor gibi benimle ama belki sadece çelenk fikri ilginç geldiği için ilgilenmiştir benimle. Belki geçer yakında. Bilmiyorum.
Şunu biliyorum, daha önce kimse için çelenk yaptırmamıştım.
Akşam attığı ''Senden hoşlanıyorum sanırım.'' mesajıysa doğru yolda olduğumun göstergesiydi.
Okul çıkışı okul kapısında Alp'i gördüm. Aslında bekliyordum bunu. Adama çelenk yaptırdım boru değil. O da öküz olmadığına göre en azından olumlu ya da olumsuz bir yorum yapar. Söze o başladı.
- Selam.
- Selam.
- Tanışamamıştık. Ben Alp.
Güldüm.
- Biliyorum ama sen beni tanımıyorsun. Ben de Selin.
- Memnun oldum. Ben çok üşüdüm, bir yere oturalım mı?
- Memnuniyetle.
Sırf bunun için bile, harcadığım paraya değer lan. Herifle bir şeyler içme şerefine nail oluyorum şu an!
Gideceğimiz mekana vardığımızda Allah'ım sana geliyorum durumlarındaydım. Kahve bahane'ye getirdi. Deja vu durumlarını yaşadım. Alper'le de buraya gelmiştik ve o zamanlar bulutlar pembeydi, şu anda şimşek çakıyor. İnşallah, inşallah, inşallah bunun sonu da öyle olmaz.
Geçen seferden deneyimliyim, expresso single almadım. İtalyan kahvesi aldı Alp. Ben de aynısından istedim. Beklerken sohbet ettik.
- Nasıl geçti sınavın?
Gülümsüyordum. Gülümsedi.
- Sorulara odaklanmam zor oldu ama harikaydı. O motivasyondan sonra..
Tanrım!! O kadar şirin gülümsüyor ki!
- Yardımcı olabildiysem ne mutlu bana.
- Aslında fikir çok orjinal. Ve birinin ilgisini çekmek için ne yapman gerektiğini biliyorsun. Tüm okul çelengi konuşuyordu.
- Sahi, akıbeti ne oldu o çelengin?
- Belediye çöplüğüne gitmekten son anda kurtuldu. Okul müdürü bile etkilendi. Bizim sınıfa kondu çelenk.
Bir kahkaha attım. Ulan ne sansasyon yarattım.
- Aslında çok etkileyiciydi. Yani duygularını gayet açık ve orjinal bir dille anlatıyorsun. Kimse ne düşünür korkun yok. Bu güzel. Ama benim için bir çelenge o kadar para vermeye değer mi tartışılır.
- Daha fazlasını bile verebilirim. Bunları duymak bile yeter bana.
Ne kadar yüzsüz biri olsamda benim de ar damarım var ve burada biraz kızardım. Çok hoşuna gitti ama.
O sırada beklemediğim bir şey oldu. Kızaran yanaklarımı okşadı. Eridim ben o sırada. Çünkü tamamen hazırlıksızdım. Hiç tensel temastan falan hoşlanan biri gibi görünmüyordu.
Benim kalbim ağzımda bir halde entel entel İtalyan kahvelerimizi içtik. Nerede oturduğumu sordu. Söyledim. ''Ben de oralarda oturuyorum, seni eve bırakabilirim'' dedi. Balıklama atladım tabii ben bu fikre. Yolda okuldan, müzikten falan bahsettik. Müzikle ilgileniyormuş ama okul grubunu samimiyetsiz buluyormuş. Alper'den konuştuk biraz. Bana yaptıklarından haberdar olduğundan bahsetti. Alper çok sinir olmuş bugün bana. Dikkat çekmeye çalıştığımı söyleyip durmuş. Bir ton kötülemiş falan beni. Ona yollamadım ya, ona kızdı o. Çatlasın.
Yalnız benim kafamı Alp karıştırıyor. İlgileniyor gibi benimle ama belki sadece çelenk fikri ilginç geldiği için ilgilenmiştir benimle. Belki geçer yakında. Bilmiyorum.
Şunu biliyorum, daha önce kimse için çelenk yaptırmamıştım.
Akşam attığı ''Senden hoşlanıyorum sanırım.'' mesajıysa doğru yolda olduğumun göstergesiydi.
Başarılar Hayatım
Bir hafta boyunca salak salak Taş'ın o bakışlarını düşündüm. Alper'in bakışlarını da düşünmüştüm ilk başlarda ve çok mutluydum. ama sonra Alper hayatımın düzenini mahvetti. Yani bilirsiniz bu işler böyledir. İlk başta laylaylomludur her şey, sonra karşılık görmek istersin, göremezsin, üzülürsün falan. ve biter. Yenisi başlar. Yine aynı terane. Eminim, bu da öyle bir şey oluacak ama merak ediyorum acaba bu nasıl bitecek. Yeni bir aşka yelken açarken tek düşünebildiğim, nasıl biteceği.
Bitişi nasıl olur Taş meselesinin bilmiyorum ama başlangıcı muhteşemdi. Bunu bilir bunu söylerim.
Şimdi eğer zamanda kırılacak olursak, provanın olduğu güne gitmemiz gerekir. Doğru tahmin ettiniz, yine biz gittik okullarına. Ama artık hoplaya zıplaya gidiyorum. Hatta onlar gelmesin istiyorum. Çünkü Taş grupta değil ve onu görmemin tek yolu okullarına gitmem. Neyse işte gittik çalışmalara başladık falan. Alper tabi bana tripli. Hatta önümde sevgilisiyle utanmasa sevişecek o derece. Derinden bir yerlerde ona ait bir şeyler hala var lakin artık Taş daha önemli. Onun Taş gibi vücudu ve onunla bütünleşen hırkasından başka bir şeyi görmez oldum. Molada baktım Alper Taş'la oturmuş kantinde. Ben de topladım Hazel ve Eren'i gittik kantinde oturuyoruz. Güya kendi halimizde dedikodu yapıyoruz ama gözlerim onların masaya neredeyse düşecek. Konuşmalarınaysa kendini zorla davet ettiren misafir gibi ortak oluyorum. Sınavlardan bahsediyolardı. Ertesi gün Felsefe sınavları olduğunu öğrendim. Üçüncü saat. O anda beynimde şimşek çaktı. Bildiğiniz çaktı yani. ''Dur ben yarın şu Taş'a bir jest yapayım.'' dedim. Yarını zor ettim a dostlar. O derece heyecanlandım.
Ertesi gün okulu asmam gerekti sabahtan. Annemlere arkadaşa sürpriz yapıcam falan dedim parayı koparttım. Biraz yüklü bir meblağ almam gerekti ve hafif kıllanmadılar değil ama geri ödemeli aldım, bir şey diyemediler pek. Para işini halletttikten sonra koştur koştur çiçekçiye gittim. Dedim ''Abilerim ablalarım. Bana bir çelenk lazım. Şööyle yeşil bir şey. Çiçekleri en fiyakalısından olsun. Üzerinde de ''Taş'a başarılar.'' yazsın. '' Baktılar bir bana. CIA şifresi gibi mesaj onlara göre ama bana göre gayet açık. Taşcığıma sınavında bir çelenkle başarılar dileyeceğim. O da cazibeme dayanamayıp kollarıma atlayacak. Önce nişanlanacağız, okul bitince evleneceğiz. Üniversitede hem okur hem Taşcıma yemek yaparım sorun değil.
Bunlar başladılar çelenki hazırlamaya. Ben de başlarında bekliyorum. Mükemmel olmalı çünkü. Beklerken olumsuz olan ihtimalide düşünmemeye çalışıyorum yalnız.
Neyse bunlar bitirdiler hazırlamayı, bir ton para bayıldım bir güzel, tuttum adamları kolundan dooğru conconistana. Baktım 3. derse yeni girilecek. Tenefüsün sonları. Koştur koştur sınav salonlarına gittim adamlarla. Herkes sınav pozisyonunu almış. Hoca uyarılarını yapıyor. Girdim içeri, arkamdan çelenk geliyor. En fiyakalı duruşumla ''Şuraya bırakın lütfen.'' dedim. Taş'â göz kırptım, ''başarılar'' dedim ve çıktım.
Sonra ne mi oldu? Tüm sınıftan ilginç sesler çıkmaya başladı. ''Para çok herhalde kızda.'' diyenler mi ararsınız, ''Lan Alp bu kızla evlen hayatın kurtulur.'' diyenler mi ararsınız, yoksa ''Yavşak.'' diyen Alperler mi ararsınız... Hepsi bir süre dedikodumu yaptılar sanırım. Ama en harika tepki hocanın açık ağzıydı. Eheh. Aşk böyle bir şey işte.
Umarım Taşcım en son açık olan ağzını kapamayı unutmamıştır.
Bu arada, ismine de, sana da aşığım Alp!
Bi dakka lan! Alp de Alper gibi etmesin duygularımın içine!?
Bitişi nasıl olur Taş meselesinin bilmiyorum ama başlangıcı muhteşemdi. Bunu bilir bunu söylerim.
Şimdi eğer zamanda kırılacak olursak, provanın olduğu güne gitmemiz gerekir. Doğru tahmin ettiniz, yine biz gittik okullarına. Ama artık hoplaya zıplaya gidiyorum. Hatta onlar gelmesin istiyorum. Çünkü Taş grupta değil ve onu görmemin tek yolu okullarına gitmem. Neyse işte gittik çalışmalara başladık falan. Alper tabi bana tripli. Hatta önümde sevgilisiyle utanmasa sevişecek o derece. Derinden bir yerlerde ona ait bir şeyler hala var lakin artık Taş daha önemli. Onun Taş gibi vücudu ve onunla bütünleşen hırkasından başka bir şeyi görmez oldum. Molada baktım Alper Taş'la oturmuş kantinde. Ben de topladım Hazel ve Eren'i gittik kantinde oturuyoruz. Güya kendi halimizde dedikodu yapıyoruz ama gözlerim onların masaya neredeyse düşecek. Konuşmalarınaysa kendini zorla davet ettiren misafir gibi ortak oluyorum. Sınavlardan bahsediyolardı. Ertesi gün Felsefe sınavları olduğunu öğrendim. Üçüncü saat. O anda beynimde şimşek çaktı. Bildiğiniz çaktı yani. ''Dur ben yarın şu Taş'a bir jest yapayım.'' dedim. Yarını zor ettim a dostlar. O derece heyecanlandım.
Ertesi gün okulu asmam gerekti sabahtan. Annemlere arkadaşa sürpriz yapıcam falan dedim parayı koparttım. Biraz yüklü bir meblağ almam gerekti ve hafif kıllanmadılar değil ama geri ödemeli aldım, bir şey diyemediler pek. Para işini halletttikten sonra koştur koştur çiçekçiye gittim. Dedim ''Abilerim ablalarım. Bana bir çelenk lazım. Şööyle yeşil bir şey. Çiçekleri en fiyakalısından olsun. Üzerinde de ''Taş'a başarılar.'' yazsın. '' Baktılar bir bana. CIA şifresi gibi mesaj onlara göre ama bana göre gayet açık. Taşcığıma sınavında bir çelenkle başarılar dileyeceğim. O da cazibeme dayanamayıp kollarıma atlayacak. Önce nişanlanacağız, okul bitince evleneceğiz. Üniversitede hem okur hem Taşcıma yemek yaparım sorun değil.
Bunlar başladılar çelenki hazırlamaya. Ben de başlarında bekliyorum. Mükemmel olmalı çünkü. Beklerken olumsuz olan ihtimalide düşünmemeye çalışıyorum yalnız.
Neyse bunlar bitirdiler hazırlamayı, bir ton para bayıldım bir güzel, tuttum adamları kolundan dooğru conconistana. Baktım 3. derse yeni girilecek. Tenefüsün sonları. Koştur koştur sınav salonlarına gittim adamlarla. Herkes sınav pozisyonunu almış. Hoca uyarılarını yapıyor. Girdim içeri, arkamdan çelenk geliyor. En fiyakalı duruşumla ''Şuraya bırakın lütfen.'' dedim. Taş'â göz kırptım, ''başarılar'' dedim ve çıktım.
Sonra ne mi oldu? Tüm sınıftan ilginç sesler çıkmaya başladı. ''Para çok herhalde kızda.'' diyenler mi ararsınız, ''Lan Alp bu kızla evlen hayatın kurtulur.'' diyenler mi ararsınız, yoksa ''Yavşak.'' diyen Alperler mi ararsınız... Hepsi bir süre dedikodumu yaptılar sanırım. Ama en harika tepki hocanın açık ağzıydı. Eheh. Aşk böyle bir şey işte.
Umarım Taşcım en son açık olan ağzını kapamayı unutmamıştır.
Bu arada, ismine de, sana da aşığım Alp!
Bi dakka lan! Alp de Alper gibi etmesin duygularımın içine!?
01 Aralık, 2010
Gözleri gözlerimde durdu, felaketim oldu ağladım.
Taş'la tanışmam Alper'in duygularımı mahvetmesinin hemen ertesi günü oldu. Aslında bana müzik odasında prova olduğunu söyleyen arkadaşı Taş dediğim. İsmini bilmiyorum işte, Taş diyim siz anlayın.
Alper dün ters cevap veriyordu ya, bugün konuşmadı bile. Muhatap olmadı benimle. Ve işte bomba geliyor; sevgilisiyle öpüştüğünü bile gördüm okulun arkasında. Tam beni öptüğü yerde. İçim sızlamadı değil Allah'ı var. Üzüldüm falan sonra gittim bir banka oturdum. Benim oturduğum bankın hemen yanında da Taş bir arkadaşıyla oturuyordu. Alıcı gözüyle bir baktım çocuğa. ''Fena değil aslında'' dedim. Sonra bir şey oldu. O da bana baktı. Göz göze geldik. Çok tuhaf hissettim. İçim kıpır kıpır oldu. ''Hay sana ne diyim Selin, bir aşk acısını adam gibi çekemeden diğerine aşık oldun. Salak yemin ediyorum gerizekalısın.'' dedim.
Eve gittim. Sıkıldım bu işlerle uğraşmaktan. Kitap okudum biraz. Uyumuşum okurken. Rüyamda Taş'ı gördüm. Benim o gün çiftlikte Alper'le karşılaşmam gerekiyormuş Taş'ı tanımak için. Her şey Taş içinmiş. Evrendeki tüm rastlantılar...
Aslında evren de bana o an baktığı süre kadar ömre sahipmiş, tek besin kaynağıysa bakışlarıymış..
Alper dün ters cevap veriyordu ya, bugün konuşmadı bile. Muhatap olmadı benimle. Ve işte bomba geliyor; sevgilisiyle öpüştüğünü bile gördüm okulun arkasında. Tam beni öptüğü yerde. İçim sızlamadı değil Allah'ı var. Üzüldüm falan sonra gittim bir banka oturdum. Benim oturduğum bankın hemen yanında da Taş bir arkadaşıyla oturuyordu. Alıcı gözüyle bir baktım çocuğa. ''Fena değil aslında'' dedim. Sonra bir şey oldu. O da bana baktı. Göz göze geldik. Çok tuhaf hissettim. İçim kıpır kıpır oldu. ''Hay sana ne diyim Selin, bir aşk acısını adam gibi çekemeden diğerine aşık oldun. Salak yemin ediyorum gerizekalısın.'' dedim.
Eve gittim. Sıkıldım bu işlerle uğraşmaktan. Kitap okudum biraz. Uyumuşum okurken. Rüyamda Taş'ı gördüm. Benim o gün çiftlikte Alper'le karşılaşmam gerekiyormuş Taş'ı tanımak için. Her şey Taş içinmiş. Evrendeki tüm rastlantılar...
Aslında evren de bana o an baktığı süre kadar ömre sahipmiş, tek besin kaynağıysa bakışlarıymış..
sen bana 10 kez vur, ben sana 1 kez vurayım
Gruptan çıkmadım ve o günden sonraki ilk provaya her şey normalmiş gibi gittim. Her şeye normal olarak başladığım o gün Alper ağzıma son kez duygularımı mahvetti. Ama son kez. Sonra her şey güzel oldu. Şey gibi, sen bana 10 kez vur, ben sana 1 kez vurayım demek gibi. O birkaç hafta içinde tüm hayatıma sıktı limonunu ama en sonunda farkında olmadan hayrı dokundu keratanın.
Okullarına gittik, ki bu sinirimi bozmaya başladı hep biz gidiyoruz, müzik odasındaydı bunlar. Yanlarına gittik. Alper yüzüme bile bakmıyor. Bir görseniz ama. Sanki kız kardeşini kötü yola düşürmüşüm. Herkesle şen şakrak, bana gelince sus pus. Zaten huyu bu onun. Herkese şapır şupur bana gelince Yarappi Şükür. Başta pek derdimde değildi benim de. Zaten konuşmak istemiyorum ama, öyle böyle değil adamın soğukluğu. Bir şey soruyorum cevap veriyor vermesine ama çok pis tersliyor. Zaten son zamanlarda mesaj falan da atmıyordu. Kıllandım tabi. ''Alper bir dışarı gelsene hoca çağırıyor.'' dedim. Pis pis baktı ama geldi.
- Ne var Selin?
- Noldu ya, anlamadım ben bir şey.
- Sıkıldım. O kadar.
- Ha tamam o zaman.
Çarptım kapıyı çıktım. Ama çok sert çarptım, pişman oldum sonra.
Moralim bir bozuldu, bir bozuldu. Herif sevgilisiyle çok mutlu olduğu gibi beni sallamıyor bile artık. Gittim bahçelerinde bir köşeye oturdum bir yandan da düşünüyorum. Bu çocuk dünyayı kesin dar eder bana. Diyorum tek yol kaçmak bu diyarlardan. Kaçma planımı hazırlarken biri geldi yanıma. Bir kaç kere Alper'in yanında görmüştüm. ''Müzik odasında toplantı var.'' dedi ve kantine gitti. Müzik odasına döndüm. Bundan sonra Aralık ayı boyunca her gün prova olduğu, ocak ayında bir yerde çalıp yaz konserine prova mahiyetinde bir konser vereceğimizi söyledi müzik öğretmenleri. Eyvallah dedik. On beş dakika mola için dışarı çıktı. Hazel ve Eren de vardı. Ben size onların da grupta olduğunu söylememiştim sanırım. Neyse öyle işte. Son olaylardan habersiz bir şekilde ''Ne derdi var bunun, arkadaşı ne demeye burayı dikizliyor. O gözlerini alır...'' diye söze başladılar. Anlattım.
Eren ''Cafer don getir.'' dedi. Hazel ''Hiçbir bok yapamaz sen raat ol, kim lan o!?'' dedi.
Ne olacağı bilinmez ama Alper'in arkadaşının bakışlarını görmelisiniz. Bana öyle bir acıyarak bakıyor ki, ciddiyetini anlayamadığım olayları o anlatıyor.
Okullarına gittik, ki bu sinirimi bozmaya başladı hep biz gidiyoruz, müzik odasındaydı bunlar. Yanlarına gittik. Alper yüzüme bile bakmıyor. Bir görseniz ama. Sanki kız kardeşini kötü yola düşürmüşüm. Herkesle şen şakrak, bana gelince sus pus. Zaten huyu bu onun. Herkese şapır şupur bana gelince Yarappi Şükür. Başta pek derdimde değildi benim de. Zaten konuşmak istemiyorum ama, öyle böyle değil adamın soğukluğu. Bir şey soruyorum cevap veriyor vermesine ama çok pis tersliyor. Zaten son zamanlarda mesaj falan da atmıyordu. Kıllandım tabi. ''Alper bir dışarı gelsene hoca çağırıyor.'' dedim. Pis pis baktı ama geldi.
- Ne var Selin?
- Noldu ya, anlamadım ben bir şey.
- Sıkıldım. O kadar.
- Ha tamam o zaman.
Çarptım kapıyı çıktım. Ama çok sert çarptım, pişman oldum sonra.
Moralim bir bozuldu, bir bozuldu. Herif sevgilisiyle çok mutlu olduğu gibi beni sallamıyor bile artık. Gittim bahçelerinde bir köşeye oturdum bir yandan da düşünüyorum. Bu çocuk dünyayı kesin dar eder bana. Diyorum tek yol kaçmak bu diyarlardan. Kaçma planımı hazırlarken biri geldi yanıma. Bir kaç kere Alper'in yanında görmüştüm. ''Müzik odasında toplantı var.'' dedi ve kantine gitti. Müzik odasına döndüm. Bundan sonra Aralık ayı boyunca her gün prova olduğu, ocak ayında bir yerde çalıp yaz konserine prova mahiyetinde bir konser vereceğimizi söyledi müzik öğretmenleri. Eyvallah dedik. On beş dakika mola için dışarı çıktı. Hazel ve Eren de vardı. Ben size onların da grupta olduğunu söylememiştim sanırım. Neyse öyle işte. Son olaylardan habersiz bir şekilde ''Ne derdi var bunun, arkadaşı ne demeye burayı dikizliyor. O gözlerini alır...'' diye söze başladılar. Anlattım.
Eren ''Cafer don getir.'' dedi. Hazel ''Hiçbir bok yapamaz sen raat ol, kim lan o!?'' dedi.
Ne olacağı bilinmez ama Alper'in arkadaşının bakışlarını görmelisiniz. Bana öyle bir acıyarak bakıyor ki, ciddiyetini anlayamadığım olayları o anlatıyor.
Geberiyorum Aşkından
Tahmin edersiniz ki aramızdaki 2(iki) yaş farkının yüzüme vurulması kalbimi çat çat kırdı. Peki ben ne yaptım? Ertesi gün provaya gitmedim. Gruptakilere de ''Ben hocayla konuştum.'' dedim. Ama cidden konuştum. Müzikçiyle aram iyidir. Dedim ''Hocam arkadaşlardan biriyle hoş olmayan şeyler yaşadık, ben bu oluşumda yer almak istemiyorum.'' Hoca bulmuş tabi benim gibi bir yeteneği bırakmadı. ''Kızım olur mu öyle sensiz bir grup düşünemiyorum.'' Tabii ki öyle demedi. ''Tamam bugün gitme provaya ama iyice düşünmeden karar verme. Şu an pişman olacağın şeyler yapabilirsin.'' dedi. İyi madem dedim ama ben vermişim kararımı. Alper'in yüzünü görmeye katlanamam. Anam dinim ağladı dünden beri.
Neyse işte ben o gün provaya gitmedim, evde test falan çözdüm. Akşam oldu hoop Alper'den mesaj. ''Merak ettim seni.'' Bu mesajlar aslında hoşuma gidiyor. Benimle ilgilendiğini görmeyi istiyorum lakin diğer taraftan sevgilisi var ve ikimizi birden idare etmesine dayanamıyorum. Sevde'yle öpüşüp koklaşıyor, benimle canı sıkılınca mesajlaşıyor ve bana ''Sen kenarda bekle, Sevde'den ayrılınca canım sıkılmasın.'' diyor. Oldu gülüm.
''İşlerim vardı biraz.'' dedim. ''Anladım, bir daha ki cumayı sabırsızlıkla bekliyorum.'' dedi. ''Belki o zaman da işim olur.'' dedim. ''Eninde sonunda sana ulaşabileceğimi bilsem, ne kadar zamanımı feda etmeyi göze alabilirdim tahmin edemezsin.'' dedi. Sanki herif benim peşimden koşuyor ben onu sallamıyorum. Salak işte.
''Bunları konuşmaya gerek yok. Her şey net.'' dedim. Cevap vermedi. Ne diyecek yüzsüz yavşak.
Ama beni görmelisiniz. Ben bir depresyona girdim, bir depresyona girdim, sormayın gitsin. Tabi beni o depresyondan çıkarma işide çilekeş arkadaşlarım Eren ve Hazel'e düştü. Daha önce size Eren ve Hazel'den bahsetmemiştim. Büyük hata.
Onlar benim liseden arkadaşlarım. Yani liseden başka ortamı olmayınca sadece liseden arkadaşları oluyor insanın ve onları seviyorsun falan. Ben de bunları seviyorum. Her yediğim halt ıanlatırım onlar da ne kadar salak olduğumu hatırlatır. Ama bana böyle davranmak lazım. Misal, bunlar benim aşk acısı çektiğimi görüp ''Sorun sende değil onda.'' derse hiçbir etki yaratmaz bünyemde. Lakin eğer ''Ne demeliyim bilmiyorum ki sana Selin. Unutmak zorundasın o malı, küçüksün demiş daha ne desin?'' derse ben çocuğu unuturum. Öyle yani.
Bu durumu bilen arkadaşlarımda söve söve bir hal oldular. Çok günaha girdiler Alper yüzünden. Yazık lan.
Neyse ben bu durumu da atlattım sonunda bir şekilde. Peki ama, sorun bakalım, nasıl?
Ama önce şunu söyleyeyim, gruptan çıkmadım. İyi ki de çıkmadım.
Neyse işte ben o gün provaya gitmedim, evde test falan çözdüm. Akşam oldu hoop Alper'den mesaj. ''Merak ettim seni.'' Bu mesajlar aslında hoşuma gidiyor. Benimle ilgilendiğini görmeyi istiyorum lakin diğer taraftan sevgilisi var ve ikimizi birden idare etmesine dayanamıyorum. Sevde'yle öpüşüp koklaşıyor, benimle canı sıkılınca mesajlaşıyor ve bana ''Sen kenarda bekle, Sevde'den ayrılınca canım sıkılmasın.'' diyor. Oldu gülüm.
''İşlerim vardı biraz.'' dedim. ''Anladım, bir daha ki cumayı sabırsızlıkla bekliyorum.'' dedi. ''Belki o zaman da işim olur.'' dedim. ''Eninde sonunda sana ulaşabileceğimi bilsem, ne kadar zamanımı feda etmeyi göze alabilirdim tahmin edemezsin.'' dedi. Sanki herif benim peşimden koşuyor ben onu sallamıyorum. Salak işte.
''Bunları konuşmaya gerek yok. Her şey net.'' dedim. Cevap vermedi. Ne diyecek yüzsüz yavşak.
Ama beni görmelisiniz. Ben bir depresyona girdim, bir depresyona girdim, sormayın gitsin. Tabi beni o depresyondan çıkarma işide çilekeş arkadaşlarım Eren ve Hazel'e düştü. Daha önce size Eren ve Hazel'den bahsetmemiştim. Büyük hata.
Onlar benim liseden arkadaşlarım. Yani liseden başka ortamı olmayınca sadece liseden arkadaşları oluyor insanın ve onları seviyorsun falan. Ben de bunları seviyorum. Her yediğim halt ıanlatırım onlar da ne kadar salak olduğumu hatırlatır. Ama bana böyle davranmak lazım. Misal, bunlar benim aşk acısı çektiğimi görüp ''Sorun sende değil onda.'' derse hiçbir etki yaratmaz bünyemde. Lakin eğer ''Ne demeliyim bilmiyorum ki sana Selin. Unutmak zorundasın o malı, küçüksün demiş daha ne desin?'' derse ben çocuğu unuturum. Öyle yani.
Bu durumu bilen arkadaşlarımda söve söve bir hal oldular. Çok günaha girdiler Alper yüzünden. Yazık lan.
Neyse ben bu durumu da atlattım sonunda bir şekilde. Peki ama, sorun bakalım, nasıl?
Ama önce şunu söyleyeyim, gruptan çıkmadım. İyi ki de çıkmadım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)