30 Kasım, 2010
Pınar Altuğ Yağmur Atacan'dan 10 yaş büyük Alper. Bil istedim.
''Lütfen..'' diye cevap verdim. Yapmasın böyle. Haftada bir gün görüşmek yetmiyormuş gibi, birde o böyle yaptığı sürece unutamam ki.
''Seninle konuşmak istiyorum.'' dedi.
''Yarın okul çıkışı Grafit'te.'' dedim. ''Eskisi gibi olabilseydik keşke.'' dedi. Cevap vermedim. Ertesi gün ise güneş, Grafit'e gittiğim zaman doğdu.
Zaten yorgun argın bir şekilde gitmiştim oraya ve zaten, kendime verdiğim sözleri tutamadığım için hem Alper'e hem Sevde'ye hem kendime sövüyordum, bunun üzerine bir de Alper'in o kedi yavrusu gibi şipşirin bakışları ve Budistlerin taptığı gülümsemesi beni karşılayınca en yakın falezden atlama içgüdümü susturmam zor oldu. Çok zor oldu hemde.
Söze ilk ben başladım.
- Buna daha ne kadar devam edeceğiz?
- Neye?
- Buna işte.
- Selin bu, şu diye mi konuşuyorsun normalde de?
- Beğenmeyen küçük oğluna almasın.
- Ben seni alıcam ama kendime.
OHA! dedim büyük harflerle. Hem bunu söylüyor, hem gidip manitasıyla randevulaşıyor gözümün önünde, hem de arkadaşız diyor. OHA!
- İşte buna daha ne kadar devam edeceksin? Arkadaşız diyorsun, konuşmaların bana umut veriyor ve en sonunda ben kalıyorum o göçüğün altında.
- Kafam karışık. Duygularımdan emin olamıyorum. Seninle olmanın düşüncesi bile hoşuma gidiyor. Seninle açık konuşacağım, Sevde benim için bir alışkanlık. O olmadan bir şey yapmadım pek. Ama bana bir şey hissettirmiyor artık. Sen ise farklısın. Kalbim daha hızlı atıyor ismin geçtiğinde bile ve yenilik demeksin benim için. Yine de bilemiyorum.
- Buna dayanamıyorum. Bana Sevde'yi anlatmana...
- Açıkçası seni seviyorum fakat yaş farkı kafamı karıştırıyor. Kendimi frenlemeye çalışıyorum. Yapamıyorum. Seni özlüyorum. Hakkım yok buna, biliyorum.
- Yaş farkı? O zaman bunu konuşmamıza bile gerek yok artık.
- Öyle bir şey demedim.
- Anlıyorum.
Otobüste bulduğum ilk yere oturmam, yaşlılara yer vermemem, ağlak ağlak burnumu çekmem biraz dikkat çekti ama neyse ki evde rahattım. Annemler bir yemeğe davetliydiler ve evde değillerdi. Perşembe gecesinde ağlayarak uyudum ve uyandığımda gözlerim nemliydi. Rüyamda Grafit'te o konuşmayı tekrar yaşamam yüzümde güller açtırmamıştı.
Alper'e açılan o kapı beni buhramlara sürüklese de, bundan sonra yaşayacağım harika şeyleri de Alper'i tanımama borçluyum.
Pollyanna'nın değnekleri Alper'e...
Sumi'yi sevgiyle anıyorum.
29 Kasım, 2010
Sevde seni zevk için döverim!
Eh, geometri sınavım zaten 60 üzerinden değerlendiriyor, sınava girmeyip o şansı da kaybetmeyeyim düşüncesiyle okula yollandım. Sınavın gelmesini istemiyordum. Lakin sakın geometriden korkuyorum sanmayın. Sınavdan sonra conconistan'a gidiyoruz. Ondan korkuyorum asıl.
Fakat keçinin sevmediği ot burnunda bitermiş. Lanet olası geometri sınavını ilk saat olduk ve conconistana doğru yola koyulduk. Tabii ki kapıda bizi bir karşılama ekibi beklemiyordu ya da yerlere kırmızı halılar serilmemişti. Hatta ortada kimse yoktu. Tenefüse kadar bekledik. Biz kantinimsilerinde oturup geometriciyi çekiştirirken baktım grup geliyor. Alper en önde. Yanıma geldi. Oturdu diğerleriyle konuşmaya başlasa da beden dili benimle muhatap olduğunu anlatıyordu. İnanmak istediğim işaretler olsada bunlar, hayal kırıklığından ibaret olduğuna eminim sonunun.
Neyse, ben yine atın ölümü arpadan olsun mantığıyla hareket edip Alper'e trip falan atmadım. Ama yavşak yavşak sırıtmadımda. Eh, cazibeme daha fazla dayanamayıp ortamda fazla dikkat çekmeden sohbet etmeye başladı.
- Nasılsın?
Gülümsüyordu. Karşılık vermeden duramadım.
- İyi gibiyim. Sınav vardı pek iyi geçmedi. Ama onun dışında her şey yolunda. Sen nasılsın?
- Sevindim. Ama ben provaların olmadığı günler iyi olamıyorum.
Yüzüm kızardı büyük ihtimalle ki, çapkın çapkın gülümsedi Alper ve gülümsemesi yüzünde solduğunda kantinden içeriye iki kız giriyordu. Birinin boyu benimkinden biraz daha uzundu ve çöp kadar zayıftı. Diğeri normal bir kiloda ve benden biraz daha kısaydı. Aslında önemli olan boyları değildi. Önemli olan kısa boylu olanın Alper'in sevgilisi olmasıydı. Onun adı benim için 'Tıfıl'.
Kız geldiğinde Alper istifini hiç bozmadı. Sanırsınız hiç tanımadığı biri kantiden çikolata almaya gelmiş. Ama Tıfıl hanım Alper'in yanına geldi ve bana pis pis baktı. Sanırım kızlar bazı şeyleri gerçekten de hissediyor. ''Ne yapıyorsun, dersin yok mu?'' dedi Alper'e. ''Provalar var herhalde Sevde, biliyorsun.''. ''Hıı, biliyorum. Akşam bir şeyler yapalım.'' dedi ve o kahpe kıvamlı sakızını cak cak çiğneyerek gitti. Ben mosmor, adeta Fransızca öğretmenimizin koyu mor gömleğini andıracak bir yüz ifadesiyle ice tea içiyor, konuşmaya misafir oluyordum. Adının Sevde olduğunu öğrendiğim Tıfıl -benim için Tıfıl olarak kalmaya devam edecek- yanımızdan ayrıldığında Alper yavaş yavaş bana döndü. Hiçbir şey demedi. Ortaya ''Haydi provaya geçelim.'' dedim ve müzik odalarına gittik. Tam burada durmak istiyorum dostlar. Biliyorum şaşırıyorsunuz her okulda müzik odası olmasına, inanın ben de şaşırıyorum. Neyse. Provada enstrüman çalanlar gam falan yaptılar, ben elimizdeki parçaların hangilerinin sesime daha iyi olacağını ayırt etmeye çalıştım ve Alper de akort falan yaptı. Prova süresince bir daha benimle konuşmadı. Eğer o birazcık duygulu bir insan olsaydı, beni düşüncelerimle baş başa bıraktığını düşünürdüm. Ama büyük ihtimalle sevgilisinin gönlünü nasıl alacağını düşünürken rahatsız edilmek istememiştir.
Akşam nereye gidecekler acaba? Offf!
28 Kasım, 2010
''Seni kaybetmek istemiyorum.'' Aman ne komik.
Her zaman ki olağan mesajlaşmalarımızdan birindeydik. Ben saçma sapan şeyler anlatıyordum o gülüyordu falan. Derken bir mesaj geldi. Alper'den ve konuyla tamamen alakasız. Diyordu ki ''Tatlım ben ilişkimize zarar verecek bir şey yapar mıyım, sen rahat ol.'' Birincisi, birbirimize tatlımı bırak canım bile demiyoruz. İkincisi, ortada bir ilişki yok. Üçüncüsü, dans eden develerden bahsederken bu mesaj nerden çıktı!
''Peki'' diye cevap attım. O zaman kafasına dank etti salağın. Cevap geldi. ''Pardon ya o sana gelmeyecekti.'' diye. ''Fark ettim.'' dedim. Bir sürü mesaj attı, havadan sudan. Güya unutturacak bana. Yer miyim ben. Bildiğin herifin sevgilisi var. Hem o kızı oyalıyor hem beni. Midesiz hıyar.
Ben sanki adamı gittim öptüm sonra yalvardım nolur benimle takıl diye. Ben cevap vermeyince aradı bu. Daha önce hiç telefonda konuşmamıştık. Ne kadar kızgın olursam olayım onu seviyorum ve açtım.
- Lütfettin açarak.
- Rica ederim.
- Selin ne oldu da böyle olduk?
- Alper nasıldık ki zaten?
- Hayır yani o mesaj seni neden rahatsız etti?
- Sevgilin olduğunu öğrendim.
- Sevgilimin olması seninle konuşmamı engellemez. Sadece arkadaşız.
- İnkar etmiyorsun. Var yani.
- Selin konumuz bu değil.
- Ay çok komiksin. Neymiş peki konumuz?
- Ben sana samanlıklara gidelim, kırlarda koşalım sözü vermedim. Takılalım dedim. Yani özel hayatıma bu derece müdahale etmen doğru mu?
- Okulda beni öpmeni ben mi söyledim? Bu sadece arkadaş olduğumuzu mu gösterir? Sevgili değilsek bile arkadaş da değiliz. Biraz öte bir şey ve bu durum ne kadar üzüyor haberin yok. Ha sen arkadaşlarınla öpüşüyorsan bilemeyeceğim.
Ben bilmiyor muyum sanıyorsun hayatına müdahale edemeyeceğimi? O yüzden ne kadar çaresiz ve zavallı olduğumu... Bunu söylemen gururumu ne kadar kırdı peki sence?
- Öyle demek istememiştim. Ben öğrendiğin için kendimi çok çaresiz hissettim. Seni kaybetmek istemiyorum.
- İlişkinize zarar verecek bir şey yapmamalısın.
- Şimdi kızgınsın. Sonra konuşalım. Ama ben seninle çok eğleniyorum, bunu bilmeni isterim.
- İyi geceler.
Ve böylece çok özel olması gereken ilk telefon konuşmamız böylece bitti.
Zırtapoz benim duygularımdan haberdar olduğu halde hala arkadaş kalalım derdinde. Birde utanmadan seni kaybetmek istemiyorum diyor. Ona aşık olmamı istiyor egosu için ve ben kendimi beyefendinin koca burnu için üzemem.
Gerçi böyle diyorum ama yarın geometri sınavım olduğu ve çalışmam gerektiği halde düşünebildiğim tek şey o. Yarın okullarına gideceğiz.
Ne yapacağım ben!
26 Kasım, 2010
Yaramazlık yapalım mı?
Ertesi gün okulda tenefüse bile çıkmadım. Dibe vurduysan ya da hala vuruyorsan sözünü Teoman benim için söylemişti sanki. Artık her şarkı aşk şarkısı, her oğlan çocuğu ezeli düşmanım, her kız kaşardı.
Ruh gibi ortalıkta dolandım. Kantinci dayı bile 'neyin var gerizekalı' dedi. 'Yok bişey dayı' dedim de saldı.
Aldığım ve alabileceğim en kötü haberse öğleden sonra concon takımının okulumuza gelecek olmasıydı. En son istediğim şey dün imza attığım rezillikten sonra Alper'le yüz yüze gelmek. Gerçi o benden köşe bucak kaçacağı için yüz yüze bile gelemeyeceğiz. Shit!
Adrenalinin salgılandığı öğle tatili boyunca ne yediğimi sorsanız hatırlamıyorum derim. Yemedim sanırım bir şey. Emin değilim. Öğle tatilinde bunlar damladı bizim okula. Müzik öğretmenleri de gelmiş. Bizim ki de vardı. Bizi topladılar mı müzik odasına. Bir ton konuştular. Oturun plan hazırlayın dediler. Çıktılar ve gittiler.
Alper ve benim dışımdakiler konuşuyorlar, kafa patlatıyorlardı. Ben parkelerdeki çamaşır suyu izlerini inceliyordum, Alper de beni. acaba ne düşünüyordu? Salaklığımı neden bu kadar belli ettiğimi mi? Sanırım o sırada duygularını gözden geçiriyordu. En sonunda;
- Selin.
Ona baktım.
-Parça seçimini biz yapıcakmışız. Biraz dışarı gelsene.
Şaşırdım. Beklemiyordum. Peşinden ben de çıktım.
- Sakin bir yer var mı?
Okulun arkasına gittik. Sessizdim. önüme bakıyordum. Yüzüm kıpkırmızıydı. Merdivene oturduk. Yere bakıyordum.
- Soğuk davranıyorsun.
- Normal değil mi?
- Sence soğuk davranması gereken ben değil miyim?
- Küçük düşen sen değilsin.
- Ortada küçük düşen kimse yok.
- Emin misin? Afedersin ama piç gibi kaldım ortada.
- Öyle bir şey olduğu yok. Ne zaman ters davrandım sana?
- Biliyorum, davranıcaksın.
- Selin yapma böyle. Ben çok düşündüm. Dün çok şaşırdığım için istikrarlı cevaplar veremedim ama seni tanımak istiyorum.
- Biyografimi yazmamı mı isteyeceksin?
- Hayır, dünü unutup önyargılardan kurtulmanı isteyeceğim.
- Seninle ilgili ön yargım var mı sanıyorsun? Eğer tanımak istiyorsan şuradan başla; ''seni seviyorum dediğim kişiler hakkında ön yargılarım yoktur.''
- Bundan önce kaç kişiye söyledin?
- İlkti. Cesaretim kırıldı ve sanırım son oldu.
- Gelecekte bizi ne bekliyor bilmiyorum. Biz diye bir şey var mı bilmiyorum. Tanımak istiyorum sadece. Arkadaş olarak başlarız. Ben inanıyorum ki...
- Hiç sormuyorsun ne hissediyorsun diye. Sor bakalım seninle arkadaş olmak istiyor muyum? Sevgililerini anlatmanı dinlemeyi kaldırabilir miyim? Sevgilin var mı onu da bilmiyorum.
- Sinirlerin çok bozulmuş. Rahatlamaya çalış.
- Bir planın mı var beni rahatlatmak için?
Varmış. Gözlerime baktı. Dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdı ve öptü. Sadece bir öpücük değildi. Daha uzun, daha şehvetli ama daha masumdu. Sanki dondurmasını yere düşüren çocuğa verdiği teselliydi o öpücük. Ama sağlıklı düşünemeyen bünyemin tüm devrelerini yakmaya yetmişti.
Geri çekildi. Bana bakıyordu. Ona bakıyordum. Zıt kutuplar gibiydik. Uzaklaşmak zordu, ama hayatiydi. Seni seviyorum demek istedim. Seviyordum çünkü. Erken davrandı. Ayağa kalktı. Elini uzattı. Kalkmama yardım etti. Ana binaya, müzik odasına doğru yürümeye başladık.
- Hâlâ telefon numaran bende yok.
- İstemedin.
- İstiyorum şu an.
- Çaldırıyorum.
Bir nevi istediğim olmuştu. Çocukla öpüşmüştük. Gerçi biraz ileriki bir süreçte olsa da olurdu ama buna da razı. Telefon numarası alışverişi başarıyla gerçekleşmişti.
Ama istediğim bu değildi. İçimde bir sıkıntı, salak bir sevinç ve yüzümde aptal bir gülümseme var.
25 Kasım, 2010
Şaka şaka yaptım şaka yaptım, kandırdım seni.
- Gerçekten mi? dedi.
- Evet. dedim.
- Şaka yapıyorsun dedi.
- Hayır. dedim.
- Komik değil. dedi.
- Peki. dedim.
Bir süre sessizce oturduk. Expresso single boğazımı yakmaya devam ediyordu. Ya da söyledikleriydi düğümlenen, bilmiyorum.
-Ne olacak şimdi? dedi.
Sanki anasına bir şey yaptım da hesap soruyor.
- Bilmiyorum sana bağlı. dedim.
Aslında söylemenin şokundaydım. Dımdızlak söylenmez ki seni seviyorum diye. yolu var, yordamı var, adabı var. Ama bende yok.
- Birbirimizi tanımıyoruz ama dedi.
Hah dedim. Bir klişenin içindeyiz. Bahanesini yediğim.
- Anlıyorum. Sanırım tanısakta bir şey değişmeyecekti.
- Öyle düşünme.
- Hala konser vermeye sıcak bakıyor musun? Benim olduğum bir grupla?
- Sen çok iyi bir kızsın. Tabii ki seni tanımak istiyorum. Bir geleceğimiz olabilir.
Başlarım geleceğine hıyar.
-Peki, kalkalım istersen. Evden beklerler. dedim.
- Seni dolmuşa bırakayım.
Yol boyunca yine konuşmadık. Sessizdik. Gözler anlatır desem yüzüme de bakmıyordu. O da şaşırmıştı. Dolmuşa bıraktı beni. ''Görüşürüz.'' dedi ve gitti.
Yaptığımın ne derece ciddi olduğunun ve sonuçlarının farkına varamamıştım.
Soğuk duş alsam bile geçmeyecek bir şoktaydım.
Kalbim kırılmıştı, rezil olmuştum.
Expresso single ağzımın tadını bozmuştu.
23 Kasım, 2010
1 way 2 do 3 words 4 you
Ertesi gün, bir saat erken kalktım servis saatinden ki, süsleniyim, püsleniyim. Uzun zaman geçmesi gerekti adam olabilmem için ama yaptım ve oldu. Şıkır şıkır bir şekilde okula gitmenin bedeli biraz ağır oluyor tabi. İki saat müdür yardımcısının nasihatlerini dinledim ve dersi dinlemeyeceğim halde sınıfa doğru yollandım. Dersi dinlememekten bahsettiğim için sanmayın ki tembel teneke umutsuz vakayım. Katiyen reddediyorum. Alper'in okulu seçkinse benim ki daha seçkin. O kadar yani. Düşünün.
Ama aşk aklımı başımdan, notlarımı karnemden aldı. Gitti. Bittim ben ama bunu daha sonra düşünmeye karar verdim. Acaba Alper ne zaman gelir? Acaba Alper gelir mi?
Öğle tatilini beklemem zor oldu. Keşke numarası olsaydı, mesaj atsaydı falan. Ama yok. Salak salak yemeğimi yerken gözüm hep kapıdaydı. O gelecek, konuşacağız falan diye. Yok anam yok. Çocuk kayıplarda. Cıva olup su buharına karışmış, burun deliklerimden girip beni zehirlemiş gibi.
Neyse. Dağıtmiyim konuyu.
Alperciğimin okula gelmesi için okulun bitişini beklemem gerekiyormuş meğersem. Çıkışta ben okulun en tatlı çocuğuna bir şeyler anlatırken (herif en yakın arkadaşım ve gay. o yüzden benimle iletişim içinde zaten.) kapıdaki nöbetçiyle cebelleşen Alper'i gördüm. İçeri almıyorlardı, concon diye. Mehehe diye güldüm kendi kendime, sonra yanına gittim.
-Bir sorun mu var Kübra?
- Arkadaş seni görücekmiş ama concon lan bu. Napıcaksın bununla?
- Kübracığım arkadaş seni duyabiliyor.
- Duysun o zaman. Salak mıdır nedir.
- Neyse tamam sorun yok çıkıyoruz zaten. Tarih ödevini unutma.
- aman be iyi. Bir kere de sen yapsan..
- Öptüm.
sonunda asıl meselem olan Alper'e odaklandım.
- Kübra'nın kusuruna bakma. Birazcık kuyruk acısı var da.
- ciddi misin? O zaman normal bu tepki. Herhalde benim de seni üzeceğimi düşünüyordur.
Güldü. Güldü ulan bu konuya. Harbi üzüyor ama işin dalgasında adam. Defol git dicem, diyemiyorum herif okula kadar gelmiş.
- Ee, dedim. Bu ziyaretini neye borçluyuz?
- Ziyaretimin sebebi Allah'ın emri peygamberin kavliyle.. Töbe yahu. Biliyosun işte.
- Ha sen şunu diyosuuun.
- Ay evet onu diyoruuum. Gel bir yere oturalım konuşalım.
- Peki, öyle diyosan.
Ulan herifle çıkmıyoruz, etmiyoruz, hatta tanışmıyoruz ama o bir kafeye götürüyor beni ben de fütursuzca kabul ediyorum. Salak falanım herhalde. falan mı!?
Neyse sessiz bir yürüyüşten sonra 'kahve bahane' diye bir yere girdik. Nası bir concon olduğunu buradan anladım. Menüye bakıyorum kahve çeşidinden başka bir şey yok. Hani kahve bahaneydi? En sonunda garson geldi. ''Expresso single alayım ben.'' dedim. Şaşırdı Alper.
- Expresso single içmek istediğinden emin misin?
- Tabii. İçeriğine bakılırsa hoş bir şeye benziyor. Denedin mi hiç?
- Denedim. Biraz ilginçti. Ben de bir italyan kahvesi alayım.
Evde de mi italyan kahvesi içiyodun haspam?
- Sorun nedir Selin? Anlatmaya başlasana.
- Sorun şu ki seni seviyorum.
Bunu söylediğim zaman gelen expresso single'ımdan bir yudum aldım ve neden ucuz olduğunu anladım. O an dünyam karardı. Bildiğiniz sade türk kahvesiydi. şeker bile yok. Bu yüzden adı single.
Seni Seviyorum demek, ağzımın tadını bozmuştu.
1 2 3 4 plain white t's'den Alper'e gelsin.
18 Kasım, 2010
Evvel zamandan sonra
Aradan uzuun zaman geçti. Okullarına gitmemizin üzerinden çook uzun zaman geçti ve hala bir şeyler yapamadım. Ortam yok anacım ben napiyim. Hal böyle olunca bana da bok yemek düşüyor.
Derslerde Alparslanla birlikte Alper'e yavşayan şırfıntıların anasını satıyor, Newton olup ilginç pozisyonlarda hayatlarını karartıyorum a dostlar! İçim içimi yiyor çocuğu her an birinin kollarında bulucam, dudaklarından kazıyacağım diye. Ama elden gelen bir şey yok. Kahpe kader!
Soyadını falan da almadım ki facebook'tan ekleyeyim. Buyrun cenaze namazına durumlarındayım bildiğiniz.
Ama bu kardeşiniz bu durumdan da bir güzel sıyrıldı. Acıtasyon yöntemine başvurdum. Önce biraz abarttım, sonra kekini kabarttım. Hiçbir erkek gözyaşlarına dayanamaz. Gerçi ters tepme ihtimali de vardı. ''Ne kadar ağlak bir kız, gaçayım'' deme ihtimali de yüksekti ama bir şekilde dikkatini çekmem gerekiyordu. Ve yaptım, oldu.
''Bir daha sapık gibi onun okulunu dikizlemicem.'' dediğim günden sonra bulduğum ilk fırsatta soluğu okullarının önünde aldım. Planımı saatler öncesinden hazırlamıştım.
Tam planladığım gibi, okuldan çıktı ve ben arkadaşımla peşimden gitmeye başladım. ama arkadan takip etmiyoruz. Tam yanından geçerken arkadaşa ''Bilmiyorum Tuğçe, konser nasıl olucak. Gruplar toplanamıyor, yapmalı mıyız bu işi bilmiyorum. Sanırım diğer grup bizden pek hoşlanmadı.'' E birazcıkta ağlamaklı bir ses tonu takınıp gözlerimi kızarttım. Planlarıma göre bu konuşmayı duyup konuşana bakması lazımdı. Ben olduğum için konuşan, ilgilenmeliydi. Planlarım da tıkırında gitti zaten. Öküz değil ya, yanıma geldi. Gerçi zaten yanında yürüyorduk. Neyse işte önemli olan konuşmaya başlamamız.
- Hayrola Selin, konserle ilgili bir sorun mu var?
- Aa, Alper sen burada mıydın? Şey, boşver ya bu konuları.
- Boşvermekle bir yere varamayız ama, bir problem varsa en baştan çözelim. Bak, en iyisi yarın biz sizin okulunuza gelelim. Hem bunu hallederiz, hem prova tarihlerini ayarlarız.
- Zahmet olmasın size, problem yok zaten.
- Ne zahmeti. Hem belli ki var. Şimdi gitmeliyim ama yarın görüşürüz.
- Görüşürüz.
O gitti, ben de timsah gözyaşlarımı sildim ve yoluma devam ettim. Dershanede sınav vardı ona gittim. İyi bir sonuç almam kesindi o moralle.
Ama görmeliydiniz ses tonu yumuşacık, bir bakışı var ki, önemsiyormuş benim üzülmemi gibi.
Ertesi gün onu görme fikri, hem de kendi okulumda, paha biçilemez.
16 Kasım, 2010
Kantin
— Selam. Ben gruptanım ve kantin ne tarafta bilemiyorum. Yardım edebilir misin?
— Memnuniyetle. Sanırım tanışmadık henüz. Ben Alper. İstersen kantine kadar eşlik edebilirim. Hem tanışma işini halletmiş olalım. Ve size minnettarım bugün Fizik vardı.
Göz kırptı. İnanamıyorum. Bana göz kırptı olum!
— Selin bende. Memnun oldum seninle tanıştığıma.
— Ben de çok memnun oldum Selin.
Yine o kahkahasından birini attı ve kantine yürümeye başladık. Birer kahve alıp otururken kafama dank etti. Acaba beni tanımış mıdır? Büyük ihtimalle hayır. Herkes benim gibi çiftlikte gördüklerine aşık olup sonra aşkımın peşinden koşuyorum ayağına türlü mallıklar yapmıyor sonuçta.
— Bizim için de çok iyi oldu sizinle tanışmak. Hem de okulda sunum yapmam gerekiyordu tarihten.
Sonra söylediklerimden pişman oldum. Bu çocuğu elimden kaçırırsam minareden atlarım. Günlerdir seninle tanışmanın hayalini kuruyordum desem de aynı şeydi.
— Ee Selin, şu konser işi hakkında ne biliyorsun?
— Hiçbir fikrim yok. Ben grubun solistiyim. Bildiğim tek şey çok eğleneceğimiz.
Güldü. Başka ne yapabilirdi ki? İki lafımdan biri seni seviyorum olursa her şeyi mahvederim söyliyim. Bunu biri bana öğretmeli.
— Muhakkak çok eğlenceli olacak. Elektrocuyum ben de. Detaylı bilgi olsaydı elimizde daha net konuşabilirdik. Ama henüz kasımdayız, yaza kadar çok fazla zamanımız var. Gel seni diğerleriyle tanıştırayım.
Hay diğerlerine... Kimseyle tanışmak falan istemiyorum. Ben sabaha kadar onu dinlemek istiyorum! Ya da geceler boyu konuşmak. Öhöm.
Öküz gibi sırıtarak kabul ettim ve treni seyreder gibi suratında asılı kaldım. Neyse ki anlayışla karşıladı, gözgöze geldiğimizde gülümsemekle yetindi de ortada kalmadım.
Kıçıkırık bir yaz konseri üzerinde konuşarak saati öğlen ettik. Öğleden sonra onlar okulu astı, biz de alışverişe falan gittik.
Bugün pek bir icraatta bulunamadım ama en azından onunla tanıştım. Artık beni tanıyor ve artık sapık gibi okul çıkışlarında onu takip etmek zorunda kalmayacağım!
En yakın zamanda numaramı istemesini sağlamak zorundayım. Benim de gururum var ve bir erkeğin numarasını alamam. Ama elde numara olmayınca da bir şey olmuyor. Off.
Pembe Panjurlu Evimiz olsun mu?
Sabah saçımı en tepeden toplamış bir halde okula gittim. Ayaklarımı sallaya sallaya sıramın üzerinde otururken başkan içeri girdi. ''selin, fırla. Şu concon okulundaki grupla kaynaşcakmışsınız. Gideri olanlara numaramı ver bebeğim.'' dedi. Evet dostlar, özel hayatımızda onlardan concon diye bahsediyoruz. Ama konumuz bu değil.
Ben bu haberi duydum ya, bırakır mıyım peşini. Soluğu grubu kuran müzik hocasının yanında aldım. ''Hocam böyle böyle bir şey varmış, hemen mi gidicez? Bence gidelim, biliyosunuz grubun lideriyim ve bu grup için en doğrusu budur bıdı bıdı.'' Ulan neyin doğrusu, orada ne halt yicez onu bile bilmiyorum. Ama itilip kakar o havalı züppeler, buna eminim. Ama beni isimsiz prensim korur. (Hıı tabi korur.) Neyse. Hoca ''Evet hadi toparlanın gidiyoruz.'' dedi. Çabuk hazırlanmaları için diktatörce 5 kişilik grubun, ben hariç 4 üyesinin başında bekledim ve 1. dersin tenefüsüne girdikleri zaman biz de okul bahçesinden içeri girmiştik. Ama ne giriş. Sabahki halimden eser yok. Saçlarımı aceleyle saldım, gözlerime bir kalem çektim ve gömleğim bir düğme daha açıldı. Bu ilk olduğu için çok heyecanlıydım ama tekrarlanacak olanların yanına hiç kalırdı.
O okulda kısa süreli mülteci muamelesi gördükten sonra grupla kaynaşmaya gittik. Benim gözüm hayatımın aşkındaydı ama o lanet olası hiçbir yerde yoktu. Umudumu kesip gruptakilerle tanıştım. Allahı var hepsi taş gibi çocuklar. Lakin ben onu istiyorum. Ben onu çıplak hayal ederken o koşa koşa, terli terli yanımıza geldi. Bir an bana baktı. Tanıdı sanırım. ''Hocam beni çağırmışsınız?'' ''Gel bakalım Alper.'' Alper mi? Demek ismi bu. Bunu öğrendiğim iyi oldu.
''Bu grup anadolu lisesinin grubu. Birlikte yaz konseri vereceksiniz. Provalar önümüzdeki ay başlayacak fakat biliyorsunuz ki takım çalışması çok önemli. Tanışın. Bugün tanışın, sonra başlarsınız hafif hafif. Dersleriniz de kaynar.'' Göz kırptı ve gitti. Bizde o şirin grubumuzla başbaşa kaldık.
Tanışmamız için bize bir koca gün verilmesi ve bu koca günün benim için sayısız fırsat anlamına gelmesi ülkede ulusal bayram ilan edilecek bir olay. Ve farkındaydım, bugün bir aksiyon yapamazsam, onunla çocuklarımız olması için zemini de hazırlayamazdım.
İşe, kantini sormakla başladım. Aslında o anda pembe panjurlu evden hoşlanıp hoşlanmadığını ya da yakın bir zamanda evlenmeyi düşünüp düşünmediğini sormam da, aynı anlama gelebilirdi. Yani, bana göre.
12 Kasım, 2010
Sıcak Çikolata içer misin benimle?
Ertesi gün okula gittim ama, bir bana sorun ne işlediniz derste diye. Bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum. Adını bile bilmiyorum o çocuğun. O çocuk diye bahsetmekte iğrenç bir duygu. Ve, 'Olm Selin, ya bir şeyler yaparsın ya bu taş gibi oğlanı şırfıntının teki koluna takar çiftlik'te gezer.'' Sonra dedim ki, ''nerden biliyorum sevgilisi olmadığını.'' Sonra da dedim ki ''Bittin olm. Bu aşk sonun olur senin. Dua et ki gerçekten aşık olmuş olma.''
Beynimdeki tilkilerin kuyrukları birbirine değe değe dolaşırken, okul çıkışında okullarının önüne gittim, onu görebilmek umuduyla. Samanlıkta iğne aramaya benziyordu bu yaptığım. Belki de çoktan çıkmıştı okuldan. Belki bugün gelmemişti. Takıntılı bir sapık gibi bekledim ve sonunda sabreden derviş kılığına girip muradıma erdim. Okuldan çıktı. Başını sağa sola sallayarak saçlarını düzeltiyordu. Hava bana göre sıcak olmasına rağmen üşümüştü, belliydi. O anda yanına gitmek istedim. Elini tutup ısıtmak, ya da köşedeki kafede sıcak çikolata ısmarlamak... Bunları teklif edersem beni ümraniye sapığı konumunda görecek olması daha üzücüydü. Ben onun için neler düşünürken, o benden haberdar bile değildi..
Tek başına yürüyordu. Nereye gittiğini kendisi de bilmiyordu sanırım. Üzgündü. Morali bozulmuştu bir şeye. Üzüldüm.
Ben en yakın kuyumcudan tek taş alacak parayı nereden bulacağımı düşünürken o Atakum dolmuşlarına bindi ve gitti. Bildiğin gitti. Ben de otobüse binip eve döndüm sonra. Napiyim başka.
11 Kasım, 2010
Ela Gözler Mutluyken Yeşildir
Bir yandan güzeldi her şey, bir yandan belirsiz. Mutluydum ama beni mutsuz ediyordu. Onu seviyordum ama doğru olanın ne olduğu biliyordum ve kesinlikle aşık olmak doğru değildi. Zaten aşkın beklemediğimiz bir anda geldiğini o zaman anladım. Yıllarca boşuna beklemiştim.
Okuldan yorgun argın çıkmış Grafit'e doğru gidiyordum. Arkadaşlarla orada takılırız genelde. Hatta filmlerdeki ''15.20'de her zamanki yerimizde.'', ''Abi bize her zamankinden 4 tane.'' olayımız bile vardı. Bir yandan yolda gördüğüm insanları -oğlanları- incelerken, ''hımm, bu iyi gibiymiş. Amanın! O ne biçim gülüş lan, neyse. Kırmızılı da fena değil aynı Hakan'a benziyo.'' durumlarında yürürken, ileride hayatıma limon sıkacak ve lakin sonrasında tekila ve tuz ikram edecek olan 'o'nu gördüm. İçimdeki kokoşu çıktığı yere geri soktu o. Romantik bir kız olmuştum o anda. Hayat bana güzeldi.
Arkadaşlarıyla konuşuyordu. Bir kahkaha patlatırken gözleri gözlerimde duraksadı. Bana neden baktı bilmiyorum. Ben neden o kalabalığın içinden ona dikkat ettim bu kadar bilmiyorum. Ona bakarken yanımdan geçenler dikkatimi çekmiyordu. Seksapeliteden uzak okul kıyafetleri içinde bile görülen çekiciliği değildi dikkatimi çeken, bu kadar rahat bir şekilde atılan, doğal ve etkileyici kahkasıydı beni benden alan. Formasına baktım. Şehirdeki saygıdeğer okullardan birisine aitti. Şansa bakın ki okullarımız çok yakındı. Okul çıkışında Çiftlikte olmamızın doğal bir sonucuydu okullarımızın yakınlığı. Bana göreyse Tanrı'nın bir lütfu! İçime kaçan romantik Fransız'a oha dedim ve Grafit'te arkadaşlarımla bayıcı kızsal muhabbetlerimizden birine katıldım. Aklımın bir yarısı hep o şirin kahkaha ve gözlerimi yakan gözlerindeydi.
Noluyo lan bana? Bana yakışır mı bu aptal aşık sendromları? Hemde adını, kim olduğunu bile bilmediğim birine karşı. Salaklığın daniskasını yaşam biçimim haline getirmek üzereyim..